Cumhuriyetçi Türk Partisi Birleşik Güçler (CTP/BG) milletvekili, Meclis Ekonomi, Maliye, Bütçe ve Plan Komitesi Başkanı Birikim Özgür, değerlendirmelerde bulundu. Birikim Özgür, Ekonomi Komitesi’nin çalışmalarından, hükümetin işleyişine, AB Kıbrıs ilişkilerinden, çözüm sonrası Kıbrıs’a kadar birçok konuda soruları cevaplandırdı
İşte Birikim Özgür’ün sorularımıza verdiği cevaplar:
Ekonomi, Maliye, Bütçe ve Plan Komitesi’nin çalışmaları ne durumda?
Birikim Özgür: Haziran 2014 itibariyle 35 toplantıda 29 yasanın görüşmesini tamamladık ve Meclis Genel Kurulu’na sevk ettik. Diğer komitelerle kıyaslandığında çalışıldığı zaman teknik olarak bu komitede kısa sürede mesafe kat edilebildiği anlaşılıyor. Özellikle Bakanlar Kurulu’nun hazırladığı bazı yasaların kimi maddelerinde değişiklikler öngören çalışmalar bazen iki hatta bir toplantıda dahi tamamlanabiliyor. Ömer Kalyoncu, Ersin Tatar ve Hasan Taçoy’un tecrübeleri çalışmalarımıza nitelik katıyor. Komitemize katkıda bulunan Meclis çalışanlarının donanımı ve çalışkanlığı da ciddi bir avantaj bizim için.
Bu komitenin başarısı için siyasi istikrar çok önemli. Tek partili bir iktidarın olmayışı doğal olarak verimliliği etkiliyor. Mümkün olduğunca toplumsal faydayı gözetip partiler arası siyasi rekabetle aramıza mesafe koymayı deniyoruz ancak bu her zaman mümkün olamayabiliyor.
“BİZ YARINLARI DÜŞÜNEREK ÇALIŞIYORUZ”
Örneğin fonların maliyeye devri konusunda zorlandık. Hâlâ bu konu askıda bekletiliyor. Belli ki hükümet katında farklı bakış açıları var ve bu durum komite üyesi milletvekillerine de yansıyor. Yasama ve Yürütme birbirinden bağımsız olsa da bu böyle. Hükümet geleceği şekillendirirken bazen mevcut bakış açılarının değişmesini de sağlamak durumundadır. Bu anlamda Meclis’te görev alan milletvekillerinin de ikna edilmesi demokrasinin bir gereğidir. Eğer hükümet ortaklarının toptan zihniyet değişikliği gerektiren belli konularda tutarlı değilse doğal olarak bu Meclis çalışmalarına da yansır. Bilhassa elimizi taşın altına koymamızı gerektiren konularda Başbakan ve Başbakan Yardımcısı arasındaki koordinasyon çok kritiktir. Ekonomik konularda hele de sürdürülebilir ekonomiye geçişe ve kamu gelirlerini istikrarlı biçimde artırmaya odaklandığımız bu dönemde yapısal reformlar siyasetin odağında olmalıdır. Biz yine de komitedeki CTP milletvekilleri olarak Başbakan, Maliye Bakanı ve diğer bakanlarımızla sürekli istişare halinde AB üyeliği vizyonu ışığında bugünü değil yarınları düşünerek çalışıyoruz.
Hükümetin işleyişini nasıl görüyorsunuz? Aksaklık nerede?
Birikim Özgür: Hükümet kurulurken ciddi zaman darlığına rağmen çok nitelikli bir programla göreve geldi. Ülke sorunlarını çözmek için ihtiyaç duyulan yaklaşımlar ve reformlar hükümet programında yer aldı. Temel vizyon, demokrasi ve hukuk düzeni, Türkiye ve AB ile ilişkiler, kamu yönetimi, Kıbrıs sorunu, kamu maliyesi, ekonomik ve sosyal kalkınma gibi konularda net bir şekilde hükümet neler yapılacağını programında açıkladı. Tüm hedeflere ilişkin iyi yapılandırılmış bir izleme ve değerlendirme mekanizmasına ihtiyaç var. Eğer doğru kapasite oluşturulur ve tüm reformlar tek elden yönetilebilirse olumlu sonuçlara ulaşılabilir. Halka doğru zamanda doğru bilgileri aktarabilirseniz halk yaptıklarınızı takdir eder, yapamadıklarınızla ilgili doyurucu açıklamalarınız çerçevesinde size desteğini sürdürür.
