UBP-DP Azınlık Hükümeti Programı’nın görüşülmesi esnasında yaptığım konuşma…

1461586639Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,

Cumhuriyet Meclisimizin sekizinci dönem milletvekilleri olarak üçüncü kez bir hükümet programını değerlendirmekteyiz.

Söz konusu hükümet, bağımsız milletvekillerimizin desteği ile Sayın Hüseyin Özgürgün başkanlığında, dönemin dördüncü yılında, UBP ve DP tarafından kurulmuştur.

Başarısız bir icraat döneminin ardından 28 Temmuz 2013 tarihinde gerçekleştirilen erken genel seçimlerde 14 milletvekili ile mecliste temsil edilmeye hak kazanan UBP tekrardan yürütmenin başı olan Başbakanlığı devralmıştır.

Bu hükümet programını değerlendirirken öncelikle UBP’nin bir önceki seçimde toplumumuzun verdiği siyasi mesajı ne düzeyde algıladığı ele alınmalıdır.

Aynı zamanda UBP-DP azınlık hükümetinin içinden geçmekte olduğumuz dönemde halkımızın beklenti ve ihtiyaçlarına karşılık verip veremeyeceğini de değerlendirmeliyiz.
2013 erken genel seçimlerinde öne çıkan tema kendi kendini yönetme istencimiz idi.

2013’te, bırakınız ülke yönetimini, kendi parti içi yarışlarında dahi Türkiye’nin fiili yönlendirmelerine açık bir parti görüntüsü veren UBP’ye halkımız oylarıyla büyük bir ders vermiş, 26 olan milletvekili sayısını 14’e düşürmüştü.

Bu hükümet programında her ne kadar hayata geçirilmesi öngörülen çeşitli icraatlara yer verilmişse de “temel vizyon” şeklinde de nitelendirilebilecek “birincil proje” şeklindeki tanımlama dikkatlerden kaçmamıştır.

Birincil proje, “Türkiye’nin desteğini sürekli kılmak”…

Bu durumda, kendi ayakları üzerinde durabilecek bir sistem kurmak için Türkiye ile de sağlıklı ilişkiler geliştirmeyi öngören CTP önderliğindeki hükümetler yerini Türkiye’nin desteğini sürekli kılmayı birincil proje olarak nitelendiren UBP önderliğindeki azınlık hükümetine bırakmıştır.

Bir halkın veya bir devletin birincil projesi başka bir devletin desteğini sürekli kılmak mı olmalı yoksa iyi ilişkilere binaen başka bir devletten elde edilen dış kaynakların etkin ve verimli kullanılmasını gözeterek kendi ayakları üzerinde durabilecek bir sistem yaratmak için çalışmak mı olmalı?

Mevzu bahis “birincil proje” nitelemesi, Kuzey Kıbrıs’ta iktidar erkini sonsuza kadar Türkiye ile paylaşmayı çağrıştırmaktadır.

Bu durumda halkımızın daha kurulurken bu hükümete karşı ciddi önyargılar beslemesi doğal karşılanmalıdır.

Bu “birincil proje” nitelemesiyle, “Oldu olacak Meclis’i de feshedelim, Türkiye bir vali atasın, ülkeyi Türkiye yönetsin” şeklindeki tepkisel çıkışlar zemin kazanmış olmuyor mu?

Bu “birincil proje”, entegrasyoncu zihniyetin bir göstergesidir ve halkımızın hassasiyetlerini hiçe saymaktadır.

Halkımız Türkiye ile sağlıklı ilişkileri önemserken aynı zamanda Kıbrıs’taki yönetim erkinin yani siyasi karar alma mekanizmasının seçilmişler tarafından sahiplenilmesini talep etmektedir.

Bu hassasiyet yediden yetmişe tüm Kıbrıslı Türklerce toplumsal varoluş kavgamızın bir unsuru olarak sürekli gündeme taşınmaktadır.

