Anayasa değişikliği ekonomiye ivme kazandırır mı?

Hem içeriden bakıldığında hem de dışarıdan bakıldığında demokrasi algısını güçlendirecek ve aynı zamanda adalet sistemimize güveni tesis edip pratikte adaletin tecellisini hızlandıracak yeni bir Anayasa’nın ekonomimize ivme kazandıracağı muhakkaktır.

Pek çok ülke anayasa değişikliği mevhumunu bu pencereden ele almakta ve başarılı uygulamalarla küresel rekabet ortamında avantajlı konumlar elde etmektedir. Onlarca ülke, son 20-30 yılda anayasalarını değiştirmek suretiyle yatırım ortamının iyileştirilmesi ve ekonomik altyapılarının yeniden inşası gayreti içerisine girdi. Başarılı olanların ekonomisi hızla büyüdü. İspanya’da, geçtiğimiz yıl anayasa reformu ile bütçe açığının tavanı bir hükme dönüştürüldü, bu yöntemle ekonomik kriz konusundaki endişeler bir ölçüde yatıştırıldı.

Anayasa değişikliğini farklı perspektiflerle ele alması muhtemel kesimlerin bir taraftan vesayet olgusunu tamamen ortadan kaldırmak diğer taraftan ekonomik akla dayalı yeni bir döneme geçişi sağlamak adına tartışma süreçlerine yapıcı katkı koyabilmesi ve halkın genelinin çıkarlarını gözetecek bir sentezin ortaya çıkması mümkün müdür? Bunu başarırsak, Anayasa değişikliği tartışmalarında yaşanacak sürecin kendisi bile önemli bir ilk ve değerli bir kazanım olacaktır Kıbrıs Türk halkı açısından. Bu noktada yukarıda bahsedilen her iki olguyu da önemseyen ve bireysel veyahut zümresel çıkarların ötesini görebilen her bir yurttaşımızın bu tartışma sürecine katılımının önemi üzerinde de durmak gerekir…

Bu ülkede demokrasinin vereceği güce yani erke en fazla ihtiyaç duyan aslında halkın oyu ile seçilen iyi niyetli, kaliteli siyasetçilerdir. Siyasete ilgiyi artırıp saygın, sözünün eri başbakanlar ve bakanlar yetiştirmek istiyorsak, yürütmenin karar üretebilme kapasitesini artırmamız ve alınan kararların uygulanabileceği koşulları yaratmamız gerekiyor. Mevcut yapıda demokratikleşme ve ekonomik kalkınma vizyonuyla halka gerçekten hizmet etmek isteyecek bir iktidarın önündeki en büyük engellerden bir tanesidir mevcut Anayasa’mız. Halkın iktidarlardan beklediği pek çok somut icraatın yasamayı hantallaştıran mevcut meclis içtüzüğü ve yürütmenin yavaşlamasına sebep olan hantal yargı sistemi eliyle engellendiğini, tüm bunların rejimi tıkadığını ve statüko dediğimiz mevcut yapının değiştirilemezliğini doğurduğunu çok net olarak tespit etmek gerekir.

O halde gerek yapısal sorunlarımızın giderilmesi gerekse entelektüel taleplerimizin karşılanması büyük oranda sağlıklı bir Anayasa değişikliği tartışmasına ve bu tartışmaların somut bir meyve ile taçlandırılmasına doğrudan veya dolaylı bağlı olacaktır…

Tespit odur ki Türkiye’deki 12 Eylül’ün gölgesinde hazırlanan Anayasa’mız, Kıbrıslı Türklere artık dar gelmektedir. 1974 sonrasında oluşan yapıda birincil otorite olamayan Kıbrıslı Türklerin yepyeni bir Anayasa ile kendi kendini yönetme dönemine girmesi, Türkiye’nin bir tali otoritesi olmaktan çıkması, kendi sorunlarını sahiplenerek kendi refahı ve mutluluğu için kendi çözümlerini üretebilmesi için eşref saat gelmiştir. Bizim de Soğuk Savaş’ın izlerini üzerimizden atmamız, korkuya dayalı her türlü anlayışı ortadan kaldırmamız, dünyada ve bölgemizde yaşanan hızlı gelişmelere ayak uydurmamız, değişimlere uyum sağlamamız, sivilleşmemiz, özgürlükleri genişletmemiz ve toplumun her kesiminin ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir Anayasa hazırlamamız şart olmuştur.

