2017 Mali Yılı Bütçe Yasa Tasarısı Cumhuriyet Meclisi Genel Kurulu’nda görüşülüyor.
Genel görüşmenin ardından Cumhurbaşkanlığı, Cumhuriyet Meclisi, Hukuk Dairesi, Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı bütçeleri ele alındı.
Kıbrıs Türk siyasetinin geleneği, bütçe dönemlerini söz konusu kurum ya da bakanlıkların ilgi alanlarına dair güncel tartışmalarda hükümeti savunmak ya da eleştirmek şeklinde oluştu.
Bütçe yasası, ülkede ilgili yılda yaşanacak siyasi gelişmeleri çerçeveleyen çok önemli bir yasadır.
Başka ülkelerde bütçe görüşmeleri, hükümetlerin ilgili yılda hayata geçireceği ana politikaların tartışıldığı bir arenaya dönüştürülür.
Siyasetçiler de toplumun farklı kesimleri de örneğin 2016 yılının sonunda bütçe görüşülürken 2016’nın son birkaç haftasında gündeme damgasını vuran konularda değil 2017’de yaşanacaklar üzerinden tartışır, tepki koyar veya rasyonel gerekçeler ortaya koyarak 2017’de yaşanacakları savunur.
Örneğin Yunanistan’a bakalım…
Bugünlerde Yunanistan’da grev ve eylemler var.
Niye?
2017’de yaşanacakları engellemek için…
Yani, 2016 sonunda görüşülen 2017 bütçesinin içeriğinin farklılaşmasını ve 2017 yılının kendi bakış açılarına göre daha iyi bir yıl olmasını sağlayabilmek için…
Yunanistan’daki grev ve eylemler, “geleceği belirleyebilmek” olgusu üzerinden şekilleniyor ki bu mantıken olması gerekendir.
Yunanistan hükümeti 2017’de 1 milyar Euro ek gelir sağlamak için KDV artırımına yönelmiştir.
Bu ek kaynağın büyük bir bölümünü 250 bin hane halkı (1,6 milyon kişi) için kullanılmak üzere Dayanışma Geliri adı altında oluşturmayı öngörmektedir. 760 milyon € Dayanışma Geliri için kullanılacakken geriye kalan 300 milyon €’ya yakın kaynak da sağlık, eğitim ve sosyal koruma harcamalarında değerlendirilecektir.
Eylemciler bir yandan vergi artışını protesto ederken diğer yandan 5,7 milyar € tutarındaki tasarrufu da reddetmektedir.
Söz konusu tasarruf sayesinde Yunanistan hükümeti 2017 yılında uzun yıllardan sonra ekonomik büyüme oranını eksiden artıya geçirmeyi ve kamu borcu – milli gelir oranını yüzde 176,5’a düşürmeyi öngörmektedir.
Aslında bütçe dilinde tasarruf şeklinde ele alınan husus, yapısal reformlardır.
Yapısal reformlar, kamunun görev ve sorumluluklarını düzenleme ve denetleme fonksiyonlarına göre uyarlamayı, kamunun üzerindeki mali yükü hafifletmeyi, bu sayede hem reel sektörün ekonomideki payını artırmayı hem reel sektörü daha fazla desteklemek suretiyle ekonomik büyüme hamlelerinin önünü açmayı hedeflemektedir.
Yunanistan’da bu gidişatın motoru, Troyka ile imzalanan anlaşmalardır.
Bu hedeflere ulaşabilmek için kredi imkânlarına kavuşurken ve aslında kavuşabilmenin gereklerini yerine getirirken Yunanistan hükümeti ev ödevlerini eksiksiz yerine getirmeye gayret etmektedir.
2017 bütçesinin ele alındığı bugünlerde Yunanistan’da Troyka, hükümet, muhalefet ve sosyal paydaşların “katkısıyla” mekanizma bu şekilde çalışmaktadır.
Troyka’nın objektif ve net duruşu sonucunda krediye ulaşma imkânları hükümet nazarında “zorluklara rağmen yapılması gerekenleri yapma” bilincini “tartışmasız” şekillendirmekte, sosyal paydaşların itirazlarına rağmen “ülkenin geleceğini kurtarma mücadelesinde başarı için” yapılması gerekenleri yapma motivasyonu oluşmaktadır.
Biz 2017 bütçesini niye “dostlar alışverişte görsün” mantığı ile ele almaktayız?
Bu, tüm tarafların üzerinde mutabık kaldığı bilinçli bir tercihtir.