UBP-DP azınlık hükümetinin bu hassasiyeti göz ardı edercesine bir yaklaşım içerisinde olması ve kendini toplumumuzdan daha kurulurken soyutlaması üzücüdür.

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,

Önümüzdeki döneme yapısal dönüşüm olgusu damgasını vuracaktır.

Yeni kurulmuş bir hükümetin programında yapısal dönüşümün içeriğine ilişkin hedeflerin yüzeysel şekilde ele alınmış olması bir yana, esasta yapısal dönüşümün nasıl, ne şekilde, hangi kurumsal kapasiteyle hayata geçirileceğine ilişkin hiçbir açıklamaya yer verilmemiş olması da bu hükümetin tabiri caizse “dostlar alışverişte görsün” mantığıyla kurulduğunun bir göstergesi olarak değerlendirilmelidir.

Öyle anlaşılmaktadır ki UBP-DP azınlık hükümeti, değişim odaklı bir iktidar yapılanmasından ziyade bir sonraki seçime kadar ve söz konusu iki partinin seçime hazırlanmasına dönük bir icraat anlayışına sahip olacaktır.

Bu tespit, başta ana muhalefet partisi CTP olmak üzere tüm toplumsal muhalif unsurların gözünü dört açarak zaten sürdürülebilirlikten çok uzak olan mevcut sistemin başta mali hususlar olmak üzere her yönden daha kötü bir duruma getirilmesini engelleme çabalarını gündeme taşıyacaktır.

Diğer yandan, geçtiğimiz 3 yılda CTP öncülüğünde kamuoyuna mal edilen kamu maliyesini ilgilendirecek tüm yapısal düzenlemelere ilişkin yasama organının bağımsızlığından hareketle sorumlu muhalefet anlayışı ile katkı yapacağımızdan hiç kimse şüphe duymamalıdır.

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,

Gelişmiş ülkeler birinci kuşak yapısal reformlarını 1980’li yıllarda yürürlüğe sokarak devletlerinin yeniden yapılandırılmasına ilişkin gerekli adımları atmayı hedeflemişti.

Biz maalesef dünyayı neredeyse 30-40 yıl geriden takip etmekteyiz.

Hâlâ daha birinci kuşak yapısal reformlarımıza ilişkin bir toplumsal konsensüs ortamı oluşturamadığımız gibi değişim olgusunu da eskitmiş, bu olguyu siyasi figürlerin değiştirilmesine indirgemiş ve ihtiyaç duyulan değişimlerin etrafından dolaşan, değişim ihtiyacımızın kök nedenlerini yeterli düzeyde tespit edemeyen bir kaos toplumuna dönüşmüş durumdayız.

Bu koşullarda siyaset kurumuna ve kuşkusuz ülkenin entelektüel sermayesini temsil eden aydın kesimlerimize çok büyük görevler düşmektedir.

Kaos toplumundan çıkışı sağlayacak, toplumsal konsensüs ortamını oluşturucu hangi adımları atmamız gerektiğiyle ilgili iktidarların bir yol haritası olmalıdır.

Biz CTP olarak son 3 yılda yapısal dönüşümü mümkün kılacak şekilde devletin mali yapısına ilişkin gerekli düzenlemeleri hep gündemde tuttuk, mali disiplin ve tasarruf ilkelerinin gereklerini yerine getirdik ve halkımızın beklentileri doğrultusunda ekonomik dönüşüme de imkân tanıyacak şekilde kamumuzun sürdürülebilir bir yapıya kavuşabilmesine dönük yoğun çalışmalar yürüttük.

Bu çalışmaları yürütürken hiçbir biçimde toplumumuz aleyhine sonuçlar doğuracak, halkımızın gelirlerini azaltacak ya da kamu borçlarını artıracak tek bir icraata dahi imza atmadık.

Toplumcu çizgimizden ödün vermedik, sosyal adaleti yaralayıcı hiçbir adım atmadık.

