Enerji Gerçekleri, Seçim Masalları

Forbes Türkiye’de Mehmet Öğütçü’nün yayımladığı analiz, Türkiye-İsrail ilişkilerinin özellikle enerji ekseninde sıcak hesaplarla yeniden şekillenmeye başladığını ortaya koyuyor.

İsrail gazının Avrupa’ya taşınmasında en ekonomik ve güvenli güzergâhın Türkiye üzerinden geçtiği artık kimse için sır değil.

Bu denklemde Kıbrıs’ın hem siyasi hem coğrafi konumu belirleyici önemde.

Ancak bu gerçek bazı çevrelerin seçim sürecinde halkın korkularını kaşımak için ürettiği komplo söylemlerinin gölgesinde bırakılmak isteniyor.

Son günlerde bazı medya organlarında “İsrail’in hedefinde KKTC mi var?” gibi kurgusal başlıklarla servis edilen içerikler, güvenlik endişeleri üzerinden milliyetçi refleksleri harekete geçirme çabasının bir parçası.

Bu tür yayınlar Ersin Tatar’ın adaylığını beslemeye yönelik bilinçli stratejilerin parçası olarak kurgulanıyor.

Tatar’ın çözüm karşıtı söylemleri böylesi yapay kriz ortamlarında daha kolay meşruiyet kazanıyor.

Ancak Kıbrıs’ta halkın güvenlik endişelerine oynayarak seçim kazanılamaz.

Bu yöntem Kıbrıs Türk halkının uluslararası hukukta görünürlük kazanma mücadelesini zayıflatmaktan başka bir işe de yaramamaktadır.

İsrail’in bugüne dek KKTC’yi doğrudan tehdit eden hiçbir diplomatik ya da askeri girişimi olmamıştır.

Genel kanı odur ki İsrail için temel öncelik, enerji ihracatının güvenliğini sağlayacak bir siyasi ve teknik istikrardır.

Bu çerçevede, KKTC’ye dönük bir saldırgan tutum geliştirmesi rasyonel bir dış politika hesabıyla açıklanamaz.

Ortadoğu’da zaten birçok cephede riskler barındıran İsrail’in Türkiye gibi stratejik bir ortakla enerji diplomasisini geliştirmeye çalışırken Kıbrıs’ın kuzeyine yönelmesi akıl dışı bir senaryo olurdu.

Bu bağlamda, “İsrail KKTC’yi hedef alıyor” iddiası ne jeopolitik verilerle ne de enerji stratejileriyle uyuşmaktadır.

Son günlerde İsrail basınında yer aldığı şekilde servis edilen “Türkiye Kıbrıs’tan çıkarılmalı” minvalindeki analizler resmi devlet politikası olarak değil marjinal bir görüş olarak değerlendirilebilir.

İsrail’de kamuoyunu şekillendiren düşünce kuruluşları var.

Esas izlenmesi gereken de onlardır.

Ki oralarda da Türkiye ile enerji ve güvenlik işbirliğinin derinleştirilmesi gerektiği yönünde güçlü bir konsensüs olduğu bilinmektedir.

Bu tür çıkışlar Kıbrıslı Rumlara yaranmaya çalışan birilerinin etkisiyle tabi ki gündeme gelebilir ancak bunları sanki İsrail hükümetinin resmi politikasıymış gibi yerelde seçim sürecinde kullanmayı denemek tam bir çaylaklıktır.

Unutulmamalı ki İsrail 2016 sonrası enerji diplomasisinde Türkiye ile işbirliğini stratejik bir öncelik olarak tanımlamış ve bu çizgi siyasi dalgalanmalara rağmen tamamen terk edilmemiştir.

Türkiye ile İsrail arasında yeniden canlanmaya başlayan enerji işbirliği Kıbrıs’ta çözüm perspektifini dışlayan siyasetlerin aslında ne kadar kısa vadeli olduğunu da gözler önüne seriyor.

Zira İsrail gazı boru hattının Avrupa’ya ulaşabilmesi için en makul güzergâh Türkiye’dir ve bu hattın önündeki en büyük siyasi engel Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğüdür.

Kıbrıs sorunu çözülemediği sürece doğalgaz boru hatları ya deniz altından daha pahalı ve riskli yollara mecbur kalacak ya da yıllar süren belirsizlikler içinde yatırımcıları kaçıracaktır.

Bu nedenle Türkiye ile İsrail arasındaki enerji koordinasyonu Kıbrıs’ta sürdürülebilir ve uluslararası toplumca tanınan bir çözüm ortamında ivme kazanabilir.

Bu bağlamda Kıbrıs’ta Ersin Tatar’ın izlediği yolun Türkiye’nin enerji diplomasisi vizyonuyla ciddi bir çelişki içerdiği artık daha net görülmelidir.

Türkiye-İsrail ilişkilerinin normalleşmesi yalnızca iki ülkenin değil Doğu Akdeniz’in tamamının jeopolitik dengesini etkileyecek sonuçlar doğuracaktır.

Bu süreçte Kıbrıs Türk halkının çözüm iradesini yükseltmesi enerji güzergâhlarında stratejik ortak olma potansiyelini artırabilir.

Unutulmamalı ki, doğal gaz boru hatları sadece enerji taşımaz aynı zamanda barışın, diplomasinin ve karşılıklı güvenin de altyapısını kurar.

Mehmet Öğütçü’nün analizinde vurguladığı gibi enerji diplomasisinin başarısı teknik fizibilite kadar siyasi öngörüye de bağlıdır.

Kıbrıs Türk halkı bu öngörüyü gösterebilir ve seçimlerde korkulara değil vizyona oy vererek geleceğini şekillendirebilir.

Toplumu korkuya ve içe kapanmaya değil vizyona ve çözüm perspektifi ile geliştirilen stratejilere yönlendirecek bir dil inşa etmek ise sorumluluk sahibi liderlerin yapabileceği bir şeydir.

Yorum bırakın