Yönümüzü Seçiyoruz

Ekim ayına az bir süre kaldı.

Yaz tatilinin ardından, sessiz sedasız bir şekilde yeni cumhurbaşkanımızı seçecekmişiz gibi bir hava hâkim.

Görünürde bir cumhurbaşkanı seçilecek ama gerçekte halk, yönetime dair ne tür bir anlayışla yoluna devam edeceğine karar verecek.

Bu seçim, iradenin mi yoksa yönlendirilmiş itaatin mi öne çıkacağını belirleyecek bir eşik.

Son yıllarda KKTC’de kurumların işlevsizleşmesi, meclisin etkisizleşmesi ve karar alma süreçlerinin şeffaflıktan uzaklaşması gibi ciddi yapısal sorunlar birikti.

Siyaset, giderek daha dar bir alana sıkışırken, halkın denetim ve katılım kanalları da zayıfladı.

Böyle bir ortamda, Cumhurbaşkanlığı artık sadece müzakereci değil; devletin yönünü belirleyen, halkın iradesini temsil etme kapasitesi olan bir kurum haline geldi.

Adaylar Arasındaki Farklılık

Ersin Tatar, mevcut yapıdan beslenen, dış destekle güçlenen ve toplumla duygusal bağ kurmak yerine siyasi bloklaşmayı tercih eden bir çizgiyi temsil ediyor.

Sahadaki görünürlüğünün yüksek olması dahi bu genel algıyı pek etkilemiyor.

Cumhurbaşkanlığı’nı tarafsız bir kurumsal pozisyon değil, belirli bir siyasi anlayışın devamı gibi kullanıyor.

Tufan Erhürman ise çözüm odaklı yaklaşımı kadar, kurumları ayağa kaldırmaya dönük, şeffaf ve hesap verebilir bir yönetişim anlayışıyla dikkat çekiyor.

Bu fark, adaylardan birinin kim olduğu değil, neyi temsil ettiği sorusunu seçim için daha merkezi hale getiriyor.

Kabine Değişikliği Gündemi: Sembolik Bir Hamle

Seçim öncesinde UBP içinde gündeme gelen kabine değişikliği tartışmaları da bu çerçevede ele alınmalı.

Kabine değişikliği, süreci toparlamayı hedeflese de, iyi hesaplanmazsa mevcut siyasi dağınıklığı daha da derinleştirme riski taşıyor.

Eğer becerir de yaparlarsa bu değişikliğin partide pasif kalan ama seçimde daha etkili olabileceği düşünülen aktörleri ön plana çıkarmaya dönük bir manevra olacağı görülüyor.

Ancak bu tür düzenlemeler, ülkenin içine sıkıştığı siyasi karmaşayı çözmekten çok uzak.

Sadece görüntüyü tazelemeyi amaçlayan bu hamlelerin halkın beklentilerini karşılaması mümkün değil.

Toplum artık birkaç isim değişikliğiyle değil, zihniyet değişikliğiyle ilgileniyor.

Kabinede farklı yüzler görmek değil, sorunları ciddiyetle ele alan, kurumsal çöküşü durdurabilecek bir siyasi irade bekleniyor.

Türkiye ile İlişkiler: Saygıya Dayalı Bir Zemin

Zaman zaman Türkiye’nin belirli bir adayı tercih ettiği yönünde spekülasyonlar yapılsa da, bugüne kadar bunu doğrulayan herhangi bir resmi açıklama ya da somut bilgi bulunmuyor.

Erhürman, geçmişte başbakanlık yaptığı dönemde Türkiye ile karşılıklı saygıya dayalı ilişkiler kurmuş bir lider.

Bugün de Türkiye karşıtlığı değil; KKTC halkının özne olma hakkını savunan, ilişkileri eşitlikçi ve kurumsal zemine taşıma iradesiyle hareket ediyor.

Türkiye ile ilişkilerin sağlıklı yürümesi, taraflardan birinin diğerine boyun eğmesiyle değil; karşılıklı anlayış ve kurumsal saygınlıkla mümkün olabilir.

Erhürman’ın bu çerçevedeki yaklaşımı hem KKTC’nin ihtiyaçlarına hem Türkiye’nin uzun vadeli çıkarlarına uygundur.

TDP’nin İlkesel Desteği

Toplumcu Demokrasi Partisi’nin Parti Meclisi kararıyla Tufan Erhürman’ı desteklemesi, bu seçimin salt bir aday yarışından ibaret olmadığını gösteriyor.

TDP’nin bu kararı, çözüm, demokrasi ve kurumların yeniden işler hale getirilmesi gibi temel ilkelere dayalı bir yön tercihini işaret ediyor.

Destek açıklaması, sadece seçimde bir pozisyon almak değil; halkın iradesini görünür kılma, umudu örgütleme ve toplumsal muhalefeti sahada var etme çağrısıdır.

Seçimin sonucu kadar, bu sürecin nasıl yürütüldüğü de toplumun geleceğe olan inancını belirleyecek.

Sonuç: Karar Zamanı

Ekim ayındaki seçim, bir yön tayin etme fırsatıdır.

Ya mevcut yapının içinde daha da derinleşecek bir bağımlılık ilişkisini kabulleneceğiz ya da kendi kurumlarımız, kendi irademiz ve kendi geleceğimiz üzerine söz söyleme hakkımıza sahip çıkacağız.

Oyun basit görünse de tercih büyüktür:

İrade mi, itaat mi?

Yorum bırakın