Toplumsal konsensüse önem verdik, bıkıp usanmadan farklı toplum kesimlerinin değişimin önemini ayırt etmesine dönük yoğun bir çaba içerisinde olduk.

Dayatmacı olmadık, kucaklayıcı olduk.

Sivil toplumla ilişkilere her zaman önem verdik.

Bilhassa mali konularda attığımız her adımın rasyonel bir açıklaması olduğu mesajını vermeye özen gösterdik.

Sendikalarımızla iyi ilişkiler geliştirdik.

Karşılanamayacak talepler karşısında iletişimci bir yaklaşım içerisinde olduk.

Bıkıp usanmadan ülke gerçeklerini muhataplarımıza anlattık ve onları daha iyi koşullarda yaşayabilmemiz için yapısal dönüşümü desteklemeye davet ettik.

Bu azınlık hükümeti ise gündeme geliş şekli ve programının yansıttığı öz itibarıyla bu bakımdan büyük bir hayal kırıklığı yaratmaya adaydır.

Tam da Türkiye ile imzalanacak programın arifesinde toplumsal konsensüs ihtiyacını göz ardı eden ve en olmadık zamanda CTP-UBP koalisyonundan çekildiğini açıklayan UBP’nin öncülüğünde kurulan bu “imzacı azınlık hükümeti” çok doğaldır ki halkımızca “seçime hazırlık hükümeti” olarak nitelendirilmekte ve mali konular başta olmak üzere eski siyasetle özdeşleşmiş çeşitli uygulamaların gündeme geleceğiyle ilgili ciddi kaygılara sebebiyet vermektedir.

Toplumsal konsensüsü göz ardı eden “imzacı azınlık hükümeti”, kuruluş şekli itibarıyla Türkiye ile imzalanacak Ekonomik ve Mali İşbirliği Protokolü’nün mali yardım bacağını göklere çıkarırken bu protokolün ekinde yer alacak Yapısal Dönüşüm Programı’na ilişkin içerik ve sahiplenmeye ilişkin sıkıntıları önemsizleştirmiş bulunmaktadır.

UBP ve DP’nin uzun yıllardır başlıca sorunumuza dönüşen yapısal dönüşüme ilişkin atılacak adımlarda konsensüs oluşturma ve sahiplenme duygusunu geliştirme ihtiyacımızı tamamen göz ardı eden tutumu ve bu tutuma bağlı olarak gündeme getirdiği azınlık hükümeti oluşumu tabiri caizse hiç de hayra alamet değildir.

İhtiyacımız olan mali yardımlar ile kuşkusuz yine ihtiyacımız olan yapısal dönüşümün içeriği arasında dengeli bir ilişkiyi gözetmeyen bir azınlık hükümetinin orta vadede yapısal dönüşüme bağlı olarak kendi ayakları üzerinde durabilecek bir toplum ve sistem tahayyülüne sahip olduğunu düşünmek büyük bir saflık örneği olacaktır.

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,

30-40 yıl gecikmeyle hayata geçirmeye çalıştığımız birinci kuşak yapısal reformlarımızın kamusal düzenimiz içerisindeki öncüleri Başbakanlık ve Maliye Bakanlığı olmalıdır.

Üzücü olsa da şu tespiti yapmakla mükellefiz:

Yönetmekten sorumlu olduğumuz sistemimizde politika oluşturma, bu politikaları hayata geçirme, stratejik planlamalar yapma ve bu stratejik planları çok boyutlu bir anlayışla yürütme kapasitemiz yok denecek düzeydedir.

Başlıca misyonu bu olması gereken Başbakanlık’ta bu kapasite maalesef mevcut değildir.

Bu nedenle yapısal dönüşüm konusunda ciddi ve kararlı bir hükümetin olup olmadığını anlamak için ilk değerlendirilmesi gereken husus söz konusu boşluğu doldurmaya dönük ne gibi bir yol haritası oluşturulduğudur.

Maalesef UBP-DP azınlık hükümetinin programında bu kapsamda hiçbir açıklayıcı unsura yer verilmemiştir.

