
22 Kasım sabahı Lefkoşa Kabristanlığı’nda Özker ve Zehra Özgür’ü aramızdan ayrılışlarının 20’nci ve 17’nci yıllarında sevgi ve özlemle anacağız.
Özker Özgür’ün karşılıklı kabul edilebilir çözüm idealine ömrünü adaması, bugün onu hatırlarken duyduğumuz sorumluluğu ve taşıdığımız değeri her yıl daha da derinleştiriyor.
Bu uğurda pek çok bedeller ödedi.
Bedeller onu yolundan döndürmedi.
Kararlılığı ve mücadele azmi sayesinde ölümünün üzerinden 20 yıl geçmiş olmasına rağmen Kıbrıs’ın kuzeyinde de güneyinde de saygın bir lider olarak anılmaya devam ediyor.
Topluma mal olmuş insanların hikâyelerinin zaman zaman güncel siyasi tartışmaların gölgesinde yorumlanması doğal görülse de esas olan o hikâyenin ışığını geleceğe taşıyabilmektir.
20 yıldır Özker Özgür’ün adının geçmişe duyulan nostaljik bir özlemin değil ilerlerken yolumuzu aydınlatan bir ışığın sembolü olarak görülmesi için hassas bir duruş sergiliyoruz.
Bu hassasiyet nedeniyle hayal kırıklığı yaşayanlar da olabiliyor.
Onlar adına elbette üzgünüz.
Ancak Özker Özgür’den öğrendiğimiz en önemli şey nedir diye sorsalar herhalde verilebilecek en yalın cevap, duygusallığa ve günübirlik hesaplara kapılmadan yalnızca ülkenin ve toplumun çıkarlarına odaklanma becerisine dört elle sarılmaktır derdik.
Onu anlayarak anabilmenin en doğru yöntemi de bu olsa gerek.
Tam da bu nedenle babamın yıllar önce söylediği şu cümleyi bu yıl onu anarken bir kez daha topluma hatırlatma ihtiyacı hissediyoruz:
“Bu düzen değişmelidir. Öyle bir düzen kurulmalıdır ki ekmek hem büyüsün hem de büyüyen ekmek adilce bölüşülsün.”
Bu söz yalnızca geçmişin değil bugünün de çağrısıdır.
Hepimizin daha adil, daha üretken ve daha öngörülebilir bir düzen için ortak sorumluluğunu hatırlatır.
Bugün KKTC’de ekmeğin büyümesi de büyüyen ekmeğin adil bölüşülmesi de aynı derecede stratejik bir meseledir.
Ekonominin büyümesi için önce belirsizlikleri azaltan bir yönetişim aklına ihtiyaç vardır.
Türkiye ile ilişkiler bu noktada belirleyici öneme sahiptir.
Küçük bir ada ülkesi olmamız, doğal kaynaklara sahip olmayışımız ve Kıbrıs sorunu sebebiyle dış finansmana erişimimizin kısıtlı oluşu nedeniyle Türkiye ile dış yardım ilişkimiz hem bizim için hem de Türkiye için kaçınılmaz bir gerçeklik olarak kabul edilmelidir.
Ancak bu ilişkinin karşılıklı fayda temelli yapılandırılabilmesi yönünde çaba göstermek zorundayız.
Burada hem Türkiye’ye hem bize büyük görevler düşmektedir.
Türkiye’nin demokrasimize saygı gereği partiler arasında tercih yaparak dış yardım ilişkisini bir araca dönüştürmekten kaçınması en büyük beklentimizdir.
Diğer yandan bizlerin de Türkiye kaynaklarının sadece belirli bir kesime değil toplumun geneline fayda sağlayacak şekilde kullanılmasına özen göstermesi şarttır.
Bu nedenle Türkiye’den sağlanan imkanların cari bütçeye yama olarak değil ekonomik kalkınmaya doğrudan etki edecek şekilde yönlendirilmesi gerekir.
Mali disiplini tesis edecek ve yapısal reformlarla reel ekonomimizi güçlendirecek adımlara odaklanmak bu açıdan hayati önem taşır.
