
28 Nisan 2016 tarihinde Sayın Hasan Hastürer’in Kıbrıs Gazetesi’nde yayınlanan yazısına aşağıdaki bağlantıdan erişilebilir:
Hastürer, H. (2016, Nisan 28). Serdar Denktaş’ın çare üretme yeteneği. Kıbrıs Gazetesi.
***
Yazıya cevabım aşağıdaki gibidir:
28 Nisan 2016
Sayın Hasan Hastürer,
28 Nisan 2016 tarihli “Serdar Denktaş’ın çare üretme yeteneği” başlıklı yazınızla bana tarihe mal olabilecek önemli bazı hususlarda açıklama yapma imkânı yarattınız. Teşekkür ederim.
Yazınızda iki konuda şahsımı doğrudan ilgilendirecek tespitler yaptınız. Bunlardan birincisi Esentepe Belediyesi’nin içinde bulunduğu zor koşullardır. Diğeri ise kamu çalışanlarının Mart ayı maaşlarının taksitli ödenmiş olmasıdır. Kabaca özetleyecek olursak yazınızın bütününde bu iki konuya ilişkin tespit ve öngörülerde bulunup diyorsunuz ki (Maliye Bakanı olarak) Serdar Denktaş çare üretir; Birikim Özgür çare üretmeyi bilmediği için dert üretir(di).
Yeni kurulmuş hükümetlere ve bakanlarına kamuoyunun bir kredi vermesi demokrasinin gereğidir. Siz bu haleti ruhiye içerisinde gazete köşe yazarı olmanın rahatlığıyla karşılaştırmalı bir değerlendirme yapmayı uygun buldunuz. “Şu kişi Başbakan olsaydı şöyle olurdu, şu kişi Maliye Bakanı olduğu için çare üretebilir” gibi…
Bildiğiniz üzere Kıbrıs Türk halkı uzun yıllardır devam eden bir mali yardım bağımlılığı sorunundan mustariptir. Bu durum toplumsal özgüvenimizi ve siyasi varlığımızı olumsuz şekilde etkilediği gibi Türkiye ile ilişkilerimizi de sakatlamaktadır. Dolayısı ile iktidarların mali yardım bağımlılığını azaltmak ve Türkiye ile ilişkilerimizi daha sağlıklı bir zemine taşımak gibi ciddi bir sorumluluğu vardır.
Son 3 yılda CTP öncülüğünde kurulmuş her iki hükümet de bütçe disiplininin sürdürülmesi için azami gayret içerisinde olmuş, yıllık bütçe açıklarının düşürülmesi ve kamu iç borç yükünün döndürülebileceği bir yapının oluşması yönünde çok ciddi başarılara imza atmıştır.
Sayın Zeren Mungan döneminde başlatılan bir uygulamayla tüm gelir ve giderler haftalık olarak Maliye Bakanlığı İnternet sayfasında yayınlanmış, her ayın sonunda bu veriler işlenmiş ve detaylı bir şekilde bütçe kalemlerine göre nominal ve reel olarak rakamsal ve oransal boyutlarıyla kamuoyunun bilgisine getirilmiştir. Önümüzdeki dönemde de bu çalışmaların devam ettirilmesi çok büyük önem taşımaktadır.
Uluslararası alanda da takdir gördüğü şekliyle 2013-2015 döneminde bütçe açığı hedefinin tutturulması sayesinde makroekonomik hedefler bakımından Maliye Bakanlığı üzerine düşen sorumluluğu ziyadesiyle yerine getirmiştir.
Bu koşullarda ülkenin geleceğini düşünen her siyasetçinin son bir gayretle 2015-2018 dönemi bütçe hedeflerine katkı yapmayı, üç yıl içinde yerel gelirlerimizle cari giderlerimizi karşılayabileceğimiz koşullara ulaşmamız için bütçe disiplinini devam ettirmeyi önemsemesi beklenir.
Bu bir genel çerçevedir ve elbette kısa vadede değilse bile uzun vadede siyasetin başarısı bununla sınanacaktır.
Görevde olduğum yaklaşık 6 aylık dönemde Maliye Bakanlığı dışında oluşan sebeplerden ötürü dış yardımlarda aksamalar yaşanmış, bu dönemde cari harcamalarımız için sadece 30 milyon TL’lik bir dış kaynağa ulaşılabilmiştir. Buna rağmen 2015 yılından kalma 13. maaş mükellefiyetleri başta olmak üzere kamu maliyesinin cari harcamalara ilişkin tüm mükellefiyetleri yerel gelirlerle karşılanmış ve dış yardıma erişimle ilgili siyasi sıkıntılardan ötürü yaşanması beklenen mali ve siyasi krizler 3 ay ötelenebilmiştir.
