
Yılın ikinci yarısına girerken, asgari ücret yeniden belirleniyor.
İşçi temsilcileri, yılın ilk yarısında açıklanan %17,79’luk hayat pahalılığı oranında bir artış talep ediyor.
İşverenler ise enflasyonla mücadeleyi gerekçe göstererek daha düşük bir artış istiyor.
Bu arada kamu çalışanları maaşlarına bu oranı çoktan yansıttı bile.
Bu tartışma her altı ayda bir tekrarlanıyor.
Ancak bu kez, sadece ne kadar artış yapılacağı değil, bu artışın nasıl karşılanacağı ve sürdürülebilir olup olmadığı daha fazla konuşulmalı.
Hayat pahalılığı karşısında işçinin alım gücünü korumak temel bir haktır.
Asgari ücretle geçinmeye çalışanlar için %1’lik fark bile büyük anlam taşıyabilir.
Ancak diğer yanda, özellikle dövizle borçlanan küçük işletmeler için maaş artışları ciddi bir yük haline geliyor.
Kaldı ki enflasyonun asıl sebebi maaşlar değil.
Türk Lirası’nın değer kaybı ve ithalata bağımlı bir ekonomi içinde yaşadığımız için fiyatlar sürekli yükseliyor.
Bu ortamda işçinin maaşına yapılan zam da kısa sürede eriyor.
Peki ne yapılmalı?
Asgari ücret artışının alım gücünü koruyacak düzeyde, en az hayat pahalılığı oranında yapılması gerekiyor.
Küçük işletmelere vergi ve prim desteği gibi geçici önlemlerle bu yükün hafifletilmesi gerekiyor.
Asgari geçim endeksine dayalı şeffaf bir ücret belirleme modeli geliştirilmesinde yarar vardır çünkü genel enflasyon oranı ile bir işçinin hayatının pahalılaşması olgusu bire bir örtüşmemektedir.
Tüm bunlar hâlâ teknik olarak doğru, vicdani olarak da gerekli önerilerdir.
Ancak bir sorun var:
KKTC kamu maliyesi, bu tür sosyal politikaları destekleyecek kapasiteye sahip değildir.
Gerçek ise şu:
KKTC devleti, bugün iç borçla kamu maaşlarını ödeyebiliyor.
Hatta uzun yıllar önce yine maaş ödemek için İhtiyat Sandığı’ndan alınan borç bile hala ödenmiş değil ve 10 milyarı aşmış durumda.
Böyle bir tabloda, ne özel sektöre nakit destek verecek kaynak var, ne de kamu maaşlarında adil bir reform yapacak siyasi irade.
Uygulanabilirlik sınırlarını dikkate almadan atılan her adım, gelecekte daha büyük krizlerin kapısını aralayabilir.
Artık herkesin orak akla dönüştürmesi gereken şey mali disiplin olmadan kalkınma olamayacağıdır.
Ancak bu sayede günü geçiştirme kültürünü aşıp geleceği inşa etmeye başlayabileceğiz.
Mali disiplin sadece bir muhasebe kuralı değildir.
Kamu kaynaklarının verimli kullanılması, gelecek kuşaklara borç bırakmamak ve toplumsal güveni korumak için şarttır.
Geçmişte mali disiplini bozan popülist kararların bedelini hep birlikte ödüyoruz.
Gereksiz istihdamlar, hesapsızca dağıtılan görev zararları, vb. geçici refah yarattı ama kalıcı tahribat bıraktı.
Bugün hâlâ, geçmişin bu sorumsuz kararlarının faizini ödeyen bir toplumuz.
Bu bakış açısıyla tekrar aynı soruya dönelim:
Peki ne yapılmalı?
Asgari ücrete en az hayat pahalılığı kadar bir artış yapılmalı.
Ancak bu artışın finansmanı için özel sektör tek başına bırakılmamalı.
Nakit destek verilemiyorsa vergi ertelemesi, yapılandırma ve taksitlendirme gibi araçlar kullanılmalı.
Kamuda maaş artışları adil hale getirilmeli.
Herkese aynı oranda zam yerine, düşük maaşlılara daha fazla katkı sağlanmalı.
Uzun vadede ise Türk Lirası ile yönetilen bu ekonomide kur şoklarını azaltacak yapısal dönüşümler masaya yatırılmalı.
Bu kısmı detaylandırmakta yarar var:
Kamu harcamalarının bir bölümü döviz bazlı planlanabilir.
Türkiye’de bazı belediyeler hali hazırda döviz bazlı maliyet öngörüsüyle çalışıyor.
Asgari ücret ve kamu maaşları kamunun döviz gelirleri ile sınırlandırılacak şekilde döviz sepetine endekslenebilir.
Vergi ve harçların bir bölümünün dövizle tahsili söz konusu.
Bu uygulamayı fiyat istikrarı penceresinden değerlendirerek birtakım yeni düzenlemelere gidilebilir.
Dövizle ihalelere öncelik verilmesi gibi adımlarla Euro’ya geçiş için kurumsal hazırlık yapılabilir.
Ercan Havaalanı gelirleri döviz; devlet payının da dövizle tahsil edilmesi daha adil olacaktır.
Tüm bunları ve benzeri yapısal düzenlemeleri siyasi ve ekonomik aklı doğru yöneterek hayata geçirmek mümkündür.
Gelin görün ki, iç siyasi iradesi zayıflamış, meşruiyeti tartışmalı bir “topal ördek” hükümetten bu yapısal dönüşümleri planlamasını beklemek, kasası boş bir devletten refah üretmesini beklemek kadar hayaldir.
Gerçek gündem alım gücü ise burada Türkiye ile kırılıp dökülmeden, Türkiye ile ilişkileri karşıtlık ya da yandaşlık kıskacından kurtarmayı başarabilecek ve kur şoklarına karşı ağızlı yüzlü tedbirler alabilecek nitelikli bir hükümet oluşumu hayati öneme sahiptir.
Asgari ücret yalnızca bir rakam değil; devletin, emeğe ve adalete verdiği değerin göstergesidir.
Ama bu değer, sadece vicdanla değil, aynı zamanda akıl ve mali dengeyle korunabilir.
Gerçekçilikten uzak, popülist adımlarla ne işçiye fayda sağlanır ne de ekonomiye güven kazandırılır.
Bu yüzden bugünkü kararlar, sadece bugünü değil, yarını da düşünerek alınmalı.
Emek en yüce değerse ve adil olmak istiyorsak, önce gerçekçi olmalıyız.