Özker Özgür’ü anarken onun zorluklara rağmen karşılıklı kabul edilebilir çözüm iradesini savunmasından her zaman esinlenmeliyiz.
Bugün de toplumsal gelişimimiz için aynı kararlılığa ihtiyaç var.
Türkiye ile ilişkilerin doğru zemine oturtulması da bu kararlılığın bir parçasıdır.
Bazen eleştirilmeyi göze almak zorunda kalabiliriz.
Ancak bu cesaret hem ekmeğin büyümesine hem de adil paylaşılmasına hizmet eder.
Bu nedenle ciddi, tutarlı ve değişime açık bir yaklaşımı sahiplenmek hepimiz için ilkesel bir konu olmalıdır.
Bu çerçevede yapısal reformların ertelenemez bir gereklilik olduğu açıktır.
Gelir politikalarının rasyonalize edilmesi, vergi tabanının genişletilmesi ve kayıt dışı ekonomiyle etkin mücadele, ekmeğin büyümesini sağlayacak temel adımlardır.
Ancak babamın öğrettiği gibi büyüyen ekmeğin adil bölüşümü olmadan gerçek bir toplumsal ilerlemeden söz edilemez.
Sosyal devlet mekanizmalarının güçlendirilmesi hem ekonomik hem de siyasal istikrar için hayati önem taşır.
Eğitime erişimde fırsat eşitliği toplumsal hareketliliğin ve üretim kapasitesinin temelidir.
Özker Özgür’ün siyaset anlayışında bu noktalar hiçbir zaman tali başlıklar olmamıştır.
Onun mücadelesi, toplumun tamamını daha iyiye taşıyacak bir siyasal ve sosyal düzenin inşası üzerine kuruluydu.
Tam da bu nedenle, Kıbrıs sorununun çözümü konusundaki kararlılığı iç politikada savunduğu sosyal adalet ilkeleriyle aynı kaynaktan besleniyordu.
Son Cumhurbaşkanlığı seçiminde ortaya çıkan irade de bu fikirlerin tarihsel bir devamı niteliğindedir.
Kıbrıs Türk halkı bir yandan karşılıklı kabul edilebilir çözüm vizyonuna sahip çıkarken, diğer yandan da geleceğini ipotek altına almayan gerçekçi bir siyasal çizgi etrafında kenetlendiğini göstermiştir.
Özker Özgür yaşasaydı yeni Cumhurbaşkanının çözüm perspektifini ötekileştirmeyen tutumunu mutlaka takdir ederdi.
Bu noktada Tufan Erhürman’ın Ankara ziyareti sonrasında ortaya çıkan pozisyon, Türk tarafının uluslararası toplumla daha rasyonel bir zeminde ilişki kurabilmesi açısından dikkate değerdir.
Erhürman’ın çizdiği çerçeve, müzakere masasına dönülebilmesi için güven artırıcı adımların hem iç politikada hem de dış ilişkilerde uyumlu biçimde ilerlemesi gerektiğini işaret ediyor.
Bu yaklaşım, KKTC’nin ekonomik ve siyasal reform süreciyle doğrudan bağlantılıdır.
Çözüm perspektifinin güçlenmesi yalnızca iki toplum arasındaki ilişkileri değil KKTC’nin ekonomik görünürlüğünü, yatırım ortamını ve toplumsal umut iklimini de olumlu yönde etkileyecektir.
Babamın mücadelesinin özünde yatan da tam olarak buydu:
Bu adada yaşayan herkesin daha iyiye, daha güzele doğru ilerlediği bir düzenin kurulması.
Ve o düzen değişmelidir derken kastettiği hem içeride hem dışarıda tutarlı bir adalet arayışıydı.
Bugün hâlâ bu ışıktan öğrenilecek çok şeyimiz var.
Ve ona gösterilebilecek en büyük saygı, bu ışığı güncel kısır çekişmelerle gölgelemek değil geleceği kurarken yolumuza rehber yapmak olacaktır.