Bugün Yenidüzen Gazetesi’nin manşetinde Kemal Dürüst’ün röportajı var.
Bu röportajdaki itiraflar üniversitelerde “kötü yönetime örnek” olarak okutulabilir kanısındayım.
Ülkemizde arazi kiralama görevini yürüten birimlerin başında Maliye Bakanlığı’na bağlı Devlet Emlak ve Malzeme Dairesi geliyor.
Bakanlık görevini üstlendiğim günlerde bir üniversitenin arazi talebine ilişkin bakanlar kurulu kararı, kira sözleşmesi ve benzeri işlemler son aşamasına gelmiş ve iş bakanın talimatına kalmıştı.
Gerekli incelemeleri yaptıktan sonra “işlemi tamamlayın” dediğimde o üniversite yöneticilerinin mutluluğunu gözlemleyince hem şaşırdım hem de yüreğim burkuldu. Siyasetçilerin bu kadar “sorunsuz” ve “hızlı” iş yapmasına alışkın değillerdi anlaşılan…
İlerleyen günlerde kapımı sayısız iş insanı çaldı. Arazi kiralamak istiyorlardı.
“Bu işte bir tuhaflık var” dedim.
Talimat verdim:
“Bana bundan böyle ihalesiz herhangi bir arazi kiralama işlemi getirmeyin”…
Öyle de yaptık…
Bu gibi konulardaki garabeti gözlemledikçe iki konudaki çalışmalarımızı yoğunlaştırdık:
1) Kamu İhale Yasası’nı Meclis’ten geçirdik ve “bundan böyle bu gibi işlemler de bu yasa altında gerçekleştirilecek” dedik. Tüzüklerin hazırlanmasına imkân yaratmak için yasayı Kasım 2016’da yürürlüğe girecek şekilde Meclis’ten geçirdik.
2) Arazi kiralama konusundaki yanlışlığı ortadan kaldırmak için bu konudaki yaklaşımı hükümet yaklaşımından çıkarıp devlet yaklaşımına dönüştürmek gerekiyordu. Türkiye ile imzalanan protokole bu konuda yer verdik:
“Turizm sektörünün kullanımına açılacak kamu arazilerinin tahsisinde hukuki altyapı eksikliğinden dolayı yeterli yatırım çekilemediği görülmektedir. Bu sebeple, turizm kullanımına ayrılan kamu arazilerinin belirlenerek ulusal ve uluslararası yatırımcılara duyurulmasını, objektif bir ihale yöntemi ile yatırımcılara tahsisini ve ayrıca mevcut planlı ve tahsisli yatırımların bir an önce hayata geçmesini sağlayacak hukuki altyapı oluşturulması gerekmektedir”.
Kuşkusuz bu anlayış sadece turizm amaçlı kamu arazilerinin tahsisinde değil tüm yatırım amaçlı tahsislerde geçerli olacaktı.
Anılarımı anlatmak için daha çok gencim. Ancak Kemal Dürüst’ün röportajının niye “kötü yönetime örnek” olarak üniversitelerde okutulabileceğini anlatabilmek bakımından bir parantez açıp görev dönemimizde geliştirdiğimiz siyasi yaklaşımı ve oluşturduğumuz mekanizmayı anlatmam gerekiyordu.
Belli ki Girne’de denize sıfır 20 dönümlük arazinin Girne Üniversitesi’ne kiralanması meselesi eski usulle hayata geçirilmeye çalışıldı ve kimin kimi kandırdığının anlaşılamadığı bir durum ortaya çıktı.
Bu gibi kiralama işlemlerine kesinlikle karşı değiliz. Zaten yukarıda da anlattım, bir üniversitenin kullanımındaki iki arazi arasındaki bir kamu arazisini görevdeyken yeni kampus inşası amacıyla o üniversiteye tahsis ettik. Bir üniversitemizin gelişimine bir nebze de olsa katkı yapmış olmanın gururunu yaşıyoruz.
Girne’de denize sıfır 20 dönümlük arazi konusunda ise siyasi yaklaşım olarak da sürecin işletilmesi bakımından da ciddi sorunlar hemen göze çarpıyor.