“ÖNCE REFORM İHTİYACINI HİSSEDECEKSİNİZ”
Bizim koşullarımızda pek çok reformun hayata geçirilmesi dış dinamiklerle doğru ilişki biçiminin oluşturulmasına bağlıdır. Kamu maliyemizin durumu iç açıcı değil. Yapısal reformların finansmanı noktasında aciz durumdayız. Örneğin e-devlete geçişi kendi kaynaklarımızla finanse edemiyoruz. Önce reform ihtiyacını hissedeceksiniz, bu reformları yapmaya niyet edeceksiniz sonra da bu reformların finansmanı için destek bulacaksınız. Yüksek siyaset bu anlamda çok önemlidir. Birileri bu hükümetin başarı düzeyini bu çerçevede istediği gibi tayin edebiliyor. Toplumun belli bir kesiminde son 4-5 yıldır AB ölçütleri ışığında bir ekonomik düzenden söz edecek olana çeşitli yakıştırmalar yapılıyor. Niye? Birileri siyasi avantaj elde etmek adına toplum mühendisliğine soyunabilir ama toplumun AB vizyonunun dışına çıkılıyorsa burada bir bit yeniği arayacaksınız. Samimiyet ve dürüstlük çok önemlidir.
“HOCA BÖYLE OLUNCA CEMAAT NE YAPSIN?”
Sayın Eroğlu 2010 öncesinde reform kelimesini ağzına dahi almadan elini kolunu sallayarak Cumhurbaşkanı oldu. Özellikle Türkiye ile ilişkiler konusunu içte de dışta da kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayı deniyor. 2009 öncesinde Ankara’ya gidip siyasi rakiplerinin reformları sahiplenmediğini, kendisinin sahipleneceği mesajını vermişti. İçte ise reform yanlılarına karşı yapılan manipülasyonlardan azami fayda sağlamaya gayret ediyor. Devletin yasalarını uygulamaya ve sistemi güçlendirmeye çalışanlara değil yasalara rağmen bir şeyler yapmaya çalışanlara hiç parmağının arkasına saklanmadan arka çıkabiliyor. Örneğin Zeren Mungan’ın hükümet programı ışığında yapılması gerekenlerin yapılabilmesi için ortaya koyduğu yaklaşımlara ilişkin Sayın Bakan’ı uyaracağını ifade etmişti bir röportajında. Hoca böyle olunca cemaat ne yapsın?
Dolayısı ile aksaklıklar vardır. Bugünkü toplumsal koşullarda kim Başbakan veya bakan olursa olsun, hükümetin işi gerçekten çok zordur. Bana göre müzakere sürecine bağlı olarak çözüm ve AB üyeliği dinamiği sayesinde siyasal eksenimiz normalleşebilir. Sayın Eroğlu’nun müzakere sürecini bu gözle de ele aldığına dair bir emare yok ortada. Hükümetin hem müzakere sürecine katkı yapmaya hem de Kıbrıs sorununa ilişkin toplumsal duyarlılık geliştirilmesine odaklanması gerekiyor. Bu sayede iç ve dış dinamiklerin katkılarıyla programını hayata geçirebileceği koşulları oluşturabilir hükümet. Bu bağlamda Sayın Eroğlu’nun hükümeti müzakere sürecinden dışlayıcı tavırları maalesef sadece Kıbrıs sorununun çözümüne yapıcı katkıyı engellemiyor aynı zamanda hükümetin başarıyla kendi programını uygulayabileceği siyasi koşulların oluşturulmasını da engellemiş oluyor.
“MECLİS ÇALIŞMALARI TEHLİKE ALTINDA”
“Biz meclisin içinde bulunduğu ortamdan rahatsızız” demiştiniz. Halen böyle mi düşünüyorsunuz? Hükümet icraatları yapamıyor mu?
