‘Rejimle mücadele’

Türkiye Büyükelçiliği, askeri makamlar ve Denktaş-UBP ikilisinin ifade özgürlüğümüzü engelleyen müdahaleleri karşısında söz ve anlatım özgürlüğümüzden ödün vermemek, uzun yıllar boyunca ‘rejimle mücadele’nin ana unsuru oldu. Siyasal alanda bunun öncüsü olan CTP’nin iktidar döneminde demokratikleşme yönünde ciddi mesafeler kat edildi. Sivillerin askeri mahkemede yargılanması tarih oldu.
İletişim çağında söz ve anlatım özgürlüğümüze yönelik müdahale imkânları ortadan kalkmış bulunmaktadır. Ancak hâlâ kendi yurdumuzda birincil otorite olabilmiş değiliz. Demek ki ‘rejimle mücadele’ bugünün koşullarında yeniden tanımlanmalıdır.
Pek çok ülkede demokratik seçim yapmak başlı başına bir değişim olarak nitelendirilirken, başarı ölçüsü, seçim kaybeden eski liderlerin öldürülmeden veya hapse atılmadan bir sonraki seçime kadar siyasi mücadele yürütebilmesi olmaktadır. Batı uygarlığından olmayıp da Çin gibi ülkelerin verimlilik ve kalkınma yoluyla küresel ölçekte çok kutupluluğun gelişmesine yol açması ise manidardır. Demek ki biz kendi coğrafyamızda değişime adaptasyon konusunda bazı ülkelerin önünde olsak da sistemimizin verimliliğini ve kalkınmayı hayatın merkezine koyamadığımız sürece toplumsal hedeflerimiz doğrultusunda daha fazla ilerlememiz söz konusu olamayacaktır.
Eğer verimlilikten ve kalkınmadan bahsedeceksek, sorunlarımızın kaynağı olarak çoğunlukla dışsal faktörler üzerinde durma yaklaşımımızı gözden geçirmemiz gerekmektedir. Türkiye’de geçtiğimiz günlerde Doğu Perinçek ulusalbakis.com sitesinde yayınlanan makalesinde, “1990 yılından beri bütün dünyada, ABD emperyalizminin efendiliğini kabul eden bütün siyasal partiler, ‘değişim’ markasıyla ortaya çıkıyor veya ‘değişim’ markasını benimsiyorlar” diye yazmıştır. O’na göre “devrimi engelleyen” budur ve mücadele, dışarıdan gelecek tehditleri savuşturmaya yönelik olmalıdır.
Bu modeli benimsemek ve Kıbrıs’a uyarlamak da bir tercihtir. Kıbrıs’ta karşılıklı kabul edilebilir çözüm iradesinin devamını, Türkiye ile daha sağlıklı ilişkiler kurabileceğimiz koşulları oluşturmayı ve demokrasimizi güçlendirmek adına orta sınıfımızı ekonomik anlamda güçlendirmeyi arzuluyorsak, Perinçekleşmeden verimliliği ve kalkınmayı temel meseleye dönüştürmemiz gerektiği üzerinde duranlara göre ise ‘rejimle mücadele’ halkın bilinçlenmesiyle ve ortak akılla rekabet gücümüzü artırıcı faaliyetlere yoğunlaşarak ilerletilebilecektir.
Yeni nesillerimiz, Batı uygarlığıyla uyumlu bir formasyonla hayata hazırlanıyor. Gençlerimiz eğitim ortamlarında değişime adaptasyonu öğreniyor. Buna bağlı olarak toplumsal taban hızla dünyadaki değişimle uyumlulaşıyor. Karşılıklı kabul edilebilir çözüm 2000’li yıllarla birlikte toplumsal ortak paydaya dönüştüğü halde eski alışkanlıklarla bu konuda ısrarla çatışmacı bir ortamı halka dayatmayı marifet gören paradigma etkinliğini sürdüredursun, verimlilik ve kalkınmayı önemseyenlerle önemsemeyenlerin çekişmesi şeklinde gelişmesi beklenen yeni zihniyet dünyamız, baharını beklemeye devam ediyor. ‘Rejimle mücadeleyi’ yeniden tanımlamayı siyaseten erteledikçe bilmeliyiz ki Kıbrıs sorunu eksenli mevcut sağ ve sol paradigmalarımız verimlilik ve kalkınmayı önemsizleştirenlerle hatta değişime açıktan karşı çıkanlarla uyumlu görünmeyi zorunlu kılmaya devam edecek ve burada kontrolsüz şekilde bir kırılma noktasına gelinmesi tehlikesini hep ensemizde hissedeceğiz.
Çin gibi ülkeler verimlilik ve kalkınma yoluyla dünyada tek kutupluluktan çok kutupluluğa geçişi mümkün kılmışsa, bizim de çözüme kadar yaşanacak süreçte Türkiye makamlarının, çözümden sonra ise Ankara ve Brüksel’in doğrudan bizi ilgilendiren tüm kararları bizim adımıza almasının önüne geçmek adına daha gerçekçi ve ayakları yere basan bir tavır geliştirmemiz öngörülebilmelidir. Bunun ‘mücadelesi’ ise dışarıda değil içeride verilmelidir.
Birincil otorite olamamamızla özdeşleşen rejime karşı mücadelemizi dünyada gelişen siyasi ve ekonomik değişimlerden kopuk yürütemiyorken, ona karşı mücadele ettiğimizi zannettiğimiz rejimin (statükonun) bir parçasına dönüşmekten imtina etmek adına da bu konuyu ciddiyetle değerlendirmeliyiz. Vesayete karşı çıkarken verimlilik ve kalkınma unsurunu birincil mesele olarak ele almaktan kaçınmak, Perinçekleşme riskini doğurmakta, tehlike çanlarının çalmasına vesile olmaktadır. Dikkatli olmalıyız.

27 Ağustos 2012, YeniDüzen

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s