Türkiye’deki 29 Ekim kutlamalarına ilişkin haberlere göz atarken kendi kendime tebessüm ettim. 2004’te Boston’da kaleme aldığım yazı geldi aklıma. 4 Temmuz Bağımsızlık Günü’nde, henüz daha değişimi kavramaya çalışırken, değişimi doğrudan Kıbrıs sorununun çözümü ile özdeşleştirirken ve “CTP’den ihraç edilen babanın CTP ile hesaplaşma içerisindeki oğlu” olarak ABD’deki neşeli, ışıklı ve sivil kutlamalarından etkilenip diğer yandan da Irak’taki “özgürleştirme” girişimlerini sorguluyorum.
Türkiye’de artık 29 Ekim, ABD’deki Bağımsızlık Günü kutlamalarına benzer şekilde kutlanıyor. Değişim hızla bölgemize nüfuz ederken bize de sağlıklı işleyen sivil bir demokrasi ve hukuk düzeni, kaliteli / vizyoner siyaset ve bu iki unsura bağlı olarak sosyal ve ekonomik kalkınma odaklı reformlarımıza odaklanmak düşüyor.
Aradan tam bir dekat (10 yıl) geçmiş. Ada doğmuş, annemi ve babamı kaybetmişiz geçen süre zarfında. 10 yılda çok şeyler değişmiş, sorunları ele alış biçimlerimiz farklılaşmış, çözüm önerilerimiz dünyadaki değişime paralel olarak rasyonelleşmiş ama büyüklerimizden bize miras olan ve sonsuza kadar değişmemesi gereken ideallerimiz hala yüreğimizin daha hızlı çarpmasına sebep olmakta: Kıbrıs’ta barış, daha fazla demokrasi ve var olma irademiz…
Dün akşamki 29 Ekim kutlamalarından bir kare…
Bu da birkaç resimle birlikte tam 10 yıl önce 4 Temmuz 2004’te kaleme aldığım Bağımsızlık Günü başlıklı yazım:
Bir süredir misafir akademisyen olarak Boston’dayım. Bu sayede hayatımda ilk kez 4 Temmuz Bağımsızlık Günü kutlamalarına şahit oldum. Çok mu önemli bu? Elbette abartılacak bir şey olmasa da “paylaşılması gereken” bir tecrübeydi yaşanan…
Tam 228 yıl önce, 1776’da, Amerika Kıtası’ndaki İngiliz kolonileri, bir kongre düzenleyip İngiltere’ye karşı bağımsızlık ilanına karar vermişler. George Washington, Thomas Jefferson ve arkadaşları… Bağımsızlık İlanı Belgesi, Amerika Birleşik Devletleri tarihinin en önemli iki kurucu belgesinden biri sayılıyor. Ötekisi de zaten anayasadır. Bu belge Amerika’ya gelen göçmenlere üç şey vaat etmiş: 1) Yaşama hakkı; 2) Özgürlük hakkı; ve 3) Mutluluğu arama hakkı.
Eğitimin sosyolojik temelleri tartışmalarından da biliyoruz ki Amerikan eğitim sistemi, öğrencilere bu ülkede sınırsız fırsatlar olduğu düşüncesini aşılıyor. Bu fırsatlardan yararlanıp yararlanmayacağı noktasında öğrenci kendi kendiyle baş başa bırakılıyor. Bu nedenle de avukat, mühendis, doktor, öğretmen ya da ABD Başkanı olamayan bir birey önce kendini sorguluyor… Hal böyle olunca da birey önce sorumluluk sahibi oluyor; çuvaldızı başkalarına batırmadan önce iğneyi kendine batırıyor.
Yeri gelmişken değinmekte fayda var:
Kıbrıs’ın kuzeyinde bugünlerde eğitim çokça tartışılıyor. Dikkat ediyorum; hep “devlet” suçlanıyor. Sistem yerden yere vuruluyor. Öğretmen, öğrenci ve yöneticiler kendilerini ne oranda sorgulayabiliyorlar? Sağlıklı ve çalışan bir eğitim sistemi elbette ki çok önemli. Şu da bir gerçek ki eğitim alanında iş “kafalarda” bitiyor. Öğretmenin kendini güçlü hissetmesini sağlayan bir sistemle birlikte öğretmenin örneğin ezberci anlayıştan uzak durması imkanı yaratılabilir. Ancak öğretmen kendini geliştirip işin kolayını değil de daha çok ön hazırlık gerektirecek bir öğretim veya değerlendirme yöntemini uygulamaya hazır mı? Yoksa “Sistemi suçlayalım; kafamız rahat olsun” anlayışı mı söz konusu? Bilmiyorum. Buna yatkın bireyler yetiştirmeye müsait bir kültüre sahip olduğumuz ise bir gerçek.
