En genel anlamıyla yapısal reform herhangi bir alandaki yapısal bozuklukları ortadan kaldırarak o alanın bugün ve gelecekteki beklentileri karşılayabilecek yeni bir yapıya kavuşturulması demektir.
Ülkemizde örneğin mevcut siyasal yapımız günün ihtiyaçları doğrultusunda doğru siyasi kararlar üretilmesine olanak tanımamaktadır. Siyasette niteliğin artırılması ve daha hızlı şekilde kararlar üretilebilmesi için siyasal yapılanmamızda birtakım değişikliklere ihtiyaç duyulmaktadır. Siyasi partiler yasasındaki değişiklikler, seçim ve halkoylaması yasası ile ilgili tartışmalar, Anayasa değişikliği ve benzeri konuların sürekli gündeme gelmesinin kök nedeni siyasal alana dair yapısal reform zorunluluğudur.
Benzer şekilde, hukuk düzenimize ve yargıya ilişkin de ciddi yapısal bozukluklar söz konusudur. Mahkemelerimiz hızlı karar üretememekte ve adaletin tecellisi gecikmektedir. Bu da yaşamın her alanında ciddi sorunlara yol açmaktadır. Bundan ötürü yargıda köklü yapısal değişim ihtiyacı sürekli dile getirilmektedir. Her göreve gelen Mahkeme Başkanı, her fırsatta bunun için Anayasa değişikliğinin şart olduğunu ısrarla vurgulamakta ve adeta “yalvarmaktadır”.
Diğer yandan, değişen dünya ve ülke koşullarında halkımızın doğal olarak hizmet beklediği pek çok alan vardır. Başta eğitim ve sağlık gibi sosyal alanlar olmak üzere bu hizmetlerin neredeyse tümü için de mevcut yapısal sorunlara odaklanılmadığı müddetçe ciddi kaynak ihtiyacı söz konusu olmakta ve sistem kilitlenmektedir.
Örneğin siyasi kültürümüzün ciddi sıkıntıları nedeniyle “polisin sivile bağlanması” konusu mali yönleriyle hiç değerlendirilmemekte ancak bu değişiklik ciddi bir siyasi vaat olarak sürekli gündeme gelmektedir. Yeni geçiş kapıları için de aynı durum geçerlidir.
Bu koşullarda KKTC’de yapısal reform denildiği vakit öncelikle akla ekonomiyi düzeltecek reformlar gelmektedir. Bu bir ideolojik tercih değil zorunluluktur. Öncelikler (priorities) ister istemez kamu yönetimi açısından kaynak yaratma, halk açısından da üretim ve istihdam imkânlarının artırılmasıdır. Bu da ekonomiyi iyileştirecek yapısal reformlardan geçmektedir.
Aksi halde tüm diğer alanlardaki yapısal reformlar daha uzun yıllar konuşulacak ancak bir arpa boyu dahi yol kat edilemeyecektir.
Siyaseten bu tespiti yapmanın zamanı gelmiş hatta geçmiştir bile.
Değişim beklentisi / talebi halkta üst düzeyde cereyan ettiğine göre bir arpa boyu yol kat edilemeyen koşullarda her seçimde partilere ve siyasetçilere tepkiye bağlı oy verme davranışları daha da güçlenecek ve pek çok siyasetçi değirmen taşlarının arasındaki buğday taneleri gibi un ufak olmaktan kurtulamayacaktır.
Bu tespite göre çıkış yolu doğru liderlikten geçmektedir.
Ekonomiyi düzeltecek yapısal reformları sistematik biçimde ele alabilecek ve farklı açılardan ekonomiyi düzeltmek adına kararlılıkla değişimi sağlayabilecek bir liderlik olmazsa olmazdır.
Popülizm, dengecilik ve benzeri yaklaşımlar siyasal başarının önkoşulu addedildiği müddetçe de liderlik ihtiyacı / sorunu gündemde kalmaya devam edecektir.
Ekonomi matematikten ibaret değildir.
Örneğin bir ülke ekonomisini değerlendirirken 5 ana ölçütten biri olan işsizlik bizde % 8,3 iken Türkiye’de %9,9’dur. Bu oranlar bizim bu alanda Türkiye’den daha başarılı olduğumuzu göstermemektedir. Genç işsizliğe bakıldığında bizdeki oranın %20,3, Türkiye’deki oranın ise %17,9 olduğu görülmektedir. Dahası, KKTC’deki “gizli işsizler” yani kamuda istihdam edildiği halde ve bir iş sahibi olduğu halde yeterince üretken olamayanların ekonomi üzerindeki yükü bir hayli büyüktür. Ekonomiyi düzeltirken hem bu gibi oranları değerlendirmek hem de bu oranların kalıcı şekilde iyi yönde değişimini sağlayacak yapısal önlemler almak gerekecektir.
Herhangi bir ülke ekonomisi değerlendirilirken bir diğer ölçüt ise büyüme oranıdır.
KKTC’deki ekonomik büyüme bugünkü dünya ve bölge konjonktürüne göre kötü olmasa da (%4,3) kişi başına GSMH’de dolar bazındaki düşüş dikkat çekicidir. Sürdürülebilir ekonomiye geçiş için şart olan yapısal reformlar geciktirildiği müddetçe risk devam edecektir. Kamunun reel sektördeki düzenleyici ve denetleyici rolünün güçlendirilmesi adına ciddi yapısal değişikliklere ihtiyaç vardır. Ancak bu sayede hükümetlerin büyümeyi destekleyici mahiyette kararlılıkla adımlar attığına dair bir güven ortamı oluşabilecektir.
