
Sosyal medyada dikkat çekici bir tartışma yaşanıyor.
Kıbrıs Türk Otelciler Birliği Başkanı sevgili Dimağ Çağıner ile Turizm ve Çevre Bakanlığı Müsteşarı sevgili Serhan Aktunç, KKTC turizmiyle ilgili önemli değerlendirmelerde bulunuyor.
Her iki isim de sektörü yakından tanıyor, yıllardır somut katkılar sunuyorlar.
Bu nedenle söyledikleri sözlerin satır araları özellikle dikkatle okunmalı.
Dikkat çektikleri bazı başlıklar var:
1. Otellerde doluluk oranı beklentilerin altında.
2. Maliyetler alarm verici seviyelere ulaşmış durumda.
3. Toplumsal seferberlik ve sağduyuyla, ortak akla dayalı çözümler gerekiyor.
Bu ifadelerin arasında açıkça söylenmeyip ima edilen bir şey daha var:
“Yüksek enflasyon turizmi de vuruyor. Ve bu tabloyu düzeltmek için gereken adımlar sadece hükümetin değil, muhalefetin de sorumluluğunda. Aksi halde iktidar, kendi siyasi konumunu sarsacak kararlar almaktan kaçınmaya devam edecek; bu da sektördeki krizleri kalıcı hale getirecek”…
Geçtiğimiz günlerde Dünya Bankası tarafından yayımlanan raporu değerlendirirken şu cümleyi kurmuştum:
“Demokratik meşruiyetin, toplumsal katılımın ve hesap verebilirliğin aşındığı bir ortamda ekonomik rehavet, siyasal kayıtsızlıkla birleşerek kırılgan bir düzen yaratmıştır.”
Bu cümle, içinde bulunduğumuz siyasi yapılanmanın ülkeyi sürüklediği noktayı özetliyor.
Bu düzeni tersine çevirmek için yapılması gereken aslında tek cümleyle ifade edilebilir:
Türkiye’nin dış müdahalede bulunmayacağı bir Cumhurbaşkanlığı ve erken genel seçim süreci ve yine dış müdahaleden uzak bir yeni iktidar yapılanması…
Böyle bir siyasi zemin, taşların yerli yerine oturmasını; sorunların demokratik çerçevede, toplumsal katılımla ve hesap verebilirlik ilkesiyle masaya yatırılmasını sağlar.
Ekonomik rehavet yerini, ekonominin önünü açacak cesur kararlara bırakabilir.
Ancak şunu da özellikle vurgulamak isterim:
Bu tespit “iktidar değişirse her şey düzelecek” anlamına gelmiyor.
Toplumun önemli bir kesiminin mali disiplin ve yapısal reformlar konusundaki geleneksel yaklaşımı da kamuoyunun bildiği gibi ciddi açmazlar içeriyor.
Ancak “biz hükümete değil, ülkeyi birlikte yönetmeye talibiz” şeklinde dile getirilen siyasi anlayış, bu açmazların aşılabileceği bir kapsayıcılık potansiyeli barındırıyor.
Eğer bu ülke yeniden ayağa kalkacaksa, geleneksel parti sınırlarını aşabilecek toplumsal akıl devreye girmeli.
Parti tabanlarını karşısına almadan ama popülizmle rasyonalizm arasında sağlıklı bir denge kurarak ekonominin önünü açabilecek bir iktidar yapılanmasına ihtiyaç duyduğumuz ortadadır.
Gelelim enflasyonun yanı sıra turizmi ciddi şekilde etkileyen diğer maliyet unsurlarına…
Bu noktada enerjiyi ilk sıraya koymalıyız.
2023 yılında Başbakanlık ile Kıbrıs Türk Sanayi Odası ve Kıbrıs Türk Otelciler Birliği arasında imzalanan “Güneş Enerjisi Yatırım Protokolü” bu anlamda umut vermişti.
Pek çok sanayici ve otelci, bu projeyi duyunca “nihayet güzel bir şey oluyor” diyerek sürece katılmak istemişti.
