Aynı Adada Reformların İki Hikayesi

Kıbrıs’ın kuzeyi ile güneyi arasındaki gelir farkının giderek açılması kamuoyunda çoğu zaman Güney Kıbrıs’ın ekonomik olarak çok daha başarılı olduğu, reformlarını eksiksiz uyguladığı ve her şeyin güllük gülistanlık bir düzen içinde yürüdüğü şeklinde yorumlanmaktadır.

Halbuki Güney’de kişi başı gelir yüksek olsa da enerji, yargı, kamu yönetimi ve atık yönetimi gibi kritik alanlardaki reform tıkanıklıkları uzun süredir AB Komisyonu tarafından sert şekilde eleştirilmektedir.

Her iki tarafın içinde bulunduğu ilişki ağlarının ürettiği reform kapasitesi bana göre kişi başı gelirden çok daha önemlidir.

Güney Kıbrıs, Avrupa Birliği çerçevesinin sağladığı kurumsal çapa sayesinde dış finansman, standartlar ve piyasalara erişimde güçlü avantajlara sahiptir.

AB fonları ve Reform ve Dayanıklılık Mekanizması, güneyde reformu zorunlu hale getiren bir dış baskı unsuru oluşturur.

Reform yapılmazsa fon akmaz.

Bu nedenle güneyin reform gündemi sürekli AB’nin değerlendirmesi altındadır.

Bu tabloyu kuzey açısından değerlendirdiğimizde karşımıza bambaşka bir zorluk seti çıkmaktadır.

KKTC’de durum doğal olarak farklıdır.

Türkiye’den sağlanan destek yaşamsal önemdedir ancak bu destek son yıllarda reform koşullarına değil siyasi uyuma dayanır.

2008-2018 döneminde reform koşuluna bağlı destek denenmiş fakat bu kez de yereldeki direnç Türkiye’yi kolaycılığa yönlendirmiş ve ilişki biçiminin aslına rücu etmesine yol açmıştı.

Bu nedenle kuzeyde reformlar hep askıdadır.

Kuzeyde sorun 1974 sonrasında oluşan siyasi kültürün reformu yöneten değil reformdan kaçınan bir pratik üretmesi ve bunun hala revize edilememiş olmasıdır.

Şimdilerde ise KKTC’de görevde olan hükümet uzun süreli yıpranmışlığın ve toplumsal güvensizliğin yükünü taşımaktadır ve gidilecek köyün minareleri görünmüştür.

CTP’de geçtiğimiz pazar gerçekleşen genel başkanlık seçimi sonrası Sıla Usar İncirli liderliğinde yakın dönemde bir hükümet değişimi yaşanabileceğine dair toplumsal beklenti hızla güçlenmiştir.

Bu beklenti mevcut hükümetin değişim ihtiyacına yanıt veremediği yönündeki kanaatin de bir yansımasıdır.

Ancak güneyde yaşanan örnekler önemli bir gerçeği hatırlatır.

Çapa tek başına reform üretmez; reformu ancak kararlı, tutarlı ve kurumsal bir yönetim kültürü üretir.

Avrupa Komisyonu’nun 2024 değerlendirmesi bunu açıkça göstermektedir.

Komisyon, “Elektrik piyasasının açılması tamamlanmamış en önemli reformdur ve gecikmeler Kıbrıs’ı AB enerji kurallarından uzaklaştırmaktadır” diyerek enerji alanındaki gecikmeleri sert biçimde eleştirmektedir.

Yargıda da uzun dava süreleri AB içinde en sorunlu ülkelerden biri olmaya devam etmektedir.

Kamu yönetiminde liyakat esaslı terfi sistemi ve modern yönetim araçlarının hayata geçirilmesi ise yıllardır siyasi uzlaşı eksikliği nedeniyle ilerleyememektedir.

Vergi ve atık yönetimi reformları benzer şekilde “uygulama beklemede” statüsünde kalmıştır.

