1974 sonrasında burada kurulan düzen Taksim ideali doğrultusunda yapılandırıldı malum güçler tarafından. Siyaset, ekonomi, yaşam tarzlarımız ve sivil alan bu ideale göre şekillendirildi ve belli dengeler üzerine oturtularak değiştirilmesi çok zor bir yapı oluşturuldu. Bu düzene cepheden karşı çıkan, bu düzeni besleyenlere de yaşatanlara da net bir biçimde “hayır” diyen muhalefet, alternatifi federal çözümde gördü. Yine de CTP’liler bütçenin Meclis’ten geçirilmesi gerektiğini duvarlara yazıp varoluş mücadelesine nitelik kazandırırken, Denktaş, “bütçe mülahazalarıyla ulusal davayı karıştırmayalım” diyerek, Türkiye’ye, “bize kaynak aktaracaksınız ve hesabını da sormayacaksınız” diye buyuruyordu.
O dönemde dik duruşa sahip solcu partilerin iktidara gelmesi neredeyse imkânsız olduğundan CTP’nin kadroları iyi bir kamu düzeninin nasıl oluşturulabileceğinden çok saldırılar karşısında mücadele azmini yüksek tutma gibi konularda kendilerini geliştirebildi. Tek çıkış yolu görülen federal çözüme kadar toplumsal varlığın korunabilmesi için büyük fedakârlıklar sergileyerek muhalif ruhu yaşatan CTP’liler oldu. 2000’lerde alternatife yani federal çözüme yaklaştığımız ancak hedefe ulaşamadığımız bir dönem yaşandı. Bu tecrübeyle birlikte CTP, federal çözüm için çalışmanın yanı sıra kamuyu iyi yönetme ve icraatçı bir anlayışla siyaset üretme zorunluluğunu tam olarak içselleştirdi. Bunun için de bir program etrafında kenetlenmek şarttı. Öğrenildi ki seçim manifestosuna 50 milletvekili adayının imza atması yetmiyor, seçimlerin öncesi ve sonrası da önemlidir…
Hâlâ daha yerleşik yapıyı değiştirmenin yolu federal çözüme inanmaktan ve 2000’lerdeki tecrübelerden dersler çıkarıp bugünden bütünlüklü bir vizyon ve program etrafında kenetlenmekten geçiyor. Muhalif ruh bunu fısıldıyor kulaklarımıza! CTP, Denktaş’ın “bütçe mülahazalarıyla ulusal davayı karıştırmayalım” diyerek kurduğu sistemin bir parçası olmayacaktır. CTP, bilimsellikten şaşmadan adil ve dürüst bir yönetim için savaşım verecektir. 2009’daki seçim manifestosu sürdürülebilir ekonomiye geçişin, ekonomik aklın ve rekabetçi ekonominin önemini anlatıyordu. CTP, iktidar deneyimleriyle birlikte sol mücadelenin bu zeminde yürütüleceğini kayıt altına aldı.
CTP, adil ve dürüst yönetimin ekonomik büyüme ile ilişkisini tecrübe etti. Sol anlayışa girişimciliğin dinamizmini katmayı, girişimciliğe de ekonomik kalkınmaya yardım eden bir refah devletini katmayı CTP’liler yaşayarak öğrendi. Bugün de bu bütünlüklü anlayışın topluma mal edilmesidir CTP’nin temel politikası. Bu değişimin katalizörü çözüm ve AB ile uyumlaşma fikridir. CTP’nin temsil ettiği muhalif ruhun can damarı artık bu değişimdir. Soğuk savaş döneminde CTP’nin muhalif ruha dayalı mücadele azmini sulandırmak isteyenler çok çabalamıştı. İnsan psikolojisine iyi gelen eskiye özlem duygusunu değişim karşıtlığının bir aracına dönüştürmek ve çeşitli vesilelerle değişimden geriye dönüşü bir tartışma konusu olarak gündemde tutmak o çabaların yerini alır mı?
Dünyada kalkınmanın sağladığı imkânlarla okullar teknoloji ile donatılıp “dünya vatandaşları” yetiştirilirken bizde eski düzeni idame ettirmeye çalışan sağ eğilimli Eroğlu ve Küçük’ün bu değişimleri kavrayamamış olması büyük bir fırsattır halkımız için. Çünkü bu küreselleşme çağında sömürünün ve insanları psikolojik baskı altında tutmanın yeni metotları üzerimizde denenmekte, kimliksizleştirilip sömürüye açık insanlara dönüştürülmekteyiz. Dev firmalar, “dünya vatandaşlarının” korkularından besleniyor en fazla. Alın teri ile kazandığımız gelirlerimizin büyük kısmını kerameti sorgulanabilecek pahalı ilaçlara harcamamız bunun basit bir örneği değil midir?
Bu girdabın tam ortasındayız ve hayatımıza kaçınılmaz olarak giren değişimleri sol bir perspektifle ele alıp çağa uygun küresel politika önerileri ile muhalif ruha alan yaratmalıyız. İnsanı özneleştirme zorunluluğu ile karşı karşıyayız.
Çökmeye mahkûm yerleşik yapının sonrasını sol bir perspektifle projelendirme vakti gelmiştir. “Yarın çok geç kalabiliriz”…
14 Ocak 2013, Yenidüzen