2012 Londra Olimpiyat Oyunları, 10 bin gönüllünün görev aldığı, 27 milyon sterlin harcanarak hazırlanan görsel bir şölenle başladı.
İnsanlığın gelişim süreci ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Önce köy hayatı yansıtıldı sonra sanayi devrimi sahnelendi. Tarihte önemli yer tutan sendikaların oluşumu, işçi sınıfı mücadelesinin başlangıcı ve kadın haklarının doğuşu gibi olaylar canlandırıldı.
CTP Milletvekili Salih İzbul, Twitter’da, “Akşamki olimpiyat açılışı mükemmeldi. Biz acaba başka bir gezegende miyiz?” diye sordu.
Britanyalılar, tarih anlatımını kendi kültürlerinin tanıtımına dönüştürdüler. Milyarlarca televizyon izleyicisine hem sosyal ve ekonomik boyutlarıyla tarih dersi verdiler hem de kültürlerini müthiş bir yaratıcılıkla anlattılar. Merkezin her daim kültür olduğunu, yerel değil küresel düşünmeyi gözetirken aynı zamanda kültürü var etmenin ve zenginleştirmenin önemini anlattılar. Toplumların kendi kültürleriyle kendi politikalarını oluşturmasının büyük önem taşıdığını, kültüre sahip çıkmanın bilgi çağına ayak uydurmayı gözeten bir bilince karşı çıkmak anlamına gelmeyeceğini hissettirdiler. İnsanların soluğunun politikanın ensesinde hissedilmesi gerektiğini, kültürsüz ekonomi veyahut politika olamayacağını, kültür sağlıklı ise ekonominin de sağlıklı olacağını, kültür zenginse ekonominin güçlü olabileceğini anlatmış oldular bize ve tüm dünya halklarına.
Biz, kültür – politika – ekonomi üçlüsünün birbirlerini ayakta tutan unsurlar olduklarını ve biri zarar görürse diğerlerinin de dengesinin bozulabileceğini acı tecrübelerle öğrenmekte olan bir halk konumundayız.
Toplumların sahip olduğu entelektüel sermayenin önemini ve aydınlarının küçük düşünme lüksüne sahip olamayacağını hissettirmiş olmalı o görsel şölen ve anlatı pek çok insana. Özgür ve yaratıcı düşünen, geleceği yaratacak köklü eğilimlere önem atfeden mensupları arttıkça, toplumlar, gelişime ve değişime daha açık olur, günümüz dünyasının üretim süreçlerinde daha fazla söz sahibi olabilir. Biz sürekli kendimizi sorgulamak ve yenilemek; aldatıcı, oyalayıcı ve erteleyici anlayışlardan kurtulmak adına ne yapıyoruz?
Dünyamızda, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş, hizmetler sektörünün ön plana çıkması vesaire derken günümüzde artık hizmetler sektörü içinde mikro teknoloji ve telekomünikasyona dayalı yeni hizmet sektörlerinin gelişimi söz konusu. Günümüz toplumlarında, bilginin ustaca kullanılması ve üretim süreçlerinde makinelerin yerini alması ile birlikte onu yaratıcılık düzeyinde kullanan insanlara ihtiyacın arttığı gözlemlenmekte. İşgücü piyasalarında vasıfsız işçiliği hatta eğitimli beyin işçilerinden ziyade yüksek vasıflara sahip, teknolojiyi en üst seviyede kullanabilen, bilgiyi pratiğe dönüştürebilen, yaratıcı, özgüveni yüksek “altın yakalılar” değer kazanmakta. Bilgi toplumunda gelişmenin ve üretimin anahtarı iyiden iyiye entelektüel sermaye olmakta.
Biz, başka bir gezegende yaşamıyoruz. Gençlerimiz dünyanın en iyi üniversitelerinde eğitim görmekte, toplumumuzu geleceğe taşıyabilecek entelektüel sermaye birikimlerini ülkelerine transfer etmeye can atmaktadır. Ancak biz, Britanyalılar’dan farklı olarak kültürümüzü, ekonomimizi ve politikamızı birbirlerini denetleyecek ve birlikte gelişerek dünya ölçeğinde var olabilecek biçimde ele almayı bir türlü başaramadık. Varlığımızı tehlikeye sokan, bu üçlüyü bir arada düşünememek, bunun önündeki engelleri doğru tespit edememektir. Maalesef biz bu üçlümüze yön veren entelektüel dünyamızı 20. yüzyılın çatışmacı anlayışlarından yeterince arındıramadık, bu alandaki statükomuzu aşamadık.
Milliyetçilik – anti millyetçilik tartışmalarının gölgesinde, çarpık bir biçimde bilgi çağının yeni değerleri ülkemize ithal edilirken, biz, sağlıklı süreçlerle entelektüel dünyamızı güncelleyememenin sıkıntıları ile cebelleşmekte, ülkemize yabancılaşmaktayız.
Kültürümüzü yaşatmak için ekonomik ve politik aklımızı ameliyat masasına yatırmalıyız. Varoluş denen hadisenin salt kültürün savunulması ile değil, bilgi çağının gerektirdiği aklın devreye sokulmasıyla mümkün olabileceğini öngörmeliyiz. Değerimiz, çağın gerektirdiği entelektüel sermaye birikimini devreye sokabilme başarımızla doğru orantılı bir biçimde artacak veyahut azalmaya devam edecektir.
30 Temmuz 2012, Yenidüzen