Bu dönemde hiçbir biçimde kamu iç borcunu artıracak yöntemlere başvurulmamış ve gelecek nesillerin hesap soracağı bir durum kesinlikle yaratılmamıştır.
Yine bu dönemde ülke tarihinde ilk kez savunma giderlerimiz de yerel gelirlerimizle karşılanmıştır.
1 Ocak 2016 itibarıyla Türkiye ile imzalanmış herhangi bir protokol olmadığı için Türkiye’yi suçlayıcı siyasi bir tespit yapmak mümkün olmamakla birlikte; bir formülle ülkemizde siyasi istikrarın devamlılığına katkı bakımından savunma giderlerinin avans şeklinde sağlanmasının Türkiye tarafından tercih edilmediği ayrıca not edilmelidir. Eğer Türkiye böylesi bir tek taraflı tercihte bulunmuş olsaydı, son 3 yıldaki bütçe disiplinin ve bütçe politikalarındaki başarının bir sonucu olarak 2016 yılının Aralık ayına kadar cari harcamalarımıza ilişkin hiçbir sorun yaşanmayacaktı.
Tekrar etmekte ve açıklamakta yarar görürüm ki bu noktada Türkiye’yi suçlayıcı bir tespit yapmak yanlış olacaktır. Çünkü bizim Türkiye Cumhuriyeti’nden beklentimiz kendi sorumluluklarımızın da altını çizerek karşılıklı taahhütlere bağlı kalınması olageldi.
İki ülke arasındaki ilişkileri geren ve bizim sorumluluklarımıza da vurgu yapmamız ihtiyacını hat safhaya çıkaran tecrübelerin başında ise 2013-2015 döneminde oluşan güvensizlik duygusu vardır.
Bu dönemde Sayın Serdar Denktaş’ın Başbakan Yardımcısı olarak görev yürüttüğünü, doğrudan Türkiye yetkililerine hitaben imza altına alınmış taahhütlerin tarafınca dikkate alınmayacağını ve bu taahhütlerin yerine getirilmesi için çalışmayacağını deklere ettiğini, bu durumun Türkiye nazarında toplumsal imajımızı zedelediğini vurgulamakta yarar vardır.
Biz Türkiye yetkilileri ile resmi görüşmelerimizde bu somut örnek üzerinden ifade edilen güvensizlik duygusundan ötürü ciddi mahcubiyet de yaşamak durumunda kaldık. Türkiye ile ilişkilerimizde benzeri durumların tekrarlanmaması için yeni programı hazırlarken uygulanabilecek hedeflerin programda yer alması hususunda hassasiyet sergiledik. Bir başka deyişle, uygulanamayacak hedeflerin yeni programda yer almasını tercih etmedik. Ortağımız UBP ise geleneksel tavrını sürdürdü ve “nasıl olsa programdaki tüm eylemleri hayata geçirmemize gerek yoktur, önemli olan programın imzalanmasıdır” politikasından bir milim sapmadı ve bir anlamda bizi böylesi kritik bir konuda yüz üstü bırakmış oldu.
Böylesi zorlu bir siyasi konjonktürde Maliye Bakanlığı olarak iç borçlanma yöntemiyle Şubat veya Mart ayı maaşlarını eksiksiz ödeme yöntemine başvurabilir miydik?
Söz konusu dönemde, Şubat sonu itibariyle bazı cari harcamaların Mart ayına yansıtılması yoluyla maaşlarla ilgili olası sıkıntıların önüne geçilmiş olmakla birlikte bu gibi manevraların her ayın sonunda mümkün olamayabileceği, dış kaynağa erişim noktasındaki sıkıntıların çok hızlı bir biçimde aşılmasının önemi ve benzeri hususlarda Maliye Bakanı olarak biraz da haddimi aşarak kamuoyuna çeşitli defalar gerekli mesajları vermeyi uygun gördüm. Bu konuda aldığım siyasi riskler ve ortaya koyduğum çaba hususunu sizin ve kamuoyunun takdirine bırakıyorum.
Söz konusu konjonktürde iç borçlanma gibi bir yöntemin teknik olarak da siyasi olarak da şahsımı aşacak ve toplumsal boyutlara varacak çok ciddi riskler taşıdığını vurgulamakta yarar vardır.
Maaşları dahi ödeyemeyecek bir pozisyonda iken kısa vadeli iç borçlanma sonucunda oluşacak ilave mükellefiyetlerin nasıl karşılanabileceği tam bir muammaydı.
Asıl mesele, söz konusu konjonktürün değiştirilmesi, kamu maliyesi başta olmak üzere dış kaynak temini ile desteklenen pek çok sektörün rahatlatılması ve son 3 yılda oluşan güçlü mali yapıya zarar vermeden bu dönemin aşılmasıydı. Ki, böylesi bir iç borçlanma girişiminde bulunulsaydı dahi, konunun muhatabı olacak Merkez Bankası yönetiminin söz konusu kısa vadeli borçlanma sonucunda oluşacak borcun geriye dönüşüyle ilgili ciddi tereddüt yaşaması ihtimali bir hayli yüksekti. Bir başka deyişle, benim Maliye Bakanı olarak böyle bir talebin ardından karşı karşıya kalacağım somut yanıt gerektirecek birtakım soruları cevaplandıramamam da söz konusu olabilirdi.
