Hasipoğlu’nun Egemenlik Çelişkisi

Egemenlik bir devleti ayakta tutan en iddialı kelimelerden biridir.

Ama aynı zamanda içi en hızlı boşaltılabilen kavramlardan biridir.

Son günlerde Çalışma Bakanı Oğuzhan Hasipoğlu’nun hem egemenlik hem de emeklilik yaşı üzerine yaptığı açıklamalar bu boşalmanın nasıl gerçekleştiğini açık biçimde göstermektedir.

Hasipoğlu, Cumhurbaşkanı Tufan Erhürman’ı eleştirirken “bizi ucu açık federasyon görüşmelerine sürükleyen bir ortak açıklamaya imza atıldı” diyerek bunun Kıbrıs Türk halkının egemenliğine zarar verdiğini savundu.

Aynı siyasetçi emeklilik yaşı tartışmalarında ise “aktif-pasif dengesi 4’e yaklaşırsa emeklilik yaşının düşürülmesi neden gündeme gelmesin” diyerek 55 yaş ihtimalini açık kapı olarak bıraktı.

Bu iki cümle yan yana konulduğunda ortaya çıkan tablo egemenlik söylemi ile mali gerçeklik arasındaki derin çelişkiyi ele vermektedir.

Çünkü egemenlik sadece müzakere masasında kullanılan bir kavram değildir.

Egemenlik devletin kendi aldığı kararların mali bedelini kendi kaynaklarıyla karşılayabilme kapasitesidir.

Emeklilik yaşı ise bu kapasitenin en somut sınandığı alanlardan biridir.

Bir devlet emeklilik yaşını düşürüyorsa daha uzun süre maaş ödemeyi, daha fazla pasif yük taşımayı ve daha büyük bütçe baskısını göze alıyor demektir.

KKTC’de bu baskının nasıl karşılandığı ise herkesin malumudur.

Bütçe dengesi uzun süredir Türkiye’den gelen kaynaklarla ayakta durmaktadır.

Bu gerçek ortadayken erken emeklilik vaadi sosyal devlet değil bağımlılığı derinleştiren bir tercihtir.

Hasipoğlu’nun “denge 4’e yaklaşırsa” vurgusu da bu nedenle sorunludur.

Çünkü KKTC’de aktif sigortalıların önemli bir kısmı yabancı çalışanlardan oluşmaktadır.

Bu kişiler geçicidir.

Çoğu KKTC’den emekli olmayacaktır.

Primleri düşüktür.

Ama istatistiklerde aktif sigortalı olarak yer alırlar.

Bu durum aktif-pasif dengesini kağıt üzerinde iyileştirir.

Ama sistemin gerçek finansman kapasitesini güçlendirmez.

Geçici yabancı işgücü üzerinden kalıcı emeklilik hakkı dağıtmak egemen devlet aklıyla bağdaşmaz.

Bu rakamlarla siyaset yapmaktır.

Egemenlik ise rakamların arkasına saklanmayı değil rakamlarla yüzleşmeyi gerektirir.

Tam da bu noktada dünyaya bakmak gerekir.

Avrupa Birliği üyesi ülkeler son on beş yıldır emeklilik yaşını düşürmeyi değil yükseltmeyi tartışmaktadır.

Fransa, büyük toplumsal tepkilere rağmen emeklilik yaşını 64’e çıkarmış, gerekçe olarak artan yaşam süresini ve sosyal güvenlik açıklarını göstermiştir.

Almanya, emeklilik yaşını kademeli olarak 67’ye taşırken bunu nesiller arası adalet kavramıyla savunmaktadır.

İtalya ve İspanya, erken emeklilik kapılarını daraltmış, prim gün sayılarını artırmış, sistemi mali açıdan sürdürülebilir kılmaya çalışmıştır.

Bu ülkeler güçlü ekonomilere, derin sermaye piyasalarına ve yüksek vergi kapasitesine sahip olmalarına rağmen sosyal güvenlikte popülizmi değil reformu tercih etmektedir.

