
Türkiye ile imzalanan 2016-2018 Dönemi Yapısal Dönüşüm Programı KKTC tarafından hazırlanan Orta Vadeli Program’ın önceliklerini yansıtan son protokol olma özelliğini taşıyor.
Bu program yerelden hazırlanan bir belge olma niteliğiyle kendi önceliklerini belirleyen bir kalkınma anlayışını temsil ediyordu.
10 yıl sonra geriye dönüp baktığımızda elimizde bir kalkınma hikâyesinden çok yerel iradenin yönsüzlüğünü anlatan bir tablo kaldı.
Bugün kamu maliyesi mahalli gelirlerle yerel giderleri karşılayamıyor.
Devlet maaş ödeyebilmek için iç borca başvuruyor.
Bir dönem kendi ayakları üzerinde durma söylemiyle başlayan yolculuk, şimdi borçla dönen bir sistemin hayatta kalma mücadelesine dönüştü.
2016-2018 Dönemi Yapısal Dönüşüm Programı, mali disiplini tesis etmeyi, kayıt dışı ekonomiyi daraltmayı, kamu yönetimini performans esasına dayandırmayı, eğitim ve sağlıkta verimliliği artırmayı hedefliyordu.
Ama 2025’e geldiğimizde tablo net, hedeflerin çoğu kâğıtta kaldı.
Kayıt dışı ekonomi hâlâ vergi sistemini zedeliyor.
Kamu borç stoku devasa boyutlara ulaştı.
Bütçe açığı kronik hale geldi.
Eğitim ve sağlıkta eşitlik yerine eşitsizlik büyüdü.
Kamu yönetimi verimlilik yerine hantallığı pekiştirdi.
Sonuç olarak 10 yıl önce mahalli gelirlerle yerel giderlerin karşılanması hedefiyle yola çıkan yapı bugün borçla maaş ödeyen bir kamu maliyesine dönüşmüş durumda.
Tufan Erhürman’ın Cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte Cumhuriyetçi Türk Partisi için yeni bir dönem başlayacak.
Kısa süre içinde partinin yeni genel başkanı seçilecek.
Cumhurbaşkanlığı seçimi süresince toplumun tüm kesimlerini kucaklayan, özveriyle kampanya sürecine katkı koyan CTP kadrolarının bu kez de aynı olgunluk ve sorumluluk duygusuyla hareket edeceğinden adım gibi eminim.
Onların emekleri, inançları ve demokrasiye olan bağlılıkları sayesinde bu kurultay süreci de bir demokrasi şöleni havasında tamamlanacak.
Çünkü CTP’nin gücü koltuklardan değil omuz omuza yürüyen yüreklerden gelir.
Kısa zamanda bir genel seçim yaşanacağından genel başkanlık görevine aday olacak isimleri ve parti kadrolarını ülkenin yeniden yapılandırılması sorumluluğu bekliyor olacak.
Üç temel görev açık.
Birincisi mali disiplinin gerçekten tesisi.
Mahalli gelirlerle yerel giderleri karşılayabilecek bir kamu yapısı kurmak artık bir tercih değil bir zorunluluk.
Popülist kararlarla günü kurtaran anlayışın yerini mali sürdürülebilirliği esas alan ciddi planlama almalı.
İkincisi yapısal reform süreçlerinin yeniden ciddiyetle başlatılması.
Eğitimden sağlığa, kamudan enerjiye kadar her alanda reformlar gösteriş için değil gerçekten işe yarayacak ve sorunları kalıcı biçimde çözecek şekilde yapılmalı.
Reform siyasetinin özü günü değil geleceği yönetmektir.
Üçüncüsü Türkiye ile ortak kalkınma vizyonuna geri dönmek.
2016 programının en önemli dayanaklarından biri Türkiye ile eşgüdümlü kalkınma hedefiydi.
Ancak talihsiz bir şekilde bir yandan yerel bütçenin kendi kendine yetebilmesi meselesi tahrif edilerek bu ortak vizyon yerine “Türkiye’siz de biz bu ülkeyi yönetebiliriz” yanılgısı ön plana çıkarıldı.
Diğer yandan ise oluşan siyasi konjonktürde, Türkiye’nin her daim Kıbrıs Türk halkını desteklediği gerçeği suistimal edilerek geleceği yönetme vizyonu terk edildi ve ülke kaynakları adeta talan edildi.
Her iki yaklaşım da kendi kendine yetme idealini değil gerçeklerden kopuk bir özgüven krizini temsil ediyor.
Sonuç olarak ne kendi kendine yeten bir ekonomi kurabildik ne de ortak hedeflerde istikrar sağlayabildik.
Tufan Erhürman Kıbrıs müzakerelerinde “önceki uzlaşıların hızlıca gözden geçirilmesi ve müzakerelere kaldığı yerden devam edilmesi” yaklaşımını ortaya koyarken aslında bir ilkesel duruş sergiliyor.
Bu duruşun özünde zaman kaybını değil ilerleme birikimini esas almak var.
Reform süreçleri için de aynı mantık geçerli.
En vahim hata Cumhurbaşkanlığı seçiminde hukukun üstünlüğü ve eşit yurttaşlık ilkeleriyle çerçevesi çizilen kardeşliğe dayalı yeni toplumsal süreçte değişim çizgisini popülizme teslim etmek olacaktır.
Reform geçmişi silmekle değil doğru bir geçmişin üzerine inşa etmekle olur.
Oysa son yıllarda hükümet bacağında yapılan tam da bunun tersi.
Sistemin zaaflarını ortadan kaldırmak yerine o zaaflardan siyasi fayda üretmeye çalışmak.
Açıkları kapatmak yerine genişleten bir yönetim tarzı.
Şeffaflık yerine gösteri.
Plan yerine tesadüf.
Hesap yerine mazeret.
Erhürman’ın müzakere masasında savunduğu “kaldığı yerden devam” mantığı bugün reform masasında da tek çıkar yoldur.
Çünkü istikrar devamlılıkla olur.
Devamlılık da samimiyetle.
CTP’nin yeni liderliğini bekleyecek en büyük görev UBP’nin bıraktığı yerden devam etmek değil kaldığı yerden değişimi yeniden gündeme taşıyabilecek kapasiteyi oluşturabilmektir.
Ülke artık plan isteyen değil sonuç bekleyen bir noktadadır.
Mali disiplin, yapısal reformlar, sosyal adalet ve Türkiye ile ortak kalkınma hedefleri birer teknik dosya değil varoluşsal zorunluluklardır.
Bu nedenle partinin yeni dönemi, ayakları yere basacak şekilde yeniden değişimin adresi olabilme hikâyesine dönüşebilmelidir.
Çünkü ülkenin geleceğini şekillendirecek olan şey sadece kimlerin hangi görevleri üstleneceği değil ülkeyi hangi ciddiyetle yönetecekleridir.
Kıbrıs müzakerelerinde olduğu gibi reformlarda da samimiyet esastır.
Erhürman’ın seçim kampanyası süresince çözüm konusunda vurguladığı gibi reform meselesi de bir irade işidir.
Kâğıt üzerinde değil vicdanda başlar, duygularla veya küçük siyasi hesaplarla değil akılla yönetilir.
Bugün Kıbrıs Türk halkının ihtiyacı borçla maaş ödeyen bir devleti değil iradesiyle ayakta duran bir yönetimi görmektir.
Ve bu irade ancak UBP’nin bıraktığı yerden değil doğru yerden yeniden başlamayı bilenlerle mümkün olur.