Birikim Özgür: Bunu yerel seçimler öncesinde koalisyon ortağı DP’nin UBP ile yakınlaşması nedeniyle söylemiştim. Yerel seçimler sonrasında bu kez de Cumhurbaşkanlığı seçimine dönük hükümet üzerinde oynanabilecek oyunlar zaman zaman gündeme geldiğine göre siyasi istikrar ve Meclis çalışmalarının verimliliği tehlike altındadır hâlâ. Siyasi istikrarın hissedilemediği durumlarda reformlar da tehlikeye girer. Hükümetin öngördüğü hedefler doğrultusunda yoğun çalışıp Meclis’e yasa tasarılarını iletmesi gerekir. Lokomotif Hükümet’tir. Lokomotif hızını artırdıkça Meclis’in verimliliğini değerlendirme koşulları oluşabilir. Siyasi istikrarsızlık ortamında siyasiler açısından başka kaygılar ön plana çıkar ve Meclis rutin görevlerini dahi yerine getiremez hale gelebilir. Bugün itibarıyla böyle bir durum söz konusu değildir ama her an bunun olabileceği hissi yaşanıyor. Meclis’te iyi niyetle verimliliği artırmanın yöntemleri tartışılıyor ancak örneğin komitelerin her gün gece yarılarına kadar toplantı yapıp reformları yetiştirme motivasyonu genel anlamda bugünkü koşullarda oluşamadığı için iyi niyet geçer akçe olamıyor.
“SİYASİLER ELİNİ TAŞIN ALTINA KOYMALI”
Güney’deki gibi Milletvekili maaşları düşürülmeli mi?
Birikim Özgür: Hesap ortadadır. Maastricht kriterlerine göre bütçe açığı GSYİH’nin yüzde 3’ünü aşmaması gerekir. Kamu borç stoku da GSYİH’nin yüzde 60’ından az olmalı. Bizim 6-7 milyar TL’lik yıllık gelirimiz var. 2014 için öngörülen bütçe açığı yaklaşık 400 milyon TL. Hiç borç ödemeyecek olsak dahi oranı tutturmamız zor görünüyor. Aynı şekilde Türkiye’ye olan dış borcu bugün için ödeme zorunluluğumuz olmamasına rağmen iç borçlarımızı da ödemek için bir irademiz yok ve Maastricht kriterlerini tutturmaktan çok uzağız.
Güney’de bu çerçevede kamu maliyesini düzeltmek için radikal adımlar atıldı. Kendi kendimizi yönetebilmemiz ve kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomiye kavuşmamız için toplumsal irade varsa ve yapısal reformlar etrafında kenetleneceksek bir Milletvekili olarak bu çerçevede her türlü özveriye hazır olduğumu ortaya koydum. Siyasilerin toplumsal idealler için elini taşın altına koyması ve topluma örnek olması reform süreçlerinin vazgeçilmez bir parçasıdır.
Kıbrıs’ın Kuzeyi AB’ye hazır mı?
Birikim Özgür: Hayır değil. Kıbrıs sorununun çözümü ile birlikte AB üyesi olacağımızı varsayarsak siyasi kriterler açısından ciddi bir sıkıntımız olduğunu düşünmüyorum. Kuzeydeki yapı Kıbrıs sorununun çözümü ile birlikte işleyen bir demokrasiye dönüştürülebilecek ciddi bir demokratik olgunluğu ve demokrasi kültürünü içinde barındırıyor zaten. AB üyeliği dinamiğinin etkisi arttıkça bu alanda gerekli reformları yapabileceğimizi hatta pek çok konuda daha şimdiden sivilleşme ve benzeri noktalarda dikkate değer bir toplumsal hassasiyetin var olduğunu söyleyebilirim. Tüm partilerin katkısına muhtaç olan Anayasa değişikliği için referandumdan gerekli dersler çıkarılmalı, ilgili arkadaşlarımızın moral ve motivasyonu artırılarak daha bütünlüklü bir değişim için liderlik sergilenmelidir.
“AB DESTEĞİ ŞART”
AB üyeliğine mevzuat yönünden hazırlanabilmemiz için AB ile birlikte yoğun çalışmalar yürütmemiz gerekiyor. AB mevzuatı ile bizim mevzuatımız arasındaki farklılıkların ortadan kaldırılması için AB’nin desteği şarttır. Müktesebata Uyum Programı 2014-2016 bunun için uygun bir zemindir. Brüksel ile etkileşimimizi artırabilmek için istekli ve girişimci olmamız gerekiyor. Ekonomik olarak ise ne Kopenhag kriterlerini ne de Maastricht kriterlerini karşılayabilecek durumdayız. Müthiş bir atalet var bu konuda. Kamu ağırlıklı bir rejimimiz var.