Eğer bu konuda kafa yorulmamışsa, niyet yapısal dönüşümü sağlamak falan değildir demektir.

Bu bakımdan hükümet programının kendi kendini ele veren bir içeriğe sahip olduğu rahatlıkla iddia edilebilir.

Tam da bu ihtiyaca binaen gündeme gelmiş olan yeniden yapılanma çalışmaları kapsamındaki DPÖ’nün dönüştürülmesi fikrine ilişkin olarak hükümet programında yer verilen popülist ifadeler ürkütücüdür.

Mesele DPÖ’nün desteklenip desteklenmediğine indirgenmekte, yapısal dönüşümün lokomotifi olması beklenen yeni yapılanmalar tamamen göz ardı edilmektedir.

Kuşkusuz DPÖ’nün de Başbakanlık’taki yapısal dönüşüm süreçlerini yönetme amacını taşıyacak yeniden yapılanma çabaları kapsamında değerlendirilmesi mümkündür. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, zaten hantal olan kamu yapılanmamızda kamuyu daha da büyütecek ve hantallaştıracak bir anlayışla hareket edilmemesidir.

Bu hassasiyeti taşımayan ve sırf DPÖ ile ilgili toplumda birtakım itirazlar yükseldi diye büyük resmi de göz ardı ederek ortaya konan hükümet anlayışı, yapısal dönüşümün ruhuna aykırıdır ve Başbakan başta olmak üzere bu hükümete onay verecek olanların kamu sektöründeki yapısal dönüşüm ihtiyacının kök nedenlerini kavramaktan çok uzak olduklarının önemli bir göstergesidir.

Yine kamu sektöründeki yapısal dönüşüm hamlelerinin önemli bir bacağı ise doğrudan maliyeyi ilgilendirmektedir.

Başbakanlık’taki yapısal dönüşüme bağlı olarak düzenli şekilde hazırlanacak Orta Vadeli Programların gerçekçi bir mali yaklaşımla hayata geçirilebilmesi için cari harcamaların ve yatırım planlamasının mutlaka Maliye Bakanlığı’nın altında bir araya getirilmesi gerekmektedir.

Bu amaç doğrultusunda Maliye Bakanlığı geçtiğimiz üç yıl boyunca Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Yasası üzerinde yoğun çalışmalar yürütmüştür.

Bu kapsamda tüm kamu kurum ve kuruluşlarını kapsayacak şekilde ilke ve esaslar üzerinde durulmuş, köklü bir değişiklik öngörüsüyle üç yıllık bir bütçeleme sistemi tasarlanmıştır.

Mali yönetim yasasıyla kamu kaynaklarının elde edilmesi ve kullanılmasında şeffaflık ve hesap verilebilirlik ilkeleri çerçevesinde hazine birliğinin sağlanması ve tüm ayrı hesapların tek hazine hesabında toplanması hedeflenmiştir.

Her şeyden önemlisi bu yasa ile bütçe hazırlık süreçlerinin Orta Vadeli Program doğrultusunda aşağıdan yukarıya değil yukarıdan aşağıya doğru şekillenmesi öngörülmüştür.

Bir önceki hükümetin Maliye Bakanı olarak gelinen aşamada tam bir kaos ortamına girmek üzere olduğumuz hususunda uyarıda bulunmak zorundayım.

Başbakanlık’ta bahse konu kapasite oluşumundan hiç söz edilmeyen ve sistemin ana damarı olması beklenen Maliye Bakanlığı’nın güçlendirilmesi gerekirken tam aksine kuşa çevrildiği bir vahim süreçten geçmekteyiz.

Kuşkusuz her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır.

Ancak bizim koşullarımızda en kurumsal bakanlık olarak kabul gören Maliye Bakanlığı’nın bu şekilde koalisyon paylaşımına kurban edilmesi, kabul edilebilir bir yöntem olamamıştır.

