Güneyde AB dinamiği, kuzeyimizde ise küresel ekonominin hızlı gelişimi sayesinde gündeme gelen değişimleri iyi analiz ederek kendimize dair çıkarımlar yapmamız mümkündür.
Geçtiğimiz günlerde Cyprus Mail gazetesinde “bir duyarlı vatandaş” imzasıyla yayınlanan mektup, Güney’in AB Destek Mekanizması’na yaptığı başvuruyu mevcut hükümetin en büyük hatası olarak nitelendiriyordu. Finlandiya’nın Kıbrıs’tan yardım fonlarını garanti altına almasını talep etmesi duyarlı vatandaşı huzursuz etmişti. Çünkü bu güven duygusu eksikliğine işaretti. Yabancı basında Kıbrıs’ın Dönem Başkanlığı ile ilgili çıkan, “tavuk kümesini tilkiye emanet ediyoruz” şeklindeki yorumlar da vatandaşın canını sıkmıştı. Bankaların yarattığı kriz nedeniyle bütün Kıbrıslı Rumların otlakçı, tembel serseriler imajına büründürülmesinden hoşnut değildi.
Danimarka tarafından başarıyla tamamlanan bir dönem başkanlığının ardından Türkiye ile sorunları bulunan ve Rusya ile ilişkileri mercek altında tutulan Kıbrıs Cumhuriyeti, dönem başkanlığını üstlendi. Hristofiyas, “duyarlı vatandaşların” da etkisiyle, Rusya ile ilişkilerinin mercek altında tutulduğu gerçeğine rağmen Destek Mekanizması’nın dayatacağı yükümlülükleri hafifletmek adına Rusya kartını öne sürmekten çekinmedi. Avrupa basını bunu “pragmatizmin doruklarında” olmak şeklinde tanımladı. Şimdi Hristofiyas, aynı anda her iki finansöre de başvurduklarını, gelişmelere göre her iki kaynağı da kullanabileceklerini söylüyor. Tüm bu manevralar, bilhassa kurumlar vergisi haddinin %10’da tutulması arzusundan kaynaklanıyor. Bu oran AB ortalamasının çok altında ve Lefkoşa, “yabancı yatırımcıları cezbettiği savıyla” bunu muhafaza etmeye çalışıyor. Ancak ok yaydan çıkmış görünüyor zira Kıbrıslı Rum Avrupa Parlamentosu üyesi Eleni Theocharous’un 15 Mayıs’ta sorduğu bir soruya AB Komisyonu Ekonomik ve Mali İşlerden Sorumlu Komiseri Olli Rehn’in 16 Temmuz’da yanıt vermiş olması ilginçtir. Theocharous, Kıbrıs hükümetinin mali disiplin uygulamasının, önlemler almasının ve Kıbrıs’ın Destek Mekanizması’na girmesinin şart olup olmadığını sormuştu. Güncel tartışmalar, Rehn’in cevabının dozajını belirledi: “Kıbrıs çok ciddi makro-ekenomik dengesizlikle karşı karşıyadır ve Kıbrıs ekonomisi mali, bütçesel ve yapısal yönlerden acil siyasi müdahale gerektiren bir kriz içerisindedir”.
Görüldüğü üzere bölgemizde geçmişte biriktirilen dostluklar ve stratejik çıkarlara bağlı işbirlikleri bir yana, ekonomi siyaseti belirler olmuştur. Düşünün ki Hristofiyas hassas dengeler üzerinde halkını koruyabilmek için manevra yapmaya çalışırken örneğin Rusya’yı, “artık komünist bir ülke değil, kapitalizmi uygulamaya çalışan bir ülkedir” şeklindeki açıklamalarla savunmak durumunda kalmaktadır.
2008’de Hristofiyas başkanlığa adaylığını açıklarken o salonda bulunan AKEL üyesi bir Kıbrıslı Türk aile dostumuz, Hristofiyas’ın, yoldaşlarına, “Hayal aleminde yaşamayalım, başkanlığı kazanırsak sermaye ile de işbirliği yapacağız” demiş olmasını övünerek anlatmıştı. Bazı şeyleri Hristofiyas söyleyince, “gerçekçi, ayakları yere basan lider” oluyordu ama solcu bir Kıbrıslı Türk lider ekonomik alanda bir açıklamada bulununca “liberal” damgasını hak ediyordu!
Dünya ve Kıbrıs Türk siyasetini küçük yaşlardan beridir yakından takip eden bir birey olarak şunu net olarak kavradım:
Dün değil belki ama bugün her kim ki ekonomik aklı küçümseyerek halkın genel çıkarlarını ve geleceğe daha emin adımlarla yürüyebilme düsturuyla üretilen düşünceleri bir kalemde silmeye kalkışır, o kişi ya art niyetlidir ya kişisel çıkarları ile toplum çıkarlarını birbirine karıştırmıştır ya da bireysel tecrübelerini ve geçmişte biriktirdiği ideolojik ezberlerini içinde yaşadığımız dünya gerçeklerinin üstünde tutmaktadır.