Taraflar şunlardır:
Türkiye hükümeti, KKTC hükümeti, KKTC muhalefeti ve sosyal paydaşlar…
Mekanizma şöyle çalışmaktadır:
Türkiye Cumhuriyeti ile üçer yıllık Mali ve İktisadi İşbirliği Protokolleri imzalanmakta, KKTC’de üç yıllık süre zarfında Yunanistan’daki gibi yapısal reformlar için hangi alanda hangi yasal düzenlemelere gidileceği bu protokollerin ekinde yer alan programlara yazılmakta ancak yıllık bütçelere Türkiye Cumhuriyeti’nin sunduğu hibe ve krediler serbest bırakılırken söz konusu programlardan ziyade siyasi konjonktür dikkate değer bulunmaktadır.
Örneğin 2017’ye girerken bilhassa Kıbrıs sorununda yaşanan kritik dönemde Türkiye Cumhuriyeti ile Kıbrıslı Türklerin arasına kara kedi girmesinin sakıncaları göz önünde bulundurulmakta ve bütçemizin yüzde 23’ünü teşkil eden T.C. hibe ve kredileri çok büyük oranda (200 milyon TL tutarındaki reform destek ödeneği hariç) koşulsuz bütçemize girmektedir.
Yunanistan için bin bir zorlukla elde edilen krediler bizim için çantada kekliktir.
Bu durum, Türkiye hükümetinin bize hibe ve kredi sağlarken şu veya bu nedenle Troyka gibi objektif ve net bir duruş sergilememesinin sonucudur.
Bu koşullarda, KKTC hükümeti, yapısal dönüşümü bir zorunluluk olarak ele almazken, bilhassa da seçim bu denli yaklaşmışken, hizmet olgusu ile kamu harcamaları arasında doğrudan bir bağ kurmakta ve 2017 bütçesini hazırlarken 2016 bütçesine kıyasla oldukça şişirilmiş bir bütçeyi gündeme getirmektedir.
2016 enflasyonu yüzde 7,5-8 gibi öngörülürken, bütçe yüzde 10 artırılmış bulunmaktadır. 2017 bütçesi yani KKTC’nin 2017 yılında yapacağı kamu harcamaları reelde artırılmıştır.
Yapısal dönüşümün geciktirildiği yani kamu kaynaklarına dayalı ekonomik yapının sürdüğü koşullarda, bilhassa da popülist hükümetler döneminde, bu kaçınılmaz bir olgudur.
Türkiye hibe ve kredilerinin miktarı sabit iken yani her yıl 1,1 milyar TL dolaylarında iken bütçedeki şişkinliğin bedelini ödeyecek adres bellidir: Kıbrıs Türk halkı…
Kamu çalışanlarının eşel mobil sistemiyle pahalılığa karşı korunduğu koşullarda aslında yükü taşıyacak olan özel sektör ve özel sektör çalışanları olmaktadır.
Vergi gelirlerinde öngörülen yüzde 17’lik artış, reelde yaklaşık yüzde 10 daha fazla vergi toplanacağı anlamına gelmektedir.
Dövizdeki yükselişin ardından döviz cinsinden tahsil edilen gümrük vergilerinde de reelde bir artış yaşanacağı öngörülmektedir. Bu artışı karşılayacak olan ise çok büyük oranda ithal edilen malları piyasadan satın alacak olan yurttaşlarımızdır.
FİF gelirlerinde öngörülen artış ise yüzde 23’tür. Fiyatlarda istikrarı sağlamak için uygulanan fonlar, akaryakıt ve dövizdeki artışın ardından hükümet tarafından düşürülmeyince, dolaylı vergilerde enflasyon oranının çok üzerinde bir artış öngörüsü oluşmaktadır. Bu da vergide adaletsizliği perçinlerken esasta dar gelirli yurttaşlarımızın mağdur edilmesi sonucunu üretmektedir.
Kısacası, Türkiye hükümeti şu veya bu nedenle çıpa vazifesini yerine getirememekte, hükümet, durumdan vazife çıkarıp vergileri yeniden düzenlememek suretiyle bütçeyi şişirme ve yapısal bozuklukları daha da büyütmek pahasına daha fazla harcama yaparak seçimde avantaj elde etme derdine düşerken, biçare Kıbrıs Türk halkı da bu çirkin oyunda mağdur pozisyonuna mahkûm edilmektedir.
Sosyal paydaşlar diye tabir ettiğimiz kesim aslında kamu sendikalarıdır.
Eşel mobil uygulaması sayesinde pahalılıktan en az etkilenecek kesim de bu kesimdir aynı zamanda.
Kamu harcamalarının şişirilmesi demek aslında kamu sendikalarının üyelerinin daha fazla kazanım elde edebilecekleri koşulların oluşması demektir çünkü bütçenin katı yapısı nedeniyle artacak harcamalardan aslan payını alacak olan aslında kamu çalışanları olmaktadır.