Bu anlayışla ve bu yapılanmayla UBP-DP azınlık hükümetinin ağzıyla kuş tutsa dahi Başbakanlık eliyle ve Maliye’nin kurumsal kapasitesinden de yararlanarak yapısal dönüşüme ilişkin bütünlüklü bir yönetim sergileyemeyeceği çok açıktır.

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,

Kamu Maliyesi ile ilgili dikkat çekici bir diğer husus ise borç yönetimi ile alakalıdır.

Son 10 yılın tüm Başbakanlarının ve Maliye Bakanlarının dilinde adeta tüy bitmiştir.

Gerek Ferdi Sabit Soyer gerekse Ersin Tatar’ın, bu kürsüden defalarca en büyük sorunumuzun kamu borçları olduğuna dair açıklamaları vardır.

CTP-UBP hükümeti döneminde gerek Dünya Bankası ile yürütülen çalışmalarda gerekse Türkiye ile yapılan istişarelerde bu konuda etkin bir yönetime ihtiyaç bulunduğu tespit edilmiştir.

Bizim öngörümüz borç yönetim birimini oluşturmaktı.

Bu birim sayesinde borç yönetiminin güçlendirilmesi ve bütçenin borç faizi ödeyebilecek bir yapıya kavuşturulması hedeflenmekteydi.

Bu hükümet programında kamu borç stokuna ilişkin nasıl bir tedbir alınacağına dair tek bir kelimeye dahi yer verilmemiştir.

O halde sormak gerekir:

2015 sonu itibarıyla 5 milyarı aşan iç borca ve toplamda milli gelirin yüzde 167’sine ulaşan kamu borç stokuna ilişkin ne yapmayı planlıyorsunuz?

2008 Küresel Finans Krizi’nin ardından neredeyse bütün dünyada kamu borçlarına ve bütçe açıklarına ilişkin çok ciddi tedbirler gündeme gelirken sizin hükümet programınızda bu konuya yüzeysel dahi olsa hiç değinmemiş olmanız Kıbrıslı Türklerin dünyadaki algılanışı bakımından ciddi bir zafiyet göstergesi olmuştur.

Dünyadan kopuk bu siyaset anlayışı karşısında “vay halimize” mi diyelim? Yoksa “bu hükümet döneminde Allah acısın hepimizi” mi diyelim?

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,

Bir diğer önemli husus ise gelirlerin birliği mevzusudur.

Bütçemizin neredeyse üçte birine yakını fon gelirlerinden oluşmaktadır.

Kamu harcamalarımızın ciddi bir kısmı hâlen bütçe dışındadır.

Devlet bütçelerinin hazırlanması ve uygulanmasında dikkat edilmesi gereken temel ilkelerden ikisi, devlete ait tüm gelir ve giderlerin tek bir bütçede yer almasını öngören  birlik  ilkesi  ile bütçenin genelliği ilkesi gereğince belli gelirlerin belli giderlere tahsis edilmemesidir.

Fon uygulamaları dünyada 1970’li yıllarda, Türkiye’de ise 1980’li yıllarda Turgut Özal döneminde harcamaları etkinleştirmek maksadıyla gündeme getirilmişti. Ancak gelinen aşamada tüm dünyada ve Türkiye’de bu uygulamadan vazgeçilerek tüm kamu gelir ve giderlerinin bütçe kapsamına alınması sağlanmıştır. Bizim de bütçe uygulamalarımızın hızına ilişkin çeşitli söylemleri ön plana çıkararak fonların bağlı olduğu bakanlıkları ayrı birer krallığa dönüştürme yaklaşımından artık vazgeçmemizin zamanı gelmiş hatta geçmiştir bile.

Eğer bir Başbakan kendi bakanlarını ikna edip böylesi hassas bir konuda gerekli adımları atamayacaksa ve bu adımların atılması sürekli ötelenecekse, o koltukta bir gün dahi oturmamalıdır.

Birkaç tanesi hariç tüm fonların derhal tasfiye edilmesi gerekmektedir.

