Toplumumuzda değişim iradesi güçlenirken doğal olarak “genel ifadeler yetmez, değişimi savunanların bunun içini doldurması gerekir” gibi bazen haklı bazen de eleştirmiş olmak için eleştirme dürtüsüyle ortaya konan görüşler gündeme geliyor.
Aslında herkes biliyor ki sivil alanda gelişen toplumsal irade, 2004 iradesinin bir devamıdır. Yüzünü AB’ye dönen Kıbrıslı Türkler, acı UBP iktidarı tecrübesiyle birlikte, “Avrupa standartlarına ulaşmak için bize düşen görevleri ihmal etmeyelim” demeye başladılar. Haksız da değiller çünkü her şeyden bağımsız olarak sınırlı kaynaklarımızın günün gerektirdiği şekilde daha etkili ve verimli bir biçimde kullanılmasından halkın genelinin kazançlı çıkacağı muhakkaktır.
“Bunun için çözümü ve AB üyeliğini beklememiz gerekir” diyenlerin, laf kalabalığıyla, itibarsızlaştırma operasyonları ve benzeri soğuk savaş metotlarıyla meselenin üstünü örtmeyi deneyenlerin, statüko ile özdeşleştirildiği bir süreçten geçmekteyiz…
CTP döneminde gündeme gelen Muktesebata Uyum Programı, 12 başlığı içeriyordu. Sermayenin Serbest Dolaşımı, Kamu İhaleleri, Şirketler Hukuku, Rekabet Politikası, Mali Hizmetler, Tarım ve Kırsal Kalkınma, Gıda Güvenliği, Veterinerlik ve Bitki Sağlığı, Ulaştırma Politikası, İstatistik, Sosyal Politikalar ve İstihdam, Çevre ve son olarak da Tüketicinin ve Sağlığının Korunması fasıllarında Kıbrıs Türk siyasetinin hangi yasalarda ne gibi değişiklikler yapması gerektiği somut biçimde ortaya konmuştu. UBP iktidarında bunlar tamamen unutuldu. Şimdi değişimin “içi” için siyasete düşen görev bunları hatırlamak ve kalan 20 küsur fasıl için de son sürat hazırlıklar yapmaktır. Açıkçası kalan 20 küsur başlıktan bazılarının aciliyeti tartışılabilir, bazıları belki de bizim konumumuz ve “büyüklüğümüz” dikkate alındığında çok yüzeysel geçilebilir, bazıları AB üyeliği gerçekten ufukta görünmeden hiç gündeme dahi gelemeyecek konular olabilir. Ancak yol haritası oradadır ve siyasete düşen görev bu yol haritasını siyasetin merkezine koymaktır.
Sivil alanda ise zihniyet değişikliğini sağlayarak statükoyu var eden psikolojik ortamı aşmamız gerekiyor.
Gerisi teknik işlerdir ve kimsenin değişimi teknik işlere indirgeme hakkı yoktur. Halkı esasen ilgilendiren somut meyvelerdir, gidilecek yöndür, itibar ve güven duygusudur…
Statükonun değişim aktivistleriyle ilgili en fazla çekindiği nokta onların toplum içindeki saygınlığıdır. Değişim yanlılarının siyasal yaşamdaki pozisyonu Timur’un köylüye hediye ettiği fille ilgili Nasreddin Hoca fıkrasını anımsattığı müddetçe irili ufaklı çıkar çeteleri istedikleri gibi at koşturabileceklerdir bu ülkede…
***
“Değişim için LTB bir öğrenme süreci olacak” demiştik. AB deneyimine sahip genç çevre mühendisi Doğuç Veysioğlu anlatıyor:
“(Belediyelerde) her bir hizmet türü için ayrı bütçe kalemlerinin oluşturulması ve her bir hizmet türünün gelir ve giderlerinin kendi içerisinde dengelenmesi şarttır. Belediyelerin gelir ve giderleri hesaplanırken ve vergiler düzenlenirken, bu hesapların hem denetleyici kurumlara, hem de halka şeffaf bir şekilde sunulması gerekir”…
Bizimle benzer acı tecrübeleri yaşamış Avrupa ülkelerinde yaşanan reformlar üzerinde duruyor Veysioğlu:
“Kamu sektöründeki yükü azaltmak adına çoğu ülke belediye sayısını azaltacak önlemler almak zorunda kalmış ve belediyeler tarafından yürütülmekte olan bazı hizmetlerin özelleştirilmesi veya merkezileştirilmesi ve belediyelerin teknik bilgi, işgücü, araç ve ekipman bakımından işbirliği yapmasını zorlayıcı önlemler almak zorunda kalmışlardır. Bu noktada, vatandaşın bu küçücük ülkede de ‘belediye sayısının 28 olmasına gerek var mı?’ sorusunu sorması gayet doğaldır”…
Şunları ekliyor:
“Belediyelerin kendi başlarına ayakta kalabilmeleri ve ‘özerk’ karakterlerini koruyabilmeleri sadece ‘maliyetlerin karşılanması’ prensibinin benimsenmesi ve tüm beledi hizmetler için bu prensibin şeffaf, halka açık bir şekilde uygulanmasıyla mümkün olur”…
***
Yeni Kıbrıslı Türkler değişim derken boş konuşmuyorlar. Kimse onları hafife almamalı…
4 Haziran 2012, Yenidüzen