Derindeki Devlet – Haziran 1998
16 Haziran Salı günkü Avrupa’da yayınlandı. Ülkücüler tarafından basılıp dövülen Yukarı Bostancı sakinlerinden Salih İğneci:
“Gardiyanlık için sınavı geçiyorsun, almıyorlar. Polis için sınavı geçiyorsun, almıyorlar. Bir de faşistleri saldırtıyorlar” diye yakınıyor.
Ferdi Çiçek de benzerini dile getirdi:
“İşe başvuruyorsun, alan yok. Sınava girersin, sınavdan geçtiğiniz halde yine eleniriz”.
Bu iki yurttaşın söyledikleri önemlidir. Ülkücülerin zincirli-sopalı saldırılarına uğrayan yurttaşların dile getirdikleri, devletin kendilerine karşı uyguladığı ayırımdır. Adı geçenler sınavlarda başarılı olsalar bile eleniyorlar.
Demek ki bu ülkede devletin potansiyel suçlu saydığı iki kategori insan vardır. Bir kategori işçi sınıfının ideolojisini benimsediklerini açıktan dile getirenler. Diğer kategori de Türk kökenli olmayanlar.
Böyle bir ayırımın yapılması İnsan Hakları, Anayasa ve yasalara aykırıdır. Devletin adı “sosyal, demokratik hukuk devleti” olmasına karşın bu ayırım yapılmaktadır. Bu ayırıma “dur” diyecek makam yoktur. Çünkü bizde devlet, biçimsel olarak hukuk devletidir. Özünde baskıcı, ayırımcı ve anti-demokratiktir.
12 Haziran akşamı Bostancı’da yaşanan olaylar bu gerçekliğin bir kez daha dile getirilmesine neden olmuştur.
Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde harçların artırılmasına karşı çıkan öğrencilerden birkaçı seçilmiş ve sınır-dışı edilmişti. Sınır-dışı edilen öğrencilerin Güney-Doğu kökenli olmaları rastlantı değildi. Söz konusu öğrencilerin sınır-dışı edilmemeleri için Bakanlar Kurulu karar almıştı. “Derindeki devlet” dinlemedi.
Çocuklar mahkemeye başvurdular. Aklandılar. Yine de ülkeye gelip öğrenimlerine devam edemediler.
Devlet denen aygıt, Yasama, Yürütme ve Yargı organlarından oluşmuyor mu?
Yargı bu çocuklardan yana karar vermedi mi?
Öyleyse çocuklar neden geri gelip öğrenimlerine devam edemediler?
Nedeni açıktır.
“Derindeki devlet” takoz koydu.
Yargı’nın öğrencilerden yana kararı havada kaldı.
Söz konusu öğrenciler, Yargı kararına dayanarak ülkeye geldiklerinde giriş yapamadılar. Konu basına yansıdı. İki gün sonra da unutuldu.
Gerçek anlamda bir hukuk devleti olsaydı böyle mi olurdu?
Yargı’nın kararını dinlemeyen kimdi?
Yetkisini nereden alıyordu?
Bunlar sorgulanmazsa hukuk devletinden söz edemezsiniz.
Gerçek anlamda bir hukuk devleti yoktur ama gerçek anlamda bir basın da yoktur. Basın, çocukların, Yargı kararına rağmen ülkeye sokulmadıklarını yazdı. O kadar. Orada durdu. Daha ileriye gitmedi. Gitmek istemedi. Oysa hukukun üstünlüğü söz konusu olsa basın, Yasama, Yürütme ve Yargı’dan sonra dördüncü güç olarak ortaya çıkar, Yargı’nın kararını dinlemeyen makamı sallardı.
Benzer olay Ordu Kantinleri’ne gümrüksüz mal getiren kamyonların aranmasında yaşandı. Mevzuata göre kamyonların aranması gerekiyordu. Tarım Bakanı’nın talimatı üzerine gümrük memuru kamyonları aradı. Aradığı için askerden hem dayak yedi hem de suçlu sayıldı.
Basın, olayın üzerine gidebildi mi?
Ülkü Ocakları’nın merkezi Türkiye’dedir. Genel Başkanları Azmi Karamahmutoğlu ünlüdür. 1996 yazında sınır eylemlerinin başını çekiyordu. Eylemi kendisi anlattı:
“Kendi topraklarımızda bulduğumuz saldıran Rumlara karşı fiili tepkimizi gösterdik. Bunun sonucunda bir kişi öldü”.
O kadar basit…
Anlayış budur…
Bizde bu anlayış Azmi’ye yurttaşlık verilerek ödüllendirilmiştir. Ödüllendirildiği için Yukarı Bostancı’da Güney-Doğu’dan gelenlere karşı saldırıya dönüşmüştür.
Bir defa Ülkü Ocakları’nın Kıbrıs’ta şube açmaları yasal değildir. Gelin görün ki Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Başbakan Yardımcısı sakınca görmedikleri için hem şubeleri açılmış hem de eyleme yönelmişlerdir.
Harçlar yükseltilmesin diye eylem yapan öğrenciler apar-topar sınır-dışı edilirken bunların tutuklanarak Yargı’ya verilecekleri söyleniyor.
Neden?
Harçların artırılmasına karşı çıkmak zincir, sopa ve silahlarla yurttaşlara saldırıp kan akıtmaktan ve terör saçmaktan daha mı büyük bir suçtur?
Çifte standart sırıtmaktadır. “Derindeki devlet” ülkücüleri kollamakta ve şımartmaktadır.
İlişki Susurluk’ta ne olarak ortaya çıkmıştır.
Sağcı, solcu, Kürt ve Türk; önce insanız. Her birimizin insan haklarımız vardır. Bu haklara birlikte sahip çıkmalıyız. Hukukun üstünlüğü bunu gerektirir. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni onaylayan her ülke İnsan Hakları’na saygılı olmak zorundadır. Anayasa dışı makam veya yetki olamaz. Kim ki kendini Anayasa’nın üzerinde görür yurttaşların bilinçli direnci ile karşılaşmalıdır. Basın kendine düşeni yapmalıdır. Hukukun üstünlüğü başka türlü sağlanamaz. İnsansak, İnsan Hakları’mıza, yurttaş isek, yurttaşlık haklarımıza BİRLİKTE sahip çıkmalıyız. Derinde ayrı devlet olamaz.