Hükümet programında hiç yer verilmemiş olsa dahi biz bu ilke gereği bütçenin sürdürülebilir bir yapıya kavuşturulması, mali disiplinin sağlanması, kaynakların etkin, verimli ve rasyonel kullanılması ile devlet bütçesinin gelir ve giderlerinde birliğin ve şeffaflığın sağlanması amacıyla hazırlanan bütçe dışı fonların tasfiye edilmesine ilişkin yasa tasarılarının ilgili komitelerde takipçisi olacağız.

Temennimiz, hükümet partileri ile de uyumlu bir şekilde birlikte bu çağdışılığı ortadan kaldırabilmemizdir.

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,

Her yıl bütçede ayrılan kaynak tükendiği halde ödeme taahhütleri nedeniyle sorun olarak karşımıza çıkan ek mesai, burs ödemeleri, taşımacılık ve ilaç ödemelerinde düzenlemelere gidilmesi noktasında yeni hükümetin ciddi performans göstermesine ihtiyacımız vardır.

Benzer şekilde tarım alanında da bütçeyi aşan ödeme ihtiyaçlarının ciddi sıkıntı yarattığı bilinmektedir.

Mali disiplin, lafla gerçekleşebilecek bir husus değildir.

Ayağımızı yorganımıza göre uzatabilmemiz için tedbir almak zorundasınız.

UBP-DP azınlık hükümetinin bir yandan mali disipline ve cari harcamaların azaltılmasına vurgu yaparken diğer yandan tüm bu sıkıntılı alanlarda ne gibi tedbirlerin alınacağına ilişkin hiçbir açıklamada bulunmamış olması kaygı verici bir husustur.

Ek mesailere sadece gümrük hizmetleri bağlamında değinilmiştir ancak bu alandaki ek mesai ödemelerinin sadece 8 milyon TL civarlarında olduğu ve toplamda 80 milyon TL’yi aşan ek mesai ödemelerinin sadece yüzde 10’unu teşkil ettiği unutulmamalıdır.

Bu konunun somutlaştırılmasında ve bütçe ödeneğini aşmayacak şekilde ek mesai ödemelerinin gerçekleştirilmesinde büyük yarar vardır.

Programda Öğrenim Kredisi Tüzüğü’nden söz edilmektedir ancak bu tüzüğün belirtilen hususta ne gibi açılımlar sağlayacağı veya sağlayıp sağlamayacağı net değildir.

Taşımacılıkla ilgili herhangi bir tedbir alınıp alınmayacağından söz edilmemektedir.

İlaç ödemelerine ilişkin Genel Sağlık Sigortası’nın (GSS) yürürlüğe girmesi ile birlikte kamu hastanelerinde ilaç dağıtımının durdurulacağından söz edilmekte ancak Genel Sağlık Sigortası’nın mali boyutuyla ilgili hiçbir açıklamaya yer verilmemektedir.

Tüm bunların yanı sıra program içerisinde pek çok harcama gerektirecek yeni uygulamadan veya desteklerden söz edilmekte ancak bu harcamaların 2016 bütçesinde karşılığı olup olmadığı veya önümüzdeki yıllarda hangi gelirlerle bu harcamaların mümkün kılınacağı hiçbir biçimde açıklanmamaktadır.

Arkadaşlar eksik olmasınlar İsveç hükümetinin programını yazarmış gibi bir program hazırlamışlardır.

Deve kuşu misali mali kriz görmezden gelinmiş ve odağında mali krizi aşmaya dönük icraatlar olması gereken bir programda bu hususta neredeyse hiçbir doyurucu yaklaşım ortaya konmamıştır.

Hal bu iken, ya bu hükümet programında yer aldığı şekliyle öngörülen icraatlar hayata geçirilemeyecektir veyahut da mali disiplin sözde kalacak ve kamu borçları ile bütçe açıklarına dair ciddi sıkıntılar katlanarak varlığını sürdürecektir.