“KAMUNUN EKONOMİK BÜYÜYMEYE ETKİSİ YOK”
Her ay kamumuz 160 milyon TL ödeme gerçekleştiriyor ancak kamu etkin ve verimli olmadığı için bunun ekonomik büyümeye yani üretime yansıması olamıyor. Üstelik kamunun gerçekleştirmesi beklenen sosyal yatırımlara da yeterli kaynak ayrılamıyor. 5-10 milyon TL ile bir okul inşa edebilecekken bu gibi yatırımları sadece dış kaynakla yapabilecek haldeyiz maalesef.
AB üyeliğine hazır olabilmemiz için piyasa ekonomisine işlevsellik kazandırmamız ve dahası AB içindeki piyasa güçleri ve rekabet baskısı ile baş edebilme kapasitesi oluşturmamız gerekiyor. Zaten küçük bir ekonomi olmanın rekabet gücü bakımından ciddi dezavantajları varken bir de yılların getirdiği alışkanlıkla kamu maliyesi üzerinde oluşturduğumuz aşırı baskı nedeniyle devlet bütçesini kalkınmayı destekleyecek şekilde kullanamıyoruz. Dış yardımları bizi mali yardım bağımlılığından kurtaracak şekilde teknik desteğe, altyapı yatırımlarına ve reformların finansmanına yönlendirebildiğimiz oranda AB üyeliğine hazırlanabileceğiz.
“ÇÖZÜM SONRASI GSMH 10 MİLYAR EURO ARTACAK”
Çözüm sonrası Kuzey Kıbrıs ekonomisi nasıl etkilenecek?
Birikim Özgür: Çözüm sonrasına dönük bilimsel çalışmalar var. Fiona Mullen, Alexander Apostolides ve Mustafa Besim’in hazırladığı bir rapora göre Kıbrıs’ın GSMH’sı çözümden sonraki ilk beş yılda 2 milyar €, ilk 10 yılda 5 milyar € ve ilk 20 yılda ise 10 milyar € artacak. Kişi başına GSMH’ye bunun yansıması ilk beş yılda 1,677 €, ilk 10 yılda 3,711 € ve ilk 20 yılda ise 6,835 € olacak. Büyüme oranı ise ilk beş yılda %3.9, ilk 10 yılda %3.8 ve ilk 20 yılda ise %2.7 artacak. Kuzey’in göreceli küçüklüğüne bağlı olarak yapısal reformların daha az kaynak gerektireceği dikkate alındığında bu gibi ekonomik gelişmelerin Kıbrıslı Türklerin refahına daha pozitif yansıyacağı da iddia edilebilir. Çözüm sonrasında yaşanacak ekonomik büyümeyi ekonomi biliminin öngördüğü doğrultuda makro ekonomik dengeleri ve sürdürülebilirliği güçlendirmek amacıyla kullanabilirsek kalıcı bir ekonomik iyileşme için çözüm öncesinde oluşturacağımız müsait zeminde çok daha hızlı ilerleme olanağı yakalayabileceğiz.
Türkiye ile olan mali bağlılığımız çözüm sonrası sona erecek mi?
Birikim Özgür: Sona erdirmek zorundayız çünkü çözüm sonrasında kuzeydeki devletin üçüncü taraflarla özel anlaşmalar yapıp yapamayacağı henüz net değil. Federal devletin bize yapacağı katkılar da anlaşma metninde net olarak ifade edilecek. Bizim federal devlete yapacağımız katkılar da söz konusu olacak. Dolayısı ile çözümü tamamen akvaryumdan okyanusa açılma dönemi gibi algılayıp kendi ayaklarımız üzerinde durabileceğimiz bir yapılanmayı şimdiden öngörmek ve hayata geçirmek zorundayız. Bunun için de daha çözüm öncesi dönemden Türkiye ile ilişkimizi mali yardım bağımlılığından karşılıklı bağımlılığa dönüştürmeye dönük çaba sarf etmemiz gerekiyor.