Hal bu iken, sosyal paydaşların kavgası, Türkiye hükümetinin Troyka gibi objektif ve net bir duruş sergileyemediği, KKTC hükümetinin de bütçeyi şişirerek siyasi rant elde edeceğini düşüneceği koşulların devamına yönelik olmaktadır.
Bu kavga, bugünlerde yaşanan eylemlerin içeriğini de belirlemektedir.
Saat konusu üzerinden Türkiye’ye gözdağı verilmesi ve hükümetin seçime yaklaşılırken yönetme erkini uygulama noktasında kendini zayıf hissederek daha fazla popülizmden medet umar bir noktaya hapsedilmesi, mevcut yapının devamını sağlamaya yetecektir.
Bu koşullarda muhalefet ne yapabilir?
Muhalefetin pozisyonu, tam da şiirdeki gibi “yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe” şeklindedir.
Eylemler, iktidarın ülkeyi yönetemediği algısını güçlendirmekte ve muhalefetin iktidara gelme imkânlarını artırmaktadır.
Türkiye’nin objektif ve net bir duruşa sahip olamayışı ve buna bağlı olarak yapısal reformların gerçekleştirilememesi ise muhalefetin tabanının hassas olduğu örneğin elektrik kurumundaki yapısal dönüşümü geciktireceğinden, bu da işin “bahar bahçe” boyutunda ele alınmaktadır.
Diğer yandan, “bir yanımız yaprak döker” çünkü CTP geleneksel olarak ülkede değişimi temsil eden, ülkenin geleceğini inşa etme iddiasında olan ve bu özelliğiyle yapısal reformların tümünü olmasa da çok büyük bir bölümünü aslında gönülden destekleyen, yıllardır bu değişimlerin önemini halka anlatmaya çalışan siyasi parti konumundadır ve örneğin DAÜ’de olup bitenler ya da şişirilen bütçe nedeniyle bilhassa da dar gelirli yurttaşlarımızın yaşayacağı ciddi mağduriyet CTP’yi adeta kahretmektedir.
Türkiye hükümeti ile KKTC hükümetinin esas belirleyici olduğu mevcut koşullardan kaynaklanan bu ikilemin bütçe görüşmelerine yansıması ise bazı milletvekillerimizin sosyal paydaşların gündeme getirdiği örneğin saat konusu gibi olguları daha fazla kamuoyuna mal etme gayesi ile konuşmalar gerçekleştirmesi, bazı milletvekillerimizin ise yapısal dönüşüme dair meseleleri ısrarla anlatma ve topluma mal etme gayesi ile konuşması sonucunu üretmektedir.
Bu ikilem gibi görünen durum, aslında CTP’nin ülke koşullarına göre kendini uyarlayarak kitle partisi olma özelliğini koruyabildiğini ve aynı zamanda ülke koşullarının daha müsait olacağı durumda değişimi diğer partilere kıyasla çok daha nitelikli bir biçimde hayata geçirebileceğini betimleyen, CTP’nin yaşayan bir organizma olduğunu resmeden, siyaseten anlaşılabilir yani sağlıklı bir durumdur.
Ne var ki, 2017 bütçe görüşmelerinde gelecek yıl gündeme gelecek temel uygulamaların ve bunların bütçe ile ilişkisinin değil de 2016 yılsonu itibariyle gündemde olan güncel tartışmaların ağırlıklı olarak ele alınıyor oluşunun sebep olduğu huzursuzluk da göz ardı edilemez.
Dünya hızla değişirken, örneğin Yunanistan gelecek yıl ekonomik büyüme, kamu borçlarının azaltılması, bu süreçte dar gelirlilerin daha fazla korunabilmesi gibi konulara yoğunlaşmışken bizim bütçe görüşmelerini “dostlar alışverişte görsün” anlayışı ile sürdürmek durumunda kalmamız hiç de hayra alamet değildir.
İşte esasta bu ikilemdir “yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe” dedirten insana.
Ülkenin ve insanımızın geleceği için duyulan kaygı ile ülkenin içinde bulunduğu siyasi koşullarda siyasetçi olmanın yarattığı yükümlülükler tam manasıyla örtüşemediği müddetçe de “bu ne beter çizgidir bu, bu ne çıldırtan denge” demeye devam edeceğiz.
Bu koşullarda sevgili Tufan Erhürman’ın sosyal medya hesabından paylaştığı resim ve bu resme dair yazdıklarıdır bizi geleceğe taşıyacak olan:
“Abidin Dino’nun bu eserinde olduğu gibi, öyle sıkı sıkı tutmalıyız ki birbirimizin elini, bırakın hangisinin yukarıda hangisinin aşağıda olduğunu, hangi elin hangimize ait olduğu dahi anlaşılamasın”… Tufan Erhürman