Ancak aradan iki yıl geçti, tek bir çivi çakılmadı.
Kamuoyuna bir açıklama da yapılmadı.
Projeyi engelleyen nedir?
Muhalefet mi karşı çıktı bu projeye?
Bu gibi soruları çoğaltmak mümkündür:
Enerji teşvikleri artırıldı da muhalefet sokaklara mı döküldü?
Ya da ithal girdilerde vergi indirimi açıklandı da birileri buna karşı mı çıktı?
Küçük oteller için maliyetleri düşürecek toplu satın alma kooperatifleri kurulmaya çalışıldı da birileri bunu engellemeye mi çalıştı?
Sezonluk sigorta ve vergi indirimi düzenlemeleri yapıldı da herhangi bir parti buna itiraz mı etti?
Uçak bileti teşvikleri ya da alternatif turizm alanları geliştirilmeye çalışıldı da muhalefet bunları baltalamaya mı çalıştı?
Gerçek şu ki tüm bu adımlar, Girne Belediye Başkanı sevgili Murat Şenkul’un sıkça tekrarladığı şu prensip doğrultusunda hayata geçirilebilir:
“Az laf, çok iş…”
Ve evet, bu işler ancak demokratik meşruiyeti sorgulanmayan, toplumsal katılıma ve hesap verebilirliğe önem veren, bu ülkeyi gerçekten seven bir siyasi irade tarafından yapılabilir.
Son bir konu daha:
Otelcilikte çamaşır yıkama maliyeti hiç de azımsanacak bir gider kalemi değil.
Bu alanda taşeron hizmet kullanmak, hem sabit maliyetleri düşürüyor hem de kalite, hijyen ve sürdürülebilirlik açısından avantaj sağlıyor.
Ekipman yatırımı, bakım gideri, işgücü maliyeti gibi konularda otelin omuzundaki yük hafifliyor.
Tabii ki burada sözleşme kalitesi, hizmet süresi, kalite standartları, tazminat hükümleri gibi birçok unsur önemli.
Tüm bu detaylar, özel sektörün kendi içerisinde rekabet ve anlaşmalarla çözebileceği serbest piyasa konularıdır.
Devlet veya ilgili paydaşlar da pekâlâ serbest piyasa koşullarını iyileştirerek bu konuda yönlendirici olmak isterse muhalefetin buna karşı çıkacağını zannetmiyorum doğrusu.
Bu örnek üzerinden şunu söylemek mümkün:
Turizmi maliyet krizinden kurtarmak istiyorsak, yaratıcı ve uygulanabilir işbirliklerine hızla yönelmemiz gerekiyor.
Enflasyon meselesine dönecek olursak:
Para politikasının ve kur istikrarının elimizde olmadığı bir düzende yaşıyoruz.
Bu yüzden içeride güçlü olmak zorundayız.
KKTC ekonomisinin iç dinamiklerine odaklanmak, döviz şoklarına karşı tampon oluşturabilecek bir yapısal reform gündemi oluşturmak ve turizmi bu reformların odak noktalarından biri haline getirmek en rasyonel ve gerçekçi stratejidir.
Ve bu reformların temelinde her ne olursa olsun kamu maliyesinde disiplin yatmak zorundadır.
Geceleme fiyatlarını düşürmek, yalnızca fiyatları aşağı çekmek anlamına gelmiyor.
Maliyetleri dengelemek, daha fazla turist çekmek, kamu-özel işbirliği içinde sektörün yeniden yapılandırılmasını sağlamak gerekiyor.
Bu doğrultuda atılacak adımlar, KKTC turizmini yeniden canlandıracak ve ülkenin geleceğine umut olacaktır.
Kıbrıs Türk Otelciler Birliği Başkanı sevgili Dimağ Çağıner ile Turizm ve Çevre Bakanlığı Müsteşarı sevgili Serhan Aktunç’un pozisyonlarını en etkili şekilde kullanarak muhalefeti de beklemeden veya seçim öncesinden başlayarak pek çok konuda somut önerileriyle bu sürece öncülük edebileceklerinden eminim…