Günün sonunda Sayın Serdar Denktaş, söz konusu konjonktürü değiştiren bir siyasi gelişmenin ardından maaş ödemelerine ilişkin sorunu bir başarı gibi algılanan kısa vadeli iç borçlanma metoduyla çözdü. Bunun toplumumuza maliyeti ise yaklaşık bir milyon TL’lik ilave bir mükellefiyet oldu. Bu konuda Sayın Serdar Denktaş’ı eleştirmemekle birlikte hatırlatmak isterim ki buzdağı olduğu gibi yerinde durmaktadır, 1 milyon TL ilaveyle kamu iç borçları varlığını sürdürmektedir ve esas maharet bütçe disiplinini sürdürüp gelecek nesiller için çok daha güçlü bir mali yapı oluşturabilmektir.
Bu bağlamda, sizden de şahsi beklentim, basit gibi görünen günlük çözümleri takdir etmenin yanı sıra büyük resme dair de görüş ve önerilerinizi kamuoyu ile paylaşmanız ve Maliye Bakanlığı gibi çok hassas bir görevi yürütmüş şahıslarla ilgili karşılaştırmalı yorumlarınızı daha geniş çerçevede yapmanızdır.
Esentepe Belediyesi’nin sorununa gelince…
Yargı’nın bağımsızlığı nedeniyle yürütme organının bu durumun ortaya çıkışını engelleme gibi bir mahareti olamazdı. Bu anlamda sorunun müsebbibi olarak yürütme organı gösterilemez.
Diğer yandan belediyelerimizin birer kamu kuruluşu olmakla birlikte bütçelerinin kamu maliyesinden bağımsız olduğu, kamu maliyesinin belediyelerimize her yıl bütçe yasası uyarınca 13 taksite bölerek bir katkı sağladığı, söz konusu katkının yasayla belirlenmiş kurallar nedeniyle aşılamayacağı bilinmelidir.
2016 bütçesinde belediyelerimize ayrılan katkının 20 milyon TL artırıldığı da göz önünde bulundurulduğunda, mali sorun yaşayan herhangi bir belediyeye kamu maliyesinden ilave kaynak aktarmak suretiyle üretilecek çözümlerin kalıcı sonuç doğurmayacağı ortadadır.
2013-2016 döneminde kamu bütçesi %37,25 artmıştır. Yerel gelirlerdeki artış oranı ise %33,48 olmuştur. Oysa yerel yönetimlere ayrılan devlet katkısındaki büyüme %50,29’dur. Buna rağmen birçok belediye halen sosyal güvenlik ve gelir vergilerini ödemekte güçlük çekmektedir. Bu veriler bize belediyelerin gider olarak aşırı büyüklüğe ulaştığını göstermektedir.
Özetle, uzun yıllardır belediyelerimizin karşı karşıya oldukları mali sıkıntıları aşmak için hükümetler belediyelere ayrılan devlet katkısını sürekli artırmakta ancak başta yerel yönetimlerdeki yanlış uygulamalar olmak üzere çeşitli nedenlerle mali sıkıntılar bir türlü aşılamamaktadır. Bundan ötürü hükümetimiz döneminde yaptığımız yasa değişikliği ile belediyelerimizin bütçelerindeki personel harcamalarının belirli oranları aşamayacağı yasayla kurala bağlanmıştır. Bu kapsamda 2018 yılına kadar belediyelerimizin kendi bünyelerinde gerekli tedbirleri alması öngörülmüştür. Aynı zamanda, kalıcı çözümlerin öneminden hareketle en geç Haziran ayına kadar yerel yönetimler reformunun hayata geçirilmesini müteakip tüm belediyelerimizin mali ve idari yönden sürdürülebilir bir yapıya kavuşturulması için hükümetimiz döneminde yoğun çalışmalar yürütüldüğü de bilinmektedir. Eğer CTP-UBP hükümeti devam etseydi, bu reform yıl ortası itibarıyla tamamlanmış olacaktı. Şimdi biz bunun takipçisi olacağız. Gerek Esentepe Belediyesi’nde gerekse diğer belediyelerimizde ortaya çıkması muhtemel mali sorunların aşılması için kalıcı çözümlere mi yoksa palyatif (geçici) tedbirlerle kamu maliyesini de zorda bırakacak birtakım kararlara mı imza atılacağını gözlemleyecek ve buna göre değerlendirmelerimizi yapacağız.