“GEMİ KARAYA VURDU…”
Hem ekonomik hem de siyasi anlamda Türkiye ve Kıbrıslı Türklerin vizyonlarının kesiştiği noktaları saptamak ve bunlar üzerinden Türkiye ile ilişkilerimizi geliştirmek zorundayız. Bunu başarabilmek için öncelikle Kıbrıs Türk halkı olarak samimiyetle geminin karaya vurduğunu tespit etmemiz ve gemiyi nasıl yüzdürebileceğimiz konusunda tartışmalar yapmamız gerekmektedir. Gemiyi yüzdürebilmemizin yolu yapısal reformları hayata geçirmenin yanı sıra gelirlerimizi artırmaktan geçiyor. İşte bu noktada Türkiye ile karşılıklı ekonomik çıkara dayalı bir ilişki biçimine geçiş mümkün olabilir.
Kablo ile elektrik getirilmesi Kıbrıslı Türklerin yararına olur mu?
Birikim Özgür: Kıbrıslı Türklerin yararına olan AB’nin belirlemiş olduğu ilke ve hedefler doğrultusunda elektrik enerjisi piyasamızın düzenlenmesidir. Eğer arz çeşitliliğini sağlamak ve maliyetleri düşürmek için Avrupa Enterkonnekte Sistemi’ne bağlanmak mevcut koşullarda uygun bir alternatif ise elbette ki kablo projesi yararımıza olacaktır. Bu konuda gerekli fizibilite raporlarının hızlıca hazırlanması gerekiyor. Ancak eğer biat mantığıyla bizi tamamen Türkiye’deki kaynaklara bağımlı kılacak bir projelendirme söz konusu olursa kablonun yarardan çok zararı da olabilir. Biz içteki düzenlemelerimizi geciktirdikçe kablo tartışmaları hep havada kalacaktır.
Bu nedenle hükümetin palyatif, günübirlik icraatlara odaklanmak yerine bütünlüklü bir bakış açısı ile elektrik enerjisi alanımızdaki reformları projelendirmesi şarttır. Örneğin Enerji Bakanlığı’nın kapasitesi artırılmadan hükümetin alternatif enerji tüzüğüne yoğunlaşması çok garip bir durumdur. Vizyon ve strateji oluşturmadan, arz çeşitliliğinin nasıl sağlanacağı netleştirilmeden, alternatif enerjinin verimli kullanılabileceği teknik altyapı oluşturulmadan ve mevcut durumda çok kısıtlı sayıda yurttaşımızın alternatif enerjiden yararlanabileceği biliniyorken hükümetin bunca aydır alternatif enerji tüzüğü üzerinde çalışması bana mantıklı gelmiyor. Çünkü bu ortamda kablo projesi gibi önemli bir proje de enerji sektörümüzün ve haliyle halkımızın ihtiyaç duyduğu maliyetlerin düşürülmesi ve benzeri konular çerçevesinde değil siyasi bir konu gibi algılanıyor ve gereksiz tartışmalarla zaman kaybı yaşanıyor.
Akdeniz’deki gazın Türkiye üzerinden taşınması, bizim için ne ifade ediyor?
Birikim Özgür: Türkiye 2013’te ithalat için ödediği her 100 doların 22,21 dolarını enerji ürünleri için harcadı. Son 10 yılda 400 milyara yakın bir bedel ödedi ve bu ağır faturayı düşürmek istiyor. Bundan ötürü AB’nin oluşturduğu Güney Enerji Koridoru İnisiyatifi Türkiye için büyük önem taşıyor. Üzerine düşen görevleri ziyadesiyle yerine getirdiği halde AB üyelik sürecinde enerji başlığının açılamamış olması Türkiye yetkililerine “siyaset enerji üzerinde bir yüktür” dedirttirmekte. AB de enerjide dışa bağımlıdır ve Güney Enerji Koridoru ile doğal gazın Hazar Havzası, Orta Asya, Orta Doğu ve Doğu Akdeniz Havzası’ndan Avrupa kıtasına sorunsuz bir şekilde taşınmasını öngörüyor. Türkiye ise geçiş noktasında. AB bu koşullarda “Türkiye ile ortağız” diyor ama Türkiye ile ilişkilerindeki siyasi tıkanıklıklar AB’yi de ciddi şekilde rahatsız etmekte.
