2010 Yerel Seçimleri ile birlikte Anayasa’nın değiştirilmesini kolaylaştıracak bir referandum gündeme gelmişti. O tartışmalar üzerine kaleme alınmış yazım şöyleydi:
Çözüme veya Sonsuza Kadar Statükocu Olmak
Anayasa değişikliği tartışmalarını partiler üstü bir yaklaşımla izlemek gerekiyor.
“Referandum hakkı halkın elinden alınıyor” söylemi toplumun belli bir kesiminde yankı yarattı…
Makûs talihi değiştirilemezliktir anayasamızın.
Bu söylem de buna hizmet etmektedir ne yazık.
Bu kör talih yenilemedi bir türlü.
Partilerimiz mevcut ortamda yaşanan tartışmalardan ürküp Anayasa değişikliğini başka bahara erteledi yıllardır yaptıkları gibi.
Böylesi bir durum hiç kimseyi mutlu etmemeli.
Bu tartışmayı partiler arası çekişmelerden bağımsız yapmamız gerekiyor(du) aslında.
Görünen o ki UBP uzun yıllardır bu konuda ayak sürüyor ve mesele son derece hassas…
Muhafazakâr bir anlayışla Anayasa değişikliğinin mevcuda zarar verebileceği düşüncesi hâkim olageldi UBP yönetimlerinde bugüne kadar.
Değişimle ilgili riskleri ön plana çıkarmak, tehlikelerden bahsetmek ve değişimin hep daha iyiye doğru olup olmadığını denetlemek UBP’nin görevi!
UBP, Kıbrıs Türk halkının muhafazakâr partisi ve bu anlamda toplumsal sorumlulukları var.
Bu noktada ilericiler ne yapmalıdır?
Bu tartışmada sınıfta kalan ilerici kesim oldu yine nedense…
Alternatiflerden bir tanesi, devrim yapmaktır.
Devrim yoluyla değişimi sağlamaktır.
İnsanlığın gelişimine bakılacak olursa bunun yüzyıllar alabilecek bir süreç olduğunu göz önünde bulundurmak koşuluyla bu alternatifi tartışabilirsiniz.
Ancak devrimlerle gelişen insanlık, içinde bulunduğumuz yüzyılda, evrimi keşfetti artık.
50 ya da 100 yılda gerçekleşebilecek köklü değişimler yerine küçük zaman aralıkları içerisinde ciddi alt-üstlükler yaşamadan, kan dökmeden, ortak çıkarları ön planda tutarak ve ortak paydalarda buluşarak birlikte gelişmek gibi bir sürece girdi insanoğlu.
AB projesi bu anlayışın bir simgesine dönüştü…
AB’ye entegrasyon süreci yaşayan ülkelerde partiler ortak paydalarda buluşabildi, AB’nin belirlediği kriterler çerçevesinde kendilerini uyumlaştırdı ve yeni bir dünyaya yelken açtı.
Bu yeni dünyada insanlarının daha mutlu ve daha refah içinde yaşayabileceği bilinciyle toplumun değişik kesimleri kafa kafaya verip birlikte çalışmayı başarabildi.
Kıbrıslı Türkler de bunu başarabilmeli.
Dünyadaki “evrime dayalı hızlı ve sürekli değişim eğilimini” yakalamak ve bununla ilgili gerekli önlemleri alabilmek çağdaş Kıbrıs Türk toplumunun tercihi olmalıdır…
Eğer bunlardan bir tanesiyse Anayasa değişikliğini kolaylaştırma, en azından bunu tartışmak ve küçük siyasi oyunlara alet etmemek gerekir(di)…
Avrupalı olmak biraz da bu demek!
Kimse kusura bakmasın; demagojik geliyor kulağa halkın yetkisinin elinden alınacağı iddiaları…
Birkaç yıl içinde AB sürecimiz yeniden hareketlilik kazanınca ve hızla adaptasyon mekanizması devreye girince ne yapacağız?
Halkı oluşturan her bir birey AB uzmanı olsun diye kurslar mı düzenleyeceğiz?