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,

Bilindiği üzere Kamu İhale Yasası meclisimizden oy birliği ile geçmiştir ve 15 Kasım 2016 itibariyle yürürlüğe girecektir.

Yasa yürürlüğe girmeden önce mutlaka ama mutlaka gerekli tüzüklerin çıkarılması ve Merkezi İhale Komisyonu’nun teşkilat yasasının meclisten geçirilmesi gerekmektedir.
Bu hükümet programında konunun ciddiyetine rağmen hiçbir hedefe yer verilmemiş olmasını programın alelacele hazırlanmış olmasına bağlamak gerekir.

Biz bu konunun da takipçisi olacağız çünkü söz konusu tarihe kadar gerekli düzenlemeler hayata geçirilemezse ülkemizdeki ihalelerin durma noktasına gelmesi riski ile karşı karşıya kalacağız.

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,

Hükümet programında vergi sistemimizle ilgili fantezi diye tabir edilecek birtakım ifadelere yer verildiğini iddia etmek mümkündür.

Yerel gelirlerimizin son 3 yılda giderlerimizi karşılama oranının yüzde 84’ten yüzde 90’a çıktığı koşullarda vergi sistemine ilişkin yasal ve kurumsal düzenlemelerden hiç söz etmeden belirsiz bir şekilde yeni bir sistemden söz etmenin ciddi sakıncaları olduğu bilinmelidir.

Vergi tabanının genişletileceğinden söz edilmekte, ülkemizdeki 80 bine yakın yükseköğrenim gören ancak vatandaş olmayan kesimden de vergi toplanacağı imasında bulunulmaktadır.

Kuşkusuz vergi gelirlerinin tabana yayılması ve vergi verme yükümlülüğünü artıracak yönde çalışmalar yapılması yerinde olacaktır ancak bu gibi çalışmaların ekonominin gelişimine destek olacak şekilde hayata geçirilmesi bir önkoşuldur.

Bu kapsamda, vergi muafiyeti, istisnası ve indirimleri ile benzeri uygulamalar nedeniyle vazgeçilen vergi gelirlerinin tekrardan gündeme getirilmesi bir politika olarak değerlendirilebilir.

Ancak, vergi tabanını genişletme adı altında yeni vergilerin gündeme getirilmesi, zaten bölge ülkeleri ile kıyaslandığında ciddi dezavantajlar yaratan mevcut vergilere yenilerinin eklenmesi, çok vahim sonuçlar doğuracaktır.

Kaldı ki bu hükümet programında muğlak ifadelerle değinilmiş olsa da vergi sistemindeki mevzu bahis “temel felsefi değişikliğinin” olası detaylarının geçtiğimiz Temmuz ayında Sayın Serdar Denktaş tarafından partisinin yeni vizyonu adı altında kamuoyu ile paylaşıldığını göz ardı edemeyiz.

Sayın Serdar Denktaş o günlerde bir basın toplantısıyla yeni vizyonunu kamuoyuna açıklamış ve vergi sistemine ilişkin de o dönemde bakanlığımızca ciddiyetle değerlendirmeye tabi tutulan birtakım önerilerde bulunmuştu.

Yeni vergi sistemi adı altında Sayın Denktaş’ın paylaştığı iki temel husus vardı.

Bunlardan birincisi, gelirden değil bireylerin taşınır ve taşınmaz mallarından “kişisel katkı vergisi” adı altında vergi tahsil edilmesiydi.

İkincisi ise vergi gelirlerinin yarısına tekabül edecek şekilde emlak vergilerinin düzenlenmesi ve yerel yönetimlere devredilmesiydi.

Bu yolla yerel yönetimlerin mali sıkıntılarının aşılacağı üzerinde de durulmaktaydı.
Bugün tartışmakta olduğumuz hükümet programında yerel yönetimler reformundan söz edilmekle birlikte şurası bir gerçek ki yerel yönetimlerimizin mali ve idari yönden güçlendirilmesinden önce gündeme getirilecek böylesi bir yeni vergi sisteminin kamu maliyesini çok zor durumda bırakması riski bir hayli yüksektir.