“GÜNEY ENERJİ KORİDORU TÜRKİYE’NİN VAZGEÇİLMEZİ”
Türkiye yılda 46 milyar metreküp doğalgaz ithal ediyor. Avrupa’nın da 210 milyar metreküp doğalgaza ihtiyacı var. Bu kaynaklar olmadan ne Türkiye ne de Avrupa ekonomisi ayakta durabilir. Bu ihtiyaçların karşılandığı kaynakların dengelenmesi ise bir zorunluluktur.
İşin özeti, dışa bağımlılık nedeniyle Güney Enerji Koridoru hem Avrupa hem de Türkiye’nin vazgeçilmezidir. Haliyle aynı koridorda bulunan Kıbrıs ile Türkiye’nin ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi hem enerji kaynaklarının AB’ye iletimi açısından hem de siyasetin enerji sektörü üzerinde yük olmaktan çıkarılması açısından hayati bir konuya dönüşmüş durumdadır. Bu iki ülkeye “sorununuzu aşın ve birlikte hareket edin” deniliyor AB ve ABD tarafından.
“LNG TERMİNALİ KIBRIS ÜZERİNE KURULABİLİR”
İsrail ise Akdeniz Havzası’nda kaynakları olan bir ülkedir. Doğal gazını Avrupa’ya ve diğer bölgelere pazarlamak istiyor. Çeşitli projeler üzerinde çalışıyorlar. İki boru hattından ve bir LNG terminalinden söz ediliyor. İsrail-Filistin-Ürdün-Mısır ve İsrail-Türkiye boru hatları… LNG terminalini ise denizin içine veya Kıbrıs üzerine kurup doğal gazı sıvı gaza dönüştürecekler. Projelendirme çalışmaları devam ediyor. Kıbrıs sorunundaki gelişmeler hem İsrail-Türkiye Boru Hattı projesini hem de LNG Terminali projesini etkileyecek.
24 Mart’ta uluslararası ajanslara bir haber düşmüştü. İsrail-Türkiye Boru Hattı için ihaleye çıkılmış. İlgilenen on konsorsiyum varmış. Bunlardan birinin İsrail’de yatırımları bulunan Zorlu Grup olduğu bir diğerinin ise Alman RWE ile birlikte Turcas Petrol olduğu bilgisi var haberde. Ancak son dönemde Gazze’de yaşanan insanlık ayıbı nedeniyle İsrail-Türkiye Boru Hattı yerine İsrail doğal gazının hali hazırda mevcut olan tembel boru hattı vasıtasıyla Mısır’a taşınması ve oradaki iki LNG Terminali’nde değerlendirilmesi ihtimalinden daha fazla söz edilir oldu. Yani Gazze’deki kan ve gözyaşı seli bizi öncelikli olarak barış, bölge halklarının yaşam güvenliği açısından üzüyor; aynı zamanda bölgedeki enerji oyununa yansımaları bakımından Kıbrıs, Türkiye ve AB açısından da birtakım sonuçlar doğuruyor.
“2015 İÇİNDE ÇÖZÜM OLMAZSA…”
Filistin-İsrail barışının kısa sürede tesis edilmesi halinde eğer İsrail-Türkiye Doğal Gaz Boru Hattı tekrardan gündem olacaksa, Kıbrıs sınırlarından geçecek bir boru hattı projesi tercih edilebilirdir. Ancak Kıbrıs sorununda en geç 2015 içinde somut ilerleme kaydedilemezse Kıbrıs ve özellikle Kıbrıslı Türkler bu ticari ilişkilerin tamamen dışında kalabilir.
Aynı şekilde uzun vadede Kıbrıs doğal gazı da Avrupa’ya pazarlanacaksa İsrail doğal gazı bağlamında ortaya çıkan dengeler aynen geçerli olacak. Dolayısı ile Akdeniz’deki gazın Türkiye üzerinden taşınması bizim açımızdan hem Kıbrıs sorununun çözümü hem de ekonomik getirisi yönünden büyük önem taşıyor.
22 Ağustos 2014, HaberKibris.com