
Bütçe demokrasinin en ciddi sınavıdır.
KKTC’de 2026 Mali Yılı Merkezi Devlet Yönetimi Bütçe Yasa Tasarısı 31 Ekim’de Bakanlar Kurulu tarafından Cumhuriyet Meclisi’ne sunuldu.
Bu yazıda bütçedeki sayılara yer vermeyeceğim çünkü anlatmak istediğim başka bir şey var.
Her bütçe dönemi aslında halkın parasının nasıl harcandığını konuşma fırsatıdır.
Halktan toplanan her kuruşun hangi amaca hizmet edeceği konuşulabildiği ölçüde demokrasi gelişir.
Fakat bizde bu süreç yıllar geçtikçe özünü kaybetti.
Bütçe görüşmeleri gelir ve gider politikalarını tartışmak yerine meclis kürsüsünden hükümetin yaptıklarını ya da yapmadıklarını eleştirme platformuna dönüştü.
Oysa gelişmiş ülkelerde bütçe görüşmeleri siyasetin en nitelikli zeminidir.
İngiltere’de muhalefet eğitim bütçesindeki kesintilerin çocukların geleceğine etkisini rakamlarla anlatır.
Almanya’da Yeşiller enerji dönüşümünü mali disiplinle birlikte tartışır.
İsveç’te sosyal demokratlar sosyal yardımları savunurken borç dengesini gözetir.
Her parti kendi vizyonunu bütçe üzerinden topluma anlatır.
Çünkü bütçe bir mali belge değil bir niyet beyanıdır.
Bizde ise bu niyet çoğu zaman belirsizdir.
Bazen de boşlukta konuşurmuşçasına temelsiz ve hayali argümanlarla ifade edilir.
Ülkenin koşulları, imkânları, öncelikleri çoğu zaman göz ardı edilir.
Pandemi sonrasında Ersin Tatar ve Ünal Üstel hükümetlerinin yürüttüğü popülist seçim ekonomisi politikaları bütçe disiplinini tamamen bozdu.
Kamu harcamaları hızla artarken gelirler aynı oranda yükselmedi.
Aradaki fark bütçe açığını büyüttü.
Sonuçta bütçe açığı büyüdü, devletin finansman ihtiyacı arttı.
Borçlanma artık yatırımın değil günü kurtarmanın aracı haline geldi.
Faiz ödemeleri kamu kaynaklarını üretken alanlardan daha da uzaklaştırdı.
Devletin manevra alanı daraldı, mali bağımsızlık zayıfladı.
Bugün Başbakan ve iki koalisyon ortağının başkanları Ankara’ya gitmeyi planlıyor.
Basında bu ziyaretin bütçe görüşmelerinin devam edebilmesi açısından büyük önem taşıdığı yönünde haberler yer aldı.
Oysa 15 Kasım törenleri için yapılacak ziyarette zaten pekâlâ böyle bir görüşme fırsatı doğacaktı.
Sırf gösteriş olsun diye ayrı bir Ankara programı oluşturmak “şeker suya mı düştü” dedirtecek kadar gereksiz bir telaş görüntüsü yaratıyor.
Bütçe gibi ciddi bir konunun şekilsel hamlelerle gölgelenmesi ise devlet ciddiyetine zarar veriyor.
Bu tablo bir mali müzakerenin ötesinde ülkenin kendi bütçesini yönetme kapasitesiyle ilgili ciddi bir sorgulamayı da beraberinde getiriyor.
Bütçenin sürdürülebilirliği Ankara’daki temaslara bağlı hale gelmişse sadece mali denge değil siyasi varlık da tartışmalı hale gelmiştir.
Oysa Türkiye ile ilişkiler karşılıklı bağımlılığı değil karşılıklı ilerlemeyi güçlendiren bir anlayışa dayanmalıdır.
Aynı para birimini kullanan iki ülke arasında ekonomik işbirliği, ortak kalkınma hedeflerine dayalı bir çerçevede ele alınmalıdır.
Böyle bir ilişki yardıma dayalı değil karşılıklı faydaya ve verimliliğe dayalı bir yapıya dönüşmelidir.
Başbakan ve koalisyon ortakları Ankara’ya seçim endişesiyle değil ülkenin geleceğini düşünerek gitmelidir.
Reformları ertelemek, bütçe açığını görmezden gelmek ve sorumluluğu başkasına bırakmak doğru bir yaklaşım değildir.
Türkiye’nin tutumu da bu noktada belirleyici olacaktır.
Ankara partilerden bağımsız bir anlayışla KKTC’nin sürdürülebilir bir mali yapıya kavuşmasını öncelemelidir.
Yapılacak katkıların ortak kalkınma hedeflerine hizmet eden, etkin ve verimli sonuçlar doğurmasına önem verilmelidir.
Bu Türkiye’ye de yakışan duruştur.
Esas konumuza dönecek olursak, bütçemize ilişkin oluşan genel tablo teknik bir mesele olmanın ötesinde siyasi bir uyarıdır.
Çünkü bütçe açığı büyüdükçe devletin kendi önceliklerini belirleme gücü de azalır.
Borç ve faiz yükü arttıkça halkın ödediği vergilerin daha büyük kısmı hizmete değil geçmişin yükünü taşımaya gider.
Bu da hem kamusal güveni hem demokrasinin meşruiyetini aşındırır.
Dar gelirli kesimler bu döngüden en fazla etkilenen kesimdir.
KDV, harçlar ve başta akaryakıt olmak üzere uygulanan tüm fonlar herkesten aynı oranda alındığı için en ağır yük yine düşük gelirli yurttaşın sırtına biner.
Temel gıda, ulaşım ve enerji gibi zorunlu harcamalar pahalanır.
Bütçe açığı azalabilir ama adalet açığı büyür.
İşte bu yüzden bütçeyi doğru tartışmak sadece mali bir sorumluluk değil aynı zamanda eşitlik ve varoluş meselesidir.
Bütçenin nasıl yapıldığı bir ülkenin vatandaşına ne kadar değer verdiğini gösterir.
Kaynakların adil kullanımı bir toplumun kendine duyduğu saygının ölçüsüdür.
Bugün toplumsal gelişimi önemseyen, kamu yararını önceleyen ve demokrasinin niteliğini artırmayı hedefleyen kesimlerin yeni bir sorumluluğu vardır.
Sadece eleştiren değil çözüm üreten bir yerde durmak gerekir.
Ayakları yere basan, ciddi, tutarlı politikalar geliştirilmelidir.
Bu politikalar halkın beklentilerine dayanmalı, ülkenin gerçekleriyle uyumlu olmalıdır.
Bunu başarabilen bir siyaset, sadece mali disiplini değil adaleti ve güveni de yeniden inşa eder.
Çünkü demokrasi sadece sandıkta değil bütçede başlar.
Ve halkın ödediği her kuruşun hesabını sorabilen bir siyaset kültürü bu halkın varoluşunu onurlandıran en güçlü dayanaktır.