
Kamu sistemi dökülüyor.
Halkın cebinden hizmetler için ayrılan kaynaklar ciddi şekilde artarken, sunulan hizmetin kalitesi her geçen gün daha da azalıyor.
Bu çöküş artık “alıştık” diyerek geçiştirilemeyecek kadar derinleşmiş durumda.
Sistemdeki çürümüşlüğün sembolü haline gelen suskunluk ve iradesizlik, sadece hükümet katında değil sistemin tepe noktası olan Cumhurbaşkanlığı makamında da kök salmıştır.
Ersin Tatar, evet, sempatik bir insandır.
Bu gibi özellikler bir sohbet ortamında değerlidir.
Ama devlet yönetimi başka bir şeydir.
Cumhurbaşkanlığı ise bu ciddiyetin ve sorumluluğun zirve noktasıdır.
Kıbrıs Türk halkı, geçmişte bu makama kriz anlarında dirayet göstermiş, çözüm üretmiş, diplomatik dengeleri ustalıkla yürütmüş liderler seçmiştir.
Çünkü biliriz: Bu makam sadece törenlere katılan bir “protokol figürü” değildir.
Bu makam, halkın ortak vicdanıdır.
Bu makam, geleceğe yön verme iradesinin merkezidir.
Peki bugün neredeyiz?
Ersin Tatar’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde bu makam, tarihsel ağırlığını ve saygınlığını büyük ölçüde yitirmiştir.
Devletin zirvesi, Türkiye’nin arka bahçesine dönüşmemizin aracısı konumuna itilmiştir.
Mesaisinin önemli bir kısmını bu aracılığa harcayan bir Cumhurbaşkanı, doğal olarak Kıbrıs Türk halkının özne olma iradesini de zayıflatmaktadır.
Seçim kampanyasını “Türkiye’nin desteği” üzerine kurgulaması ise, halkın önemli bir kesiminde sessiz ama derin bir yabancılaşma hissini beslemektedir.
Müzakere masasına dönüş konusundaki katı tutumu, çözüm umudunu tarihin tozlu raflarına kaldırmıştır.
Bu nedenle içeride statüko güçlenmiş, kamu yönetimi çözümsüzlük koşullarında kendi içine kapanmıştır.
Kamu sistemi artık sadece yozlaşmakla kalmamış, kurumsal bir çöküş sürecine girmiştir.
Yolsuzluk, münferit değil yapısal bir sorun haline gelmiştir.
Üstelik bu kirli alışverişler, en üst düzey bakanlıklardan alt kademelere kadar uzanmaktadır.
İhaleler, izinler, orman arazileri, kamu araçları üzerinden bir “düzen” kurulmuştur.
Kamuya işe alımlar, hükümet ortakları arasında bir pazarlık konusuna dönüşmüştür.
Başbakanlığa yapılan istihdamlar, verilen vatandaşlıklar ve kimlerin bu süreçte etkili olduğuna dair söylentiler halkın diline düşmüştür.
Kamu maliyesinde disiplin yerini vasat bir inkarcılığa bırakmıştır.
Ve bütün bu çürümüşlük karşısında Cumhurbaşkanlığı ya susmakta ya da durumu normalleştirmektedir.
Devletin tepesindeki kişinin bu tablodan ya habersiz ya etkisiz ya da niyetsiz olduğu yönündeki kanaat yaygındır.
Cumhurbaşkanı Tatar’ın kamuoyundaki en “görünür” icraatı, iki devletli çözüm tezini savunmasıdır.
Oysa bu tezi inandırıcı kılmak için Kıbrıs Cumhuriyeti kimlik kartı ve pasaportunu çoktan iade etmesi beklenirdi.
Gerçekte ise bu söylem bir dış politika başarısına değil, diplomatik yalnızlığa evrilmiştir.
Uluslararası toplumun ezici çoğunluğu bu yaklaşımı ciddiye almamakta; bizi marjinal bir pozisyona itmektedir.
Bugün Cumhurbaşkanlığı makamı, halkın sorunlarını dillendiren bir platform değil “Türkiye’ye yaranma yarışının vitrini” olarak algılanmaktadır.
Bu da halkta, “nasıl olsa bizi bir üst akıl yönetiyor, biz sadece seyirciyiz” duygusunu pekiştirmektedir.
Oysa bu duygu aidiyet kaybının, topluma olan inancın sarsılmasının, toplumsal çözülmenin en açık göstergesidir.
İşte tam da bu nedenle, değişim artık bir tercih değil, bir zorunluluktur.
Hukuk bilgisiyle, yönetişim anlayışıyla, çözüm perspektifiyle ve en önemlisi halkı özne gören yaklaşımıyla yeni bir Cumhurbaşkanına ihtiyacımız var.
Bu makam, doğru bir liderin elinde yeniden irade sahibi bir aktör haline gelebilir.
Hukukçu kimliği, müzakere deneyimi, entelektüel birikimi ve sağduyulu duruşuyla Tufan Erhürman, bu makama yeni bir anlam ve değer kazandırabilir.
Evet, Ersin Tatar iyi insan.
Espri yapar, samimi konuşur, selam verir.
Bunlar insani özelliklerdir.
Ama devlet yönetiminde geçer akçe değildir.
Sempatiyle devlet yönetilmez.
Sloganla gelecek inşa edilmez.
Suskunlukla çürüme önlenemez.
Artık susan değil konuşan, yöneten, yönlendiren, geleceği kurgulayan bir Cumhurbaşkanlığına ihtiyacımız var.
Kıbrıs Türk halkı, hak ettiği saygınlığı sadece uluslararası alanda değil, kendi iç sisteminde de yeniden inşa edebilir.
Bu seçim, içinde bulunduğumuz sistemin ayağa kalkması için bir başlangıç olabilir.
Ve bu başlangıcın adı: Değişim.