Geçtiğimiz hafta Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın (TEPAV) düzenlediği bir yuvarlak masa toplantısına katılmak için Ankara’ya gittim. Toplumsal Diyalog ve Değişim İnisiyatifi’nin yaklaşık bir yıl önce düzenlediği ortak akıl çalışmasında belirlenen toplumsal hassasiyetlerimizi ve bir yıllık sürede yaşanan gelişmeleri konuştuk.
Netice açıktır: “Atılacak her adımın öncüsü ve uygulayıcısı Kıbrıslı Türkler olmalıdır”…
***
13 yıl yaşadığım Ankara’ya 3 yıl aradan sonra ilk kez gitmenin heyecanını yaşadım…
Uçaktan iner inmez dostlarımdan birine mesaj atıp “yemek hazır mı?” diye sordum. Oğlunun birinci yaşını birlikte kutlamıştık. Onur büyümüş, kocaman adam olmuş. Kız kardeşini ilk kez görme fırsatım oldu. Ceyda da birinci yaşını geçtiğimiz günlerde kutlamış. Dini bütün bir ailenin çocuğu olan arkadaşımın çocuklarını nasıl yetiştirdiğini merak ediyordum. Onur, piyano derslerine başlamış. Biz haber izlemeye çalışırken Onur televizyonda İngilizce pop müzik çalan bir kanal açmış, kız kardeşiyle dans ediyordu. Babaannesi ise Ceyda’ya, “Âmin de kızım” diyerek yeni bir şeyler öğretmeye çalışıyordu.
Türkiye’deki değişimi konuştuk uzun uzun. Genç girişimcilere sunulan müthiş olanakları, evlerde kullanılan İnternet’in hızının bizdekinin neredeyse bin katına ulaşmış olmasını, demokratikleşme sürecini konuştuk. Arkadaşım hayatından memnun. Dinini istediği gibi yaşayabiliyor, çocuklarını çağdaş bireyler olarak yetiştiriyor ve akademik donanımını sistemin kendisine sunduğu olanaklarla bir araya getirebildiği için de gelecekten bir hayli umutlu…
Ertesi gün toplantımız biter bitmez bir diğer arkadaşımı aradım. Annesi hastanedeymiş. Bir taksiye atlayıp yanlarına gittim. Gayet donanımlı bu devlet hastanesinde O’na iyi bakıldığını gözlemlemek yüreğime birazcık olsun su serpti. Oradan da dolmuşla evlerine gittik. Arkadaşımın kızı Sude büyümüş, ilköğretim birinci sınıfa devam ediyor. Evlerinin tam karşısında bir özel okul var ancak onlar devlet okulunu tercih etmiş. “Çocuğumuzun şımarık yetişmesini istemedik” diyor arkadaşım haklı olarak. Alevi kökenli olan arkadaşımın evinde televizyon açılmıyor. “Sude’nin gelişimi için böyle bir tercih yaptık” diyorlar.
Biz üniversiteye devam ederken Batıkent projesi uygulamaya geçmişti ancak Doğukent projesinden bir eser yoktu. Arkadaşımın babası o zamanlar katı atık toplama alanı olarak kullanılan bölgedeki kooperatife yazılacaktı ancak maddi durumları pek de iyi olmadığından, “gel birlikte yazılalım” demişlerdi bana. Oldukça makul bir teklifti. Annemi aramıştım, “seni kandırıp çöplüğü sana satacaklar” diyerek tepki göstermişti. Bu gidişimde öğrendim ki Doğukent’te yapılaşma büyük hız kazanmış, evler de oldukça yüklü miktarlara müşteri buluyormuş. 50 katlı gökdelenler yükseliyor şimdi o bölgede. Dini konularla hiç ilgilenmeyen bu arkadaşım da kendinden emin, gelecekten umutlu. “Özgür yaşıyoruz, kimse bize karışmıyor, biz de kimseye karışmıyoruz” diyor…
Türkiye’de bireysel ve ekonomik özgürlükler geliştikçe ve kamu düzeni rayına oturup kamu kaynakları halkın geneli için kullanıldıkça “insan” güçlendi, bugününden ve yarınından umutla bahsetmeye başladı…
***
Türkiye halkı kendi iradesiyle kendi kültürel değerleri ölçütünde geleceğini şekillendiriyor. Biz ne olacağız? Onur, Ceyda ve Sude kadar bizim çocuklarımız da umut dolu bir geleceği hak ediyor.
Bizim de kendi irademizle geleceğimizi şekillendirme hakkımız vardır. Hiçbir gücün bizim demokratik gücümüzü ve dinamiklerimizi aşarak Kıbrıs sorunu marifetiyle geleceğimizi vesayet altına alma ve karartma hakkı yoktur. “Kendi kendini yönetme” irademiz doğrultusunda hızla gelişebileceğimiz koşullar için çok yoğun çalışmamız gerekmektedir.
Top büyük ölçüde bizdedir… Barışçıl politikalarla, reaksiyoner değil aksiyoner bir duruşla, ilişkilerimizde pozisyon alan değil pozisyon belirleyen bir toplum olabilmemizin ilk adımı, çağımızın gereklerini yansıtabilen vizyoner yaklaşımları devreye sokmak olacaktır…
6 Şubat 2012, Yenidüzen