Bu tablo, güneyde çapa olmasına rağmen reform kapasitesinin sınırlı kaldığını göstermektedir.

Kuzeye baktığımızda ise reform isteğinin müphemliği bir yana kurumsal çapa eksikliği dikkat çeker.

Bu nedenle KKTC’nin reform sürecinin başarılı olabilmesi için hem yeni bir siyasi iradeye hem de Türkiye ile ilişkiyi yeniden tanımlayan kurumsal bir çerçeveye ihtiyaç vardır.

KKTC’nin reform sürecinin rayına oturması için Türkiye ile ilişkide şeffaf, ilkeli ve kurumsal bir yaklaşım benimsenmelidir.

Bu ilişkinin siyasi sadakat üzerinden değil karşılıklı saygı, ortak fayda ve uzun vadeli planlama temelinde yürütülmesi gerekmektedir.

Türkiye’den sağlanan kaynakların toplumsal faydayı artıracak şekilde kullanılabilmesi için performans göstergeleri, denetim mekanizmaları ve veriye dayalı yönetim araçları zorunludur.

Bu yaklaşım hem toplumda hem de Türkiye nezdinde güveni artıracaktır.

Cumhurbaşkanı Erhürman’ın Türkiye ile ilişkilerde hem ilkeli hem de çözüm odaklı bir diplomasi yürütmesi, reform gündeminin Ankara ile temaslarda bir pazarlık unsuru değil ortak geleceği şekillendiren stratejik bir eksen olduğunu kararlılıkla savunması gerekir.

Sıla Usar İncili liderliğindeki CTP’nin reformları önceleyen bir yaklaşımla ve henüz muhalefetteyken Türkiye ile kuracağı şeffaf ve ilkeli temasların topluma erken bir güven duygusu vereceğini düşünüyorum.

Bu temaslar olası iktidar değişikliği sürecinde ortaya çıkabilecek belirsizliği azaltacak ve yeni dönemin temel ilkelerine dair topluma öngörü kazandıracaktır.

Bu çerçevede yürütülecek temasların kurumsallaşmayı ve uzun vadeli ortak çıkarı güçlendiren bir niteliğe sahip olması büyük önem taşımaktadır.

Elbette reformun sadece dış ilişkiler boyutu yoktur.

İçeride de süreci taşıyacak toplumsal ortaklara ihtiyaç vardır.

Bu noktada sendikalarla kurulacak ilişki belirleyici olacaktır.

Sendikalar KKTC’de güçlü bir demokratik aktördür ve reform süreçlerinde söz sahibi olmaları doğaldır.

Pek çok reform yalnızca belirli kesimlerin değil toplumun bütününün uzun vadeli yararınadır.

Yeni dönemde sendikalarla karşılıklı güveni artıran ve ortak sorumluluk duygusunu büyüten bir diyalog kurulurken reform gerekliliği konusunda kararlı bir çizgi izleyen dengeli bir yönetişim anlayışı oluşturulmalıdır.

Bu anlayışın hayata geçmesi için yönetim kültürünü iyileştiren ve ekip çalışmasını esas alan bir yaklaşım gerekmektedir.

Reformların başarısı kişisel tercihlerden çok bu kurumsal kapasitenin sürekli geliştirilmesine bağlıdır.

Sıla Usar İncirli liderliğinde oluşması beklenen yeni döneme duyulan umut da büyük ölçüde onun kapsayıcılık vurgusuna yani kurumsal yönetişim beklentisine dayanmaktadır.

KKTC’nin reform sürecindeki kırılganlık ancak bu yaklaşımın temsil ettiği denge, açıklık ve kararlılık ile aşılabilir.

Reform ertelendikçe gelecek de ertelenmektedir.

Ve bu adada hangi tarafta yaşarsak yaşayalım kaybedilen her yıl ortak geleceğimizden eksilmektedir.

Reform iradesi yalnızca bugünü değil çocuklarımızın yarınını da şekillendirmektedir.

Yorum bırakın