Günümüz dünyasında sol ile sağın iki farklı / zıt ekonomik modele sahip olmadığını görmek ve bunu içselleştirmek, siyasetle sorumluluk duygusu çerçevesinde ilgilenecek her Kıbrıslı Türk bireyin atacağı ilk adım olmalıdır siyasal yaşamda. Tekleşen dünya ekonomisi içerisinde özellikle de kriz dönemlerinde bir halkın ve sistemin varlığını sürdürebilmesi öncelikli mesele halini almış bulunmaktadır. Sol iktidarlar da bu hedef doğrultusunda gerçekçi çabalar ortaya koyabildiği vakit başarılı olabilmektedir.
Küresel ölçekte sol ile sağı ayıran faktörler ise yine bilgi toplumu tartışmalarında gizlidir. Sol, kültür ve refah sektörlerine özel bir önem atfetmektedir dünyada. Yaratıcı ekonomi yani kültürün geliştirilmesi için ekonomik devinime vurgu yapılmaktadır. Yayınlar, televizyon, radyo, tasarım, müzik, sahne sanatları, moda ve benzeri alanlarla ilgili ekonomik faaliyetlerle dünyaya açılmak solun özel önem atfettiği konulardır. Refah sektörü kapsamında ise çalışanlar üzerinde baskı kurarak ve çalışma koşullarını zorlaştırarak değil, verimliliği artırarak, organizasyon yenilikleri ve teknolojik yenilikler üzerinde durarak sağlık, tıp, ilaç, kamu sağlığı, yaşlıların kendi başlarına yaşamalarını sağlayacak yeni teknolojilere yoğunlaşılmaktadır. Refah devletinin inovasyonlarla üretkenliği artırarak ayakta durabileceği tartışılmakta ve buna yönelik programlar geliştirilmektedir. Özetle, sol, dünyada varlığını sürdürüyor ama nostalji yaparak değil, kendi felsefesini yaşatmak için günün getirdiği ekonomi yaklaşımını kullanarak bunu yapıyor.
Bu anlamda solun geliştirdiği programlar yepyeni bir imajla verimliliği, üretimi ve inovasyonu kamuoyuna taşıma ve tartıştırma çabası ile örülüyor. Bu noktada Kıbrıs Türk solunun da 20. yüzyıl kalıntısı sahte tartışmaları bir yana bırakıp üniversitelerimizin, medyamızın, meslek örgütlerimizin, iş insanlarımızın inovasyona yani yenilikçiliğe, verimlilik artışına yönelmesine dönük toplumumuzda bir ışık yakması, bir heyecan yaratması ve toplumun bu noktada seferber olmasına dönük fark yaratabilmesi büyük önem taşıyor.
Bir süre önce Milliyet’te yayınlanan bir yazısında Fikret Bila, CHP’nin özgürlük iklimi tezini ele aldı. Bila, yazısında, kurultaya hazırlanırken CHP’nin demokrasi ve ekonomi alanlarında tam bir özgürlük iklimi yaratmak üzerinde çalıştığından bahsediyordu. Bunun da özellikle gençler başta olmak üzere tabandan gelen talebe dayandırıldığının altını çiziyordu.
Hedef sosyal adaletle bilgi toplumunu birleştirmek, ekonomik zenginliği artırırken de sosyal adaleti geliştirmek olmalı bizim açımızdan da. Yolsuzluklarla mücadele etmek, daha adil bir toplum yaratmak ama ekonomiyi de büyütmek olmalı hedefimiz. İnsan odaklı siyasete girişimciliğin dinamizmini katarken girişimciliğe de ekonomik kalkınmaya yardımcı olacak bir refah devletini katmak öngörülmeli. İnsanımızın özgüvenini yeşertmek adına demokrasimize sahip çıkmalıyız. Demokrasimizi geliştirmek, toplumsal çözülmeyi ortadan kaldırıp kalıcı bir istikrar ortamını yaratmak adına ele alınmalı.
Toplumsal varlığımızı sürdürebilmemizin yolu ekonomik kalkınma ile demokratikleşme arasında hayatın her alanını kapsayacak şekilde anlamlı bağlar kurabilmekten geçiyor. Entelektüel manada solu tartışmayı önemseyenler değişen dünyaya uyumu bir ödün şeklinde algılamaz ve esasen bu bağları kurmaya dönük düşünce üretimine yoğunlaşabilirse, üzerimizdeki ölü toprağını atar ve geleceğe daha bir umutla bakmaya başlarız.
Siyasal alanda güneyde AB dinamiği sayesinde Hristofiyas bunu yapmayı deniyor. Kuzeyimizde küresel ekonominin hızlı gelişimi bağlamında Kemal Kılıçdaroğlu bir çaba ortaya koyuyor. Biz, yapabiliriz!
2 Ağustos 2012, Ekonominin Sesi