Bir diğer önemli ölçüt ise enflasyondur. DPÖ’nün yaptığı son açıklamaya göre TÜFE son 6 ayda %1,9 artış göstermiştir. 2014’te %10,22’den %6,49’a düşen TÜFE’ye rağmen en yüksek artışın %13,56 ile lokanta ve oteller alt grubunda olması dikkat çekicidir. Petrolün değer kaybetmesiyle tüm dünyada petrol ithal eden ülkelerdeki enflasyon oranlarında düşüş yaşanırken bizde örneğin mobilya ve ev eşyalarında ortalamanın üstünde (%10,37) yaşanan artış, akaryakıt ve buna bağlı fiyatlar hariç yurttaşlarımızın alım gücündeki düşüşü göstermektedir. Konut fiyatlarının değişmemesi ekonomideki durağanlığı işaret ederken, dünyada yakıt fiyatları düştüğü halde elektriğin de içinde bulunduğu grupta düşüş değil ılımlı bir artış (%1,79) yaşanması yine yapısal sorunlarımızdan kaynaklanmaktadır.
Ülke ekonomileri değerlendirilirken kullanılan bir diğer ölçüt ise cari işlemler dengesidir. Cari işlemler dengesi bir ülkenin toplam mal ve hizmet ihracatı ve transferlerinin toplamıyla tüm ithalatının farkıdır. KKTC’de lokomotif sektörlerin (yükseköğretim ve turizm) hizmet ağırlıklı olmasından ötürü ihracatımızın ithalatımızı karşılama oranı çok düşük olduğu halde (%7,5) cari işlemler dengemizin milli gelirimize oranı Türkiye ile kıyaslandığı zaman oldukça iyi konumdadır (% -0,3).
KKTC’de ekonominin de siyasetin de tıkanmasına yol açan ana etken ise bütçe dengesidir.
Bir ülke ekonomisi değerlendirilirken bakılan beşinci ölçüt olan bütçe dengesi konusunda çok ciddi sıkıntılarla karşı karşıya olduğumuz yıllardır konuşulmaktadır. Katı giderler nedeniyle “geleceğe yatırım” şeklinde ifade edilebilecek bütçe payı sadece %1,5 olabilmekte, tüm diğer bütçe kaynaklarımız günübirlik harcamalar için kullanılmaktadır. Ülkemizdeki altyapı yatırımları ve ekonomiyi büyütmeye dönük programlar ise tümüyle Türkiye tarafından finanse edilmektedir.
Dolayısı ile hedefi daha da daraltmak bakımından KKTC’de “yapısal reform” denildiği zaman ilk akla gelmesi gereken hususun bütçe dengesi ve kamu borçları olduğunu tespit etmek gerekir. Bu da mali yönetim üzerinden yapılandırılacak bir reform süreci ile başarılabilir. Bunun için ise mali yönetim sistemimizin fonksiyonel ve kurumsal analizini yapıp bu sistemi güçlendirebilecek nitelikli ve kararlı bir hükümete ihtiyaç vardır.
Bu konuda siyasi odaklanma başarılamadığı ve ilerleme kaydedilmediği müddetçe diğer yapısal reformları hayata geçirmek adına yürütülecek “devekuşu politikaları” büyük oranda duvara toslayacaktır. Dünyadan kopuk bir biçimde ve yapısal sorunları göz ardı ederek yürütülecek yerel siyasetin sonucunda herhangi bir alanda pozitif adım atma niyetiyle yapılacak borçlanmalar da yapısal sorunların derinleşmesine yol açacaktır. Kamu borçlarını ve enflasyonu artırmak pahasına yapısal reformları öteleyerek uygulanacak yanlış politikalar kanın durmasına hizmet etmeyecektir.
Burada siyaseten başarılması gereken “bağlam dışı” tartışmaları aşmak ve kanı nasıl durduracağımıza dair gerçekçi projeleri siyaseten ön plana çıkarmaktır.
Bu da en başta ifade ettiğim gibi doğru liderlikle mümkün olabilir.
Kamu kaynaklarının üleştirilmesine dayalı eski siyaset paradigması ülkemizin geleceğini tehdit etmeye devam etmektedir.
Eski paradigmanın en popüler söylemi olan “sıkı para politikası uygulanmasın” şeklindeki görüşler siyaseten hata yapmaya müsait popülist siyasetçileri en çok yanılgıya düşüren görüşlerin başında gelmektedir.
Kaynak sorunu yaşadığımız koşullarda bu söylem, “yapısal reformları boş verin, borçlanarak siyaseten yakın gördüğünüz çevrelere kaynak dağıtın” şeklinde Türkçeleştirilebilir.
Siyasi yakınların bu “baskısı” ve siyasetçilerin bu “yumuşak karnı” nedeniyle mali yönetim üzerinden yapılandırılacak bir reform sürecinin hayata geçirilmesi de mümkün olamamaktadır.
1990’ların ikinci yarısından itibaren yaşamakta olduğumuz “bir adım ileri iki adım geri” hali, siyasetin çıpasız kalmasından ve el yordamıyla ülkeyi yönetmeye çalışmamızdan ileri gelmektedir.
Önümüzdeki günlerde kişisel bloğumda yapısal reformlarla ilgili düşüncelerimi ve siyasal alanda bu düşüncelerin ne oranda karşılık bulabildiğini daha spesifik biçimde paylaşmaya devam edeceğim.