Kemal Dürüst röportajında önce kendini güvence altına alıyor:
“Kararı oybirliği ile aldık”.
Demeye getiriyor ki “kalabalıkta ölüm bile tatlıdır, günah benim değil bakanlar kurulunundur”.
Bakanlar Kurulu kararı ile zaten yatırımcıya bir mesaj verilmiş:
“Biz bu araziyi sana kiralamak istiyoruz, biz seni çok seviyoruz”.
Ancak herhangi bir ihale süreci olmaksızın bakanlar kurulu kararı alınması bir yana, arazinin yasal olarak kiralanmasının uygun olup olmadığına ilişkin tartışmalarda da top hemen taca atılıyor. Sayın Dürüst, konunun sorulması üzerine, “araştırılacak” diyor.
Bakanlar Kurulu kararını üretmeden niye gerekli araştırmaları yapmadınız diye size sormazlar mı?
Eğer konu yargıya takılırsa siyasetçi ile yatırımcı birbirini sevmeye devam edecek ama “yargı hukukun önüne geçti ne yapalım?” demek için de zemin olacak. Nitekim bir hükümet yetkilisi dün meclis açılırken aynen bu şekilde bir iddiada bulunmamış mı?
Ya da örneğin eğer “araştırma” sonucunda ilgili bürokratlar olumsuz rapor sunacak olsa, “ah bu kötü bürokratlar, yatırımları engelliyorlar” denilecek.
Sevmek, sevilmek baki ancak ülke yararına, kuralına uygun güzel işlere imza atma niyetinin bayağı bir arka planlarda olduğu anlaşılmakta…
5,5 aylık azınlık hükümetine güven hızla azalıyor. Eğer güven erozyonu başlamışsa o saatten sonra siz güzel işler yapmaya da çalışsanız kimseye yaranamazsınız.
Bu konuda da günün sonunda toplum vicdanı yaralı, toplumda “hesap sorma” duygusu kabardıkça kabarıyor…
Ülkenin yeterli yatırım çekebilmesi için gerekli düzenlemeleri hayata geçirme ve objektif koşullarda arazi tahsislerinin hayat bulması adına ortada maalesef bir çabanın olduğunu iddia etmek mümkün değil.
Arazinin kiralamaya uygun olup olmadığı dahi tartışmalı.
Yani spesifik bir yatırımcının hem yatırım yapma arzusu siyaseten kullanılmış hem de ülkemizde binlerce insana istihdam olanağı sağlayan yatırımcı toplumsal alanda gereksiz yere yıpratılmış.
Bir anlamda “devlet ana/baba”, kötü yönetim nedeniyle tam manasıyla çuvallamış.
Türkiye ile salt mali kaynak temini için protokollere imza atıp ülkemize yararı dokunacak unsurlarını hiçe saymak ise bana göre bu hükümetin en büyük ayıbıdır. Maalesef devlet hiçleştirilmekte, siyasetin ise içi boşaltılmaktadır.
Sorumlu muhalefet gereği soruyoruz:
Kamu İhale Yasası’nın tüzükleri hazırlandı mı?
Kasım ayında yasa yürürlüğe girecek. Kasım ayından sonra eğer tüzükler hazır değilse ihaleleri nasıl yapacaksınız?
Kamu arazilerinin turizm ve yükseköğretim amaçlı kullanımına ilişkin objektifliği ve yatırımların önemini ön planda tutacak herhangi bir stratejik planınız var mı?
Yoksa yatırımlarla, yatırımcılarla toplumu mütemadiyen karşı karşıya getirerek muhaliflerinizin “yatırım / yatırımcı düşmanı” gibi algılanmasından, bu gibi tartışmalar üzerinden her uyarıyı “ideolojiktir” diyerek marjinalize etmekten siyasi bir medet mi umuyorsunuz?
Böyle gelmiş ama böyle gitmemeli. Kötü örnekler bazen iyi yönetimi anlatabilmek için güzel bir zemin teşkil eder.
Kıbrıs Türk halkı her şeyin en iyisine layıktır…