Halkı temsil eden siyasetçiler bu gibi konularda bilinç kazansa ve adaptasyon sürecinde hangi Anayasa maddelerinin değiştirilmesi gerektiği hususunda mutabakata varabilseler, önü açılır Kıbrıs Türkü’nün.
Mesele budur…
Katı ve değiştirilemez Anayasa ile Kıbrıslı Türklerin değişimi yakalayabilmesi çok zor görünüyor.
“Halkın elindeki yetki alınıyor” deyip halkı galeyana getirmeye çalışanların gayesi nedir?
Doğrudan demokrasiye geçiş mi?
Bu topraklarda bazı şeyleri açık açık konuşmanın vakti geldi de geçiyor bile!
Toplumun geniş kesimleri, “tekerlekli sandalyedeyiz ama yaşam devam ediyor” diyerek çözüme kadar elimizden geleni yapmamızı akla yatkın buluyor.
Aynı toplum kesimleri, “daha pratik ve daha az maliyetli olacaksa bu değişikliğe onay veririz” deyip referandumu konuşmak dahi istemiyor.
Belli ki UBP, uzun yıllardır, CTP’nin önerisiyle paketlere girecek maddeleri kendi tabanına karşı savunma noktasında tereddüt içerisindedir ve bunun yerine değiştirilecek maddelere ilişkin uzlaşmayı meclis çatısı altında sağlamanın daha kolay olabileceği fikri ön plana çıkmış bulunmaktadır.
Milletvekillerimiz kafa kafaya verip pek çoğu teknik olan bu maddeler üzerinde uzlaşarak bizim adımıza Anayasa’yı değiştirebilmelidir…
“Elimizdeki tek dayanak referandum hakkı” deniliyor…
Niçin?
1985 Anayasası’nın ila-nihayet değişmesini engellemek için mi?
Başka bir işe yaramıyor çünkü pratikte bu dayanak!
Hal böyle iken bu konuda aşırı heyecanlı çıkışlar yapıp halka çağrılarda bulunanlar siyaseten ne istiyor ya da ne öngörüyor diye sormak lazım.
Devrim mi?
Çözümle gelecek bir devrime kadar Kıbrıs’ın kuzeyinde statükonun devamını mı?
Bize hızlı bir şekilde değişim ihtiyacını dayatan zaten Kıbrıs sorunu yani dolaylı olarak bu sorunun tarafları ile yaşadığımız etkileşimler değil mi bir taraftan da?
Siyaset, toplumun değişik kesimleriyle ilişkilerini doğru şekillendirmelidir…
Yürütme yetkisi hükümetin, yasama yetkisi de meclisindir.
Bu yetkiler, katı ve gereğinden fazla alanda bağlayıcılığı bulunan Anayasa ile lüzumsuz yere kısıtlanıyorsa, sistemin önünü açmak halkın görevidir.
Halkın bu görevi yerine getirmesini engelleyecek unsur sadece ama sadece evham, riskleri abartma ve iyiye doğru gidişatı bile felaket olarak pazarlama yemini etmiş muhafazakâr güçler olabilir.
Bu muhafazakâr duruşun Kıbrıs’ın kuzeyindeki temsilcileri de turnusol kağıdı vazifesi gören bu süreçte belli oldu.
Meclis çatısı altında UBP’nin çekingen tavrı bir tarafa TDP ibret verici bir muhafazakâr şova dönüştürdü meseleyi…
Meclis dışında ise sol muhafazakâr duruş çerçevesinde çözüme kadar; sağ muhafazakâr duruş çerçevesinde de sonsuza kadar statükonun mevcudiyetini korumasını tercih eden tüm kesimler tıkanıklığın aşılmasına değil devam etmesine hizmet etti!
Kıbrıs Türk halkının başına gelebilecek en büyük felaket ise neredeyse tüm partilerimizin popülizme kurban gidip sol ya da sağ muhafazakâr duruşa savrulması olacaktır.
İlerici mücadele bu bilinçle şekillenmeli ve Anayasa değişikliği meselesi bir de bu gözle ele alınabilmelidir…
Birikim Özgür, 4 Mayıs 2010, Yenidüzen