Patladıkça Fiyatları da Uçuran Bombaların Gölgesinde Barışı Aramak

Çözüm perspektifi yeni enerji köprüleri kurgulanırken bizi gerçek bir aktöre dönüştürebilir.

Bu hafta İsrail ile İran arasında başlayan karşılıklı saldırılar, hepimizin yüreğini ağzına getirdi. Genelde dünya barışından yana bir tavrı olan Kıbrıs Türk halkı, olup bitenleri kaygıyla izliyor. Coğrafi yakınlık nedeniyle akıllardaki soru ortak: “Acaba bu girdap bizi de içine çeker mi?”

Kısa vadede doğrudan bir tehdit görünmese de, küresel ve bölgesel dengelere bakıldığında bu gerilimin kolay sona ermeyeceği, düşük yoğunluklu ama kalıcı bir çatışma haline evirileceği neredeyse kesin. ABD güvenlik merkezli ve sert güç odaklı bir yaklaşım izlerken; İran’a karşı azami baskı politikasını sürdürüyor. AB daha yumuşak, diplomatik çözüm ve ekonomik istikrar arayışında. Türkiye ise stratejik esneklikle her iki taraf arasında manevra alanı yaratmaya çalışıyor.

Bu tablo karşısında bizim de olup bitenleri sadece izlemekle yetinmememiz, orta ve uzun vadeli bir bakış açısıyla geleceğimizi planlamamız gerekiyor. Ve bu planlamanın temelinde yer alması gereken şey, hiç kuşkusuz yeniden çözüm perspektifi olmalıdır.

Çatışma doğrudan üzerimize bomba düşürmese de etkileri çok yönlü olacak gibi görünüyor. Küresel düzeyde enerji fiyatlarının %10’un üzerinde artması, bizim için yalnızca elektrik faturaları değil, ulaşım ve üretim maliyetlerinden kamu maliyesine kadar her alanda ciddi bir baskı anlamına gelir. Hali hazırda %35 olan enflasyon hedefi, yılsonunda %40’lara dayanabilir. Mali disiplini önceleyen mevcut yapı nedeniyle bu fatura doğrudan halka yansır ve fakirleşme daha da hızlanır.

Ancak bu krizin içinde çözüm perspektifiyle ilişkilendirilebilecek koşullu bir fırsat da vardır. Doğu Akdeniz’de güvenlik endişeleri arttıkça, enerji projelerinin yeniden değerlendirileceği açıktır. KKTC, stratejik konumu ve altyapı potansiyeliyle bu yeni değerlendirmelerde önemli bir aktör olabilir. Fakat mevcut tanınmamışlık durumu, bu ihtimali büyük ölçüde sınırlandırır. Bu nedenle dış politika esnekliği kazanmak için diplomatik temaslarımızı ve uluslararası bağlarımızı güçlendirmemiz şarttır.

Çözüm perspektifi bu bağlamda tanınmış bir yapıya dönüşerek enerji denklemine entegre olma şansımızı artırabilir. Türkiye ile uyum içinde, Kıbrıslı Rumlarla ortak bir enerji stratejisi geliştirerek İsrail, Mısır ve Yunanistan gibi bölgesel aktörlerle gerçek bir enerji köprüsü kurulabilir. KKTC limanları, kara yapıları ve insan kaynağı da bu denklemde stratejik değer kazanır. Böylece sadece tüketici değil, enerji üzerinden değer üreten bir yapıya dönüşebiliriz.

Tabii ki bu uzun vadeli hedeflerin yanında, bugünün krizine yanıt verecek somut adımlar atmak da kaçınılmaz. Yenilenebilir enerji yatırımları hızlandırılmalı, enerji tüketimi yüksek işletmelere yönelik hibe destekleri artırılmalı, akaryakıt dalgalanmalarına karşı FİF mekanizması etkin kullanılmalı ve en önemlisi, kamu maliyesini güçlendirecek yapısal reformlar ciddiyetle ele alınmalıdır. Zira Taşınmaz Mal Komisyonu’nun güçlendirilmesi zorunluluğundan doğacak ilave bütçe yükü yetmezmiş gibi buna her krizle birlikte yeni birtakım unsurların da ekleneceği anlaşılıyor.

Turizmde artan risklere karşı alternatif pazarlara yönelim, sağlık ve doğa turizmi gibi çeşitlendirmeler ve kriz senaryolarına göre önceden hazırlanmış ekonomik müdahale paketleri mutlaka gündemimize girmelidir.

Çünkü KKTC’de krizler kaçınılmaz, ancak krizlere teslim olmak zorunlu değil. Bunun için günü kurtaran pansuman politikalar değil, kararlılık gerektiren yapısal ve stratejik adımlar gereklidir. Ekonomi yönetimi; siyasi irade, teknik kapasite ve toplumsal katılımı bir araya getirerek hem içeride hem dışarıda güven veren bir reform süreci başlatmak zorundadır. Çünkü öngörülü ekonomi politikası sadece bugünü yönetmek değil, yarını şekillendirme cesaretidir.

Bu cesaretin toplumsal meşruiyetini inşa edecek olan ise halkımızın iradesidir.

Yorum bırakın