Dünya büyük bir ekonomik krizin pençesinde kıvranırken, gelişmekte olan ülkelerde siyasetin başarısı “reformların hızı” ile ölçülür oldu. Hal bu iken Kıbrıs Türk siyasetinin basit olaylarla anılıyor olması, toplumsal bir yaraya dönüştü. Değişimle ilgili pozitif bir toplumsal algı oluşana dek siyasetin işlevi ve siyasetçiye güven sorgulanacağından, siyasetimiz, iktidarıyla ve muhalefetiyle, statükoyu temsil etmediğini ispatlamak zorundadır. Halkının refahı ve mutluluğu için çalışacağına namusu ve şerefi üzerine ant içerek göreve başlayan milletvekilleri de odağında toplumsal gelişme olan yeni bir dilin sözcüleri olabilmelidirler.
Aklıselim sahibi insanların siyasetten beklentisi köklü reformlardır. Siyasete güvensizliğin temelinde bu yatmaktadır. Siyasetimiz, kendi beyin gücümüzü devreye sokup köklü reformlar yapabilmelidir. Yıllardır pek mühim meseleler üzerinden siyaset yarıştırırken halı altına attığımız somut sorunlarımız yok olmadı, tam aksine toplumsal birer yara haline geldi. Üstelik görev sadece dış dinamiklerin talep ettiği reformları yapmak da olmamalıdır. Bu, zevahiri kurtarmaktır, ülkeyi yönetmek değil. Kendi irademizle gündeme getireceğimiz reformlarla kendi kendimizi yönetmeyi başarmalıyız. Halkının temel sorunlarını dış baskı olmaksızın çözebilmelidir siyaset kurumu. Siyasetin gündemi bu olmalıdır. Çünkü toplumun birikmiş sorunlarını çözmeye odaklanmamış bir siyasetin ne işe yaradığı açıkça tartışılmaktadır artık…
“Demagoji ve popülizm istemiyoruz” diyen dağınık ama oldukça geniş bir toplumsal kesim oluşmuşken birileri toplumdan kopmak pahasına popülist çıkışlar yapıyorsa, örneğin kürsü işgaliyle gündem yaratmayı deniyorsa ve karşılığı da zorbalık oluyorsa, tüm bunlara gösterilen tepkilere ilişkin toparlayıcı olabilmek adına geleneksel siyasetin ötesinde bir söz söylemek zamanıdır şimdi…
Meclisin düzeyini iyiden düşüren UBP ve TDP’nin günün ihtiyaçlarına cevap vermekten çok uzak bir siyaset yürüttüğü sıra dışı ve beklenmedik şekillerde tespit ediliyorken bir soru kafaları kurcalamaktadır. Değişimi hangi parti gerçekleştirecektir?
Sözde vesayete karşı olup siyasi tavırlarıyla batmış sistemin Türkiye tarafından suni teneffüsle yaşatılmasını talep eder konumdadır TDP. UBP ise AK Parti’ye devretmiştir tüm yetkilerini. Güzel sözlerle yepyeni bir sisteme yelken açmamız gerektiğini ortaya koyarak değişim yanlısı olunamayacağını da biliyoruz çünkü değişim, temel paradigma olmalıdır. Ya değişime sahip çıkacağız, her kesimi ve her değişim yanlısı bireyi temsil edebilecek bir yeni siyaset üzerinde duracağız veyahut da gündelik siyasetin esiri olup statüko ile anılmayı kabulleneceğiz…
Bir tarafta 13. maaşları ödeyebilmek için Türkiye’nin zorlamasıyla “reform” yapan bir iktidar, diğer tarafta popülist yaklaşımlarla puan toplamaya çalışan sözde bir muhalif anlayış var. DP, ÖRP, DGP meclise bile uğramıyor neredeyse. Bu koşullarda kendi irademizle sistemimizi çağa uygun bir yapıya kavuşturabilecek tek parti CTP’dir. Değişim iradesinin bir tezahürü olan çıkışlar ve talepler karşısında kucaklayıcı olmak, başlangıç noktası olmalıdır. Başlamak da yolun yarısıdır. O vakit hatalardan dersler de çıkararak atanmışların seçilmişlerle ilgili nerede nasıl konuşması gerektiğini de açıklığa kavuşturmamız çok daha kolay olacaktır…
Milletvekillerimizin çoğunluğu, 50 ve 60 yaş üzerindedir. Sadece dördü kadındır. Yarıdan fazlası kamu görevlisi ve doktordur. Yarısı 3-7. dönem milletvekilidir. Neredeyse yarısı, bilgisayar becerilerinden yoksundur; kelime işlemci programlarını dahi kullanamamaktadır. Yarıdan azı Power Point gibi sunum programlarından haberdardır. Bunlar da birer göstergedir nihayetinde. Elbette akıl yaşta değil baştadır. Ancak söz meclisten içeri… Değişim yanlıları siyasette yeterince etkin değildir. Değişimi içselleştirenler bazen hata yapmak pahasına sınırları zorlamakta, mevcut yapıda siyaseten yükselmekten çok yeni bir söz söylemeyi önemsemekte ve topyekûn bir değişimi öngörmektedir. Nereye varacak bu işin sonu, ben de merak ediyorum doğrusu…
Birikim Özgür