Bu aşamada hem kamu maliyesini hem de yerel yönetimlerimizi gelirler noktasında daha iyi bir noktaya taşımak için atılacak her adımın bütünlüklü bir çalışmayla gündeme getirilmesinin önemli olduğunu vurgulamakta yarar vardır.

Bu bütünlüklü çalışmanın ilk adımı olarak Kamu Mali Yönetimi Yasası öncelikli olarak ele alınmalı, tüm kamu kaynağı kullanan kişi ve kurumların merkezi bütçe kapsamına alınması sağlanmalı ve Maliye Bakanlığı’nın merkezi rolü güçlendirilmelidir.

Sayın yeni Maliye Bakanı’na tavsiyem, ilk aşamada Maliye Bakanlığı özelinde yapısal dönüşüm kapsamında yapılması öngörülen düzenlemeleri detaylı bir şekilde analiz etmesi ve eğer vergi sistemi başta olmak üzere birtakım konularda köklü değişikliklere gitme niyetinde ise bu değişiklikleri seçim sonrasına takvimlendirmesidir. Aksi takdirde niyeti iyi olsa dahi kısa sürede hayata geçirmeye çalışacağı değişikliklerle kaş yapayım derken göz çıkarma ihtimali bir hayli yüksektir. E-Maliye kapsamında E-Vergi ve diğer uygulamalara öncelik verilmesi bu bakımdan en akla yatkın alternatif olacaktır.

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,

Bir hükümet programında her konunun detaylı bir şekilde ele alınmasını beklemek insafsızlık şeklinde de yorumlanabilir.

Kuşkusuz bu programda yazılmamış olup da UBP-DP azınlık hükümetinin gündeme getirmeyi tasarladığı pek çok başka icraat da olabilir.

Yapısal dönüşümün etkin şekilde yönetilebilmesi için devletin merkezinin güçlendirilmesi esas olmalıdır.

Politika koordinasyonunun, veriye dayalı politikalar geliştirmenin, güçlü bir Orta Vadeli Politika Çerçevesi oluşturma mekanizması geliştirmenin, bu mekanizma ile uyumlu yeni bir bütçe süreci tasarlamanın en öncelikli başlıklar olması beklenirken tüm bu konularda hiçbir bütünlüklü yaklaşıma sahip olmayan bir hükümet oluşumu ile karşı karşıya bulunmaktayız.
Mali yönetim sürecinin ve araçlarının modernize edilmesi ihtiyacı hat safhadadır.

Bunun için Mali Yönetim Yasası ile ilgili çalışmalara ağırlık verilmelidir.

İşin püf noktası bu yasadır.

Gerisi çorap söküğü gibi gelecektir.

Kamu hizmetlerinin iyileştirilmesine de bilhassa ağırlık verilmelidir.

Tüm bunlar birinci kuşak yapısal reformlar başlığı altında değerlendirilmeli ve toplumsal konsensüs ihtiyacı göz ardı edilmeden hızlıca hayata geçirilmelidir.

Ekonomimiz üzerinde yük teşkil eden değil ekonomik büyümemize yardımcı olan bir kamu yapılanması için biz sorumlu muhalefet anlayışı çerçevesinde çalışmaya devam edeceğiz.

Ancak şurası bir gerçek ki bu hükümet ve programı, “birincil projesi” yani temel vizyonu itibarıyla hiçbir biçimde toplumsal varoluş mücadelemizde önemli bir dönemeç sayılan yapısal dönüşüm ihtiyacımıza cevap verebilecek bir öze kesinlikle sahip değildir.

Bu nedenle bizim bu hükümete güvenimiz yoktur ve güven oylamasındaki oyumuz ret şeklinde olacaktır.

Beni dinlediğiniz için teşekkür eder, saygılar sunarım.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s