Sayın Serdar Denktaş’ın Esentepe Belediyesi özelindeki duyarlılığının Maliye Bakanı sıfatına istinaden değil de Başbakan ile birlikte ortak sorumluluk taşıdığı yerel yönetimler reformu bağlamında gündeme gelmiş olması ihtimalini göz ardı etmemek gerekir. Başbakan Yardımcısı olarak konunun yürütmedeki doğrudan sorumlusu konumundaki yerel yönetimlerden sorumlu bakanlık ile istişare etmesi ve reforma ilişkin gerekli motivasyonu sağlaması kendisinden beklenen bir davranıştır.
Diğer yandan yine CTP döneminde tüm belediyelerimize sağlanan bir imkânla KIBTEK’e olan borçların 120 ay vadeyle yapılandırılması noktasındaki mevcut belediye başkanından kaynaklanmayan zafiyetten ötürü KIBTEK’in alacaklarına dönük üstelik de yargı kararı da ortada dururken Sayın Serdar Denktaş’ın hükümet nezdinde girişimde bulunması ve KIBTEK’in alacaklarından vazgeçirilmesi gibi bir yönteme başvurulması da doğru olmayacaktır. Bu bir anlamda “kaş yapayım derken göz çıkarmak” olacaktır.
Bu konuda da tek gerçek çözüm, bütünlüklü bir bakış açısıyla konunun üstüne gidilmesidir.
Gerek kamudaki maaş ödemeleri gerekse belediyelerimizin içinde bulunduğu mali sıkıntılar, uzun zamandan beridir ülkemizde köklü reformların geciktirilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Siyaseten yapısal dönüşüm odaklı bir anlayışla yol yürümek dışında hiçbir yaklaşım bana göre doğru olmayacaktır.
Birikmiş sorunlarımıza kalıcı çözümler üretilmesi üzerine kafa yoran yenilikçi bir siyasetçi olarak kimseyi de rencide etmemeye özen göstererek partimdeki arkadaşlarımla birlikte siyasi mücadelemize kararlılıkla devam edeceğimizi bilmenizi isterim.
Saygılar sunarım.
Birikim Özgür
CTP Milletvekili
***
Cevabımın ardından 29 Nisan 2016 tarihinde Sayın Hasan Hastürer’in kaleme aldığı köşe yazısına aşağıdaki bağlantıdan erişilebilir:
Hastürer, H. (2016, Nisan 29). Her yaşanandan ders değil, dersler çıkarılmalı… Kıbrıs Gazetesi.
***
Sayın Hasan Hastürer’e cevabımı dikkate aldığı ve gecikmeksizin gazetesinde yayınlanmasına aracılık ettiği için teşekkür ederim.
Kamu maliyesinin sürdürülebilir bir yapıya kavuşturulması ve halkımızın her alanda nitelikli hizmetlere kavuşturulması için yapısal dönüşümün siyasal bir proje olarak hayat bulması büyük önem arz etmektedir.
Bu süreçte sorunlarımızı sahiplenmemiz, kendi kalıcı çözümlerimizi üretmemiz, Türkiye Cumhuriyeti’nin bize sağladığı kaynaklara erişimin önemi kadar kendi kapasitemizle ülkemizde yaşanması gereken siyasi süreçleri kurgulayabilmemiz ve günün sonunda kendi ayakları üzerinde durabilecek, Kıbrıs’ta olası bir çözümde siyasi eşitliğimizi perçinleyecek kapasiteye sahip bir sistem için gerekli adımları doğru siyasi liderlik ve toplumsal konsensüs ile atmamız gerekecektir.
Siyaset kurumumuzun yaşananlardan dersler de çıkararak dert değil kalıcı çareler üreteceği, teknik yönden mali sürdürülebilirliğin olmazsa olmaz bir hedef olarak kabul görmesinin öneminin içselleştirileceği, ekonomi odaklı bir yaklaşımla siyasi süreçlerin kurgulanabileceği, mazeretlerin değil somut kazanımların hatırda kalacağı günlerin yakın olmasını dilerim.
Aksi takdirde, günübirlik çözüm arayışları ile gelinen aşama herkesin gözleri önündedir.
Evlerde suların günlerce hatta haftalarca akmadığı, Kooperatif ile ilgili keşmekeşlerin yaşandığı, belediyelerimizin ciddi mali zorluklarla boğuştuğu, Türkiye’den sağlanan kredi ve hibelerin zamanında, etkin ve verimli bir biçimde değerlendirilemediği, günlük olaylara kızıp sinirlendiğimiz, ertesi gün sorunlar aşılmamış olsa dahi kızgınlığımızı unuttuğumuz, her geçen günle birlikte benliğimizi biraz daha bizden alıp götüren çarpık bir sistemde yaşamak mecburiyetinde kaldığımız ortadadır.