Demokrasi ve özgürlüklerin artırılması en başta bir ülkedeki bilinmezliklerin ortadan kalkmasına hizmet eder. Özgürlüklerin artması demek, örneğin cinsel yönelimi farklı olan bir bireyin ayrımcılığa tabi tutulmayacağından emin olması ve bu ülkeye katkısını maksimize etmesi de demek olacaktır. Demokrasinin kurumsallaşması ise bu topraklarda ekonomik faaliyetleri esnasında devletle muhatap olanların siyasi veya farklı türdeki yakınlıklar üzerinden değil sisteme güven duygusu temelinde devletle ilişkilerini düzenleyebilmesi demektir aynı zamanda. Yani, tüm bu meseleler, Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nun geçtiğimiz günlerde “temiz toplum” taleplerini eleştirmek için sarf ettiği ifadeyle, “solun 50 yıldır söylediği şeyler” olarak ele alınmamalı ve daha çağdaş, eski kamplaşmalardan uzak bir zihniyetle, özgürlüklerin, demokratikleşmenin ve Anayasa değişikliği ile gündeme gelebilecek tüm diğer toplumsal gelişmelerin ülkeye faydası temelinde değerlendirilmelidir. Aksi takdirde, demokrasi, özgürlüklerin artırılması ve benzeri kavramları duyduğu vakit 30 yıl önce yaşadığı münakaşaları ve dar siyasi rekabeti hatırlayacak bir bilincin gölgesinde, biz, günün sonunda, “Ne gerek var canım Anayasa değişikliğine! Bunlar solun 50 yıldır diline doladığı hayallerdir” duvarına da toslayabiliriz…

Diğer taraftan, küresel rekabet gücümüzle Anayasa değişikliği arasındaki bağı doğru kurmamız gerekiyor. Burada da 20. yüzyıl değerleri temelinde liberal misin sosyalist misin tartışmalarına girmeksizin konuyu ele almayı başaramazsak, en ideal özgürlükleri ve demokrasi değerlerini içerecek olsa dahi ekonomik aklı dışlayan bir yeni Anayasa’ya çok değil birkaç yıl sonra bakar ve “Biz bu Anayasa’yı niye değiştirmiştik ki?” diye birbirimize sormaya başlarız. Küreselleşmeyi Kıbrıslı Türkler için akademik bir olgu olmaktan çıkarıp hayatın bir parçasına dönüştürecek, sorunlarımızı ele alırken yerel gözlükleri çıkarıp küresel düşünmemizi sağlayacak yepyeni bir yapı için Anayasa değişikliği önemli bir merhale sayılmalıdır. Öyle bir yeni Anayasa’mız olmalıdır ki ekonomimiz evhamla değil büyüme arzusu temelinde ele alınabilsin. Bunu başarmanın yolu da dar siyasi mülahazaları bir tarafa bırakıp meseleyi demokratik ve ekonomik içeriğiyle ele almaktan geçiyor…

Biz AB uyum yasaları kapsamında ekonominin önünü açacak ve ekonomiye ivme katacak pek çok tartışmanın dar ideolojik yaklaşımlarla heba edildiğini yaşamış bir halkız. Rekabet yasası ilk gündeme geldiğinde yaşanan uzun ve verimsiz tartışmalara, AB ile uyumu gözetmeyen bir iktidarın elinde ise bu yasanın değersizleştirilmesine tanıklık etmişiz. Anayasa değişikliği hiçbir partinin veya bireyin siyasi hedeflerine bağlı olarak değil ama bir halkın ve sistemin AB ile uyumuna dönük yol açıcı bir değere dönüşebilmesi halinde gelecek nesillere anlamlı bir miras bırakılabilecektir bu tartışma sürecinin ardından…

Tam da bu noktada sendikalarımızın sistem içerisindeki fonksiyonunu da sağlıklı bir zemine kavuşturacak bir yapı için yeni Anayasa’mızı ele almalıyız. Mevcut hakların budanması değildir burada kastedilen. Tam aksine, ülkenin gelişmesiyle birlikte gündeme gelebilecek yeni hakların önünü açmak adına, sendikaların tüm AB ülkelerinde olduğu şekliyle bir işlev yürütebilmesi, ülkede çalışanları ilgilendirecek her türlü kararda sözde değil özde söz sahibi olabilmesi sağlanmalıdır. Bu bağlamda örneğin Sosyal ve Ekonomik Konsey Anayasa’nın bir hükmüne dönüştürülmeli, doğru mekanizmalar kurularak başta çalışma yaşamı olmak üzere toplumu ilgilendirecek her karar siyaset dünyası ve sivil toplumun katkılarını gözetecek şekilde ele alınmalıdır. Sosyal ve Ekonomik Konsey Anayasal bir zorunluluğa dönüştürülebilirse toplumun çok geniş bir bölümü yönetime dahil olabilir, siviller yürütmede söz sahibi olabilir ve bundan ülke kazanır…

Anayasa değişikliği ekonomiye ivme kazandırabilir. Yeter ki biz eski gözlüklerle Anayasa tartışmalarına müdahil olmaktan imtina edelim. “Aradığını bilmeyen, bulduğunu anlayamaz” diye güzel bir söz vardır. Vesayeti ortadan kaldırma, sivilleşme ve sistemin hantallaşmasına sebep olan unsurlardan arınma fırsatı olabilir Anayasa değişikliği tartışmaları. Eğer biz tüm bu tartışmaların odağına insani ve ekonomik kalkınmayı koyar ve ne istediğimizi netleştirebilirsek, bulacağımız BİZİM GELECEĞİMİZ olacaktır…

13 Haziran 2012, Ekonominin sesi

 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s