Evet. Amerikan eğitim sistemi aracılığıyla öğrenciye aşılanan “sınırsız fırsatlar ülkesi” anlayışı gücünü işte o belgeden alıyor; Bağımsızlık İlanı Belgesi’nden…
Boston’daki 4 Temmuz kutlamaları, müthiş havai fişek gösterileri ile birlikte kazınıyor beyinlere. İnsanlar saatlerce önceden Boston’un ortasından geçen Charles Nehri üzerindeki Long Fellow Köprüsü’nde buluşuyor ve ‘o an’ı bekliyor. Diğer taraftan ise hemen yan taraftaki Esplanade açık hava konser alanındaki törene yüz binlerce insan eşlik ediyor. Burada şarkılar söyleniyor; konuşmalar yapılıyor. Konuşmalar da daha çok “özgürlük” üzerine oluyor.
Doğrusu bizim ortasından ikiye bölünmüş ülkemizin kuzeyindeki “resmi törenlerden” çok daha neşeli, sivil, şoven olmayan, “turistik” bir hava vardı Boston’daki kutlamalarda. Garip bir “kendine güven” duygusu hakimdi ortama… Doğrusu etkilendim. Günün birinde eğer benim de bağımsız ve toprağı bütün bir ülkem olursa, bağımsızlık gününün böyle kutlanmasını dilerim. Ve o bağımsızlık günün politikacıların gövde gösterisine dönüştürülmeyeceği kutlamalara şahit olmayı öyle çok isterim… Nitekim 4 Temmuz akşamı yaklaşık 700 bin kişinin katıldığı kutlamalarda, bu eyaletin senatörü olan ABD Başkan Adayı Demokrat John Kerry’nin bulunmayışı, bu ortamı seçimler öncesinde “fırsat bu fırsat” diyerek kendi politik çıkarlarına alet etmeyişi, dikkatlerden kaçmayan bir başka güzellikti bana göre.
Bağımsızlık bildirgesinden çıkarılacak çok dersler olduğu muhakkak. Bu bildirgeye göre bütün insanlar özgür doğarlar ve özgür yaşarlar; devlet ancak bu özgürlükleri korumak ve bunlardan herkesi eşit derecede yararlanmasını sağlamak için vardır; bu özgürlüklere dokunan devlet, kendi varlık nedenini yitirir; böyle bir devlete karşı ayaklanmak hem hak hem de ödevdir. Nitekim Amerikalıların özgürlüklerini çiğneyerek onları kendisine bağlayan temel sözleşmeyi bozan İngiltere Hükümeti karşısında Amerikan halkı o tarihte ayaklanır ve yeni bir hükümet kurar…
Tarih kitaplarına göre o dönemde İngiltere’nin yeni vergiler koyması, Kuzey Amerika’daki kolonilerde tepkiye yol açmıştı. Özellikle çay vergisi bardağı taşıran son damlaydı ve Boston limanında İngiltere’ye ait çayların denize dökülmesiyle bağımsızlık hareketi başlamış oldu! İşte Boston’un önemi de bundan kaynaklanmakta. 4 Temmuz kutlamalarının Boston’da bu denli coşkulu gerçekleşmesinin sebebi bu.
Tüm bunlar bir yana, her bir havai fişeğin patlatılmasıyla ortaya çıkan gürültüleri ve barut kokusunu duydukça coşan çocukları izlerken, “Bu sesler ve barut kokuları Amerikalı çocuklara değişik geliyor; onları heyecanlandırıyor. Halbuki Irak’taki çocuklar bunlara aşina; bu gürültüler ve barut kokuları onların hayatlarının birer parçası artık. Ve bu gürültüler ve barut kokuları onlar için eğlence değil ölüm demek…” diye düşünüyor insan ister istemez.
İlginçtir; bu gösterişli kutlamaları, Boston’da yaşayan Müslümanlar da ilgiyle izliyor. Acaba Müslüman bir ana patlatılan havai fişekleri izlerken aklından neler geçiriyor? Kendini “şanslı” mı addediyor yoksa dünyanın öbür ucunda “özgürleştirilen” dindaşlarının çektiği acıları hatırlayıp bir o kadar daha nefret mi ediyor Amerikalılardan?
Dünyada “daha çok özgürlük” adına yapılabilecek o kadar şey var ki… Bunların başında, insanın kendi evinin efendisi olma arzusu doğrultusunda ortaya koyduğu çabalar geliyor. Avrupa’da artık egemenliğin paylaşıldığı, ulus-ötesi devlet anlayışının hakim kılındığı bir politik sistem hızla kökleşmekteyken Kıbrıslılar olarak hala daha “bizimdir” diyebildiğimiz bir yönetime sahip olamayışımız ne acı! Kıbrıslı Türkler, onurlu bir duruşla Birleşik Kıbrıs’ın bağımsızlığı savaşımına katkı koyabildikleri oranda insanca bir mücadele vermiş olacaklar. Bu ülküden uzaklaşıp Kıbrıs’ı paylaşma arzusu ile yanıp tutuşan güçlerle içli dışlı olan politikacılar, hem kendi partilerinin tarihine hem de Kıbrıslıların mücadelesine ihanet etmiş sayılırlar. Tarih bunu böyle yazacak; bu böyle biline…
Şimdi gelin Kıbrıs’ın kuzeyindeki liberal cephenin önderi sayılabilecek aydınların sıklıkla vurguladığı “toplumun çıkarları doğrultusunda hareket etmek” neymiş onu tartışalım.
4 Temmuz 2004, Boston