Biz ise bütçesi dış kaynaklarla ayakta duran, sosyal güvenliği kırılgan bir yapıya sahip bir ülkede, emeklilik yaşını düşürmeyi siyaset zannediyoruz.

Dünya Mersin’e giderken, biz tersine gitmeyi siyaset mi zannediyoruz?

Üstelik mesele sadece emeklilik yaşı da değildir.

Bugün KKTC’de bankalardaki mevduatların önemli bir kısmı üretken yatırımlar için değil devletin borçlanarak maaş ödeyebilmesi için dolaylı biçimde kullanılmaktadır.

Yani devlet kendi cari harcamalarını finanse edebilmek için toplumun birikimlerine borçlanmaktadır.

Bu teknik olarak bir likidite meselesi gibi sunulsa da ekonomik olarak egemenliğin en açık ihlalidir.

Egemen devlet maaşını borçla ödeyen değil borcunu geliriyle yöneten devlettir.

Bankadaki mevduata dayanarak kamu maaşı ödemek egemenlik değil borç çevrimidir.

Bu yapı devleti güçlü kılmaz.

Devleti kırılganlaştırır.

Bir yanda “egemen eşitlikten taviz veriliyor” diyerek Cumhurbaşkanlığı makamı sert biçimde eleştirilirken diğer yanda borçla dönen bir kamu düzenini kalıcı hale getirecek popülist vaatlerin tartışmaya açılması ciddi bir tutarsızlıktır.

Egemenlik başkasına muhtaç olmadan karar alabilmektir.

Ama o kararların faturasını ya dış kaynaklara ya da toplumun birikimlerine kesiyorsanız orada egemenlik değil retorik vardır.

Erken emeklilik kısa vadede alkış alabilir.

Ama uzun vadede bütçe açıklarını büyütür, sosyal güvenliği kırılganlaştırır ve siyasal manevra alanını daraltır.

Bu da egemenliğin güçlenmesi değil zayıflamasıdır.

Biz Kıbrıs’ta çözüm hedefine sıkı sıkıya bağlı bir gelenekten gelen insanlar olarak siyasi eşitliğe dayalı ortak egemenliği savunmayı tarihsel bir sorumluluk olarak görüyoruz.

Ama bunu yaparken bugün sahip olduğumuz yapının ileride kurulacak yeni düzenin iki temel taşından biri olacağı bilinciyle hareket edilmesi gerektiğini de ısrarla vurguluyoruz.

Çünkü sürdürülebilirlik sadece bugünü değil geleceği de ciddiye almak demektir.

Mali gerçekleri görmezden gelen hiçbir siyasal söylemin çözüm iddiası taşıması mümkün değildir.

Bu nedenle bizi çözümsüzlüğe mahkum eden zihniyetin bir yandan içi boş bir egemenlik vaadi sunarken diğer yandan devleti çökertecek popülist vaatlerden hala medet ummasını anlamakta zorlanıyoruz.

Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde şunu açık ve net biçimde ifade etmiştim:

İki devlet söylemi bir çözüm perspektifi değil dizleri üzerine çökmenin ve vilayetleşme sürecinin yapı taşına dönüşmüş bir siyasetsizliktir.

Egemenlik iddiası altında sunulan bu yaklaşım devleti güçlendirmemekte aksine onu mali ve kurumsal olarak zayıflatmaktadır.

Ama artık endişeli değiliz.

Umutluyuz.

Çünkü halkımız ortaya koyduğu somut irade ile bu softa şaşırtmacasını reddetmiştir.

Bu topraklarda gelecek yüksek sesli sloganlarla değil akıl, ciddiyet ve sorumlulukla kurulacaktır.

Ve gerçek egemenlik günü kurtaran popülizmde değil çözümü mümkün kılan sürdürülebilir devlet aklında hayat bulacaktır.