Maliye Bakanlığı bütçesinde yaptığım konuşma

 

Sayın Başkan Değerli Milletvekilleri,

Bütçe görüşmeleri esnasında her bakanlığa ilişkin hizmet kalitesinin artırılması ve bu hizmetlerin sürdürülebilirliğinin sağlanması yönünde görüşlerimizi paylaştık.

Gerek komite aşamasında gerekse genel kurul aşamasında hükümetin her alanda bugüne kadar sergilediği performansı değerlendirdik, hizmetleri çeşitlendirme ve hizmet kalitesini artırma yönünde atması gereken adımları detaylarıyla ele aldık ve tüm bunların sürdürülebilirliğini yani kalıcılığını sağlamak için gerçekleştirilmesi gereken reformlar üzerinde durduk.

Bugün Başbakan Yardımcılığı ve Maliye Bakanlığı bütçesini görüşürken herhalde kamu maliyesinin mevcut durumunu ve sürdürülebilir bir yapıya kavuşturulabilmesi için ne yapılması gerektiğini detaylarıyla konuşmamızda yarar vardır.

Ülkemizde ekonominin çarklarını döndürmek, üretimi artırmak, daha çok katma değer yaratmak ve istihdam olanaklarını çoğaltmak siyasetin temel hedefi olmalıdır.

Biz de yüreği adalet, barış, özgürlük, eşitlik, demokrasi, emek, karşılıklı kabul edilebilir çözüm, ekoloji ve haysiyet için çarpan, önümüzdeki günlerde 46. kuruluş yıldönümünü kutlayacağımız CTP’nin birer neferi olarak ekonominin çarklarını daha iyi döndürme, üretimi artırma ve istihdam olanaklarını çoğaltma çabası içerisindeyiz.

Bu hedef doğrultusunda ülkenin sorunlarını ele almakta ve sorunlarımıza kalıcı çözümler üreterek geleceği inşa etme iddiasındayız.

Kuşkusuz sadece CTP’nin değil tüm partilerin politikasının odağında insan olmalıdır.

Gelinen aşamada bu olguyu kendi partilileri, hısım ve akrabaları ile sınırlı bir biçimde ele alan siyaset anlayışının yarattığı çarpık sistem ile başa çıkmanın formüllerini bulmaya çalışıyoruz.

Sanırım 1974, hem Kıbrıs tarihinde hem de Kıbrıslı Türklerin bugün sahip olduğu sistemin siyasi ve ekonomik koşullarının şekillenmesinde çok önemli bir tarihtir.

1974 sonrasında ülke kaynaklarının etkin dağılımını sağlamaya odaklanmak yerine çözüme kadar yaşanacak süreçte günü kurtarma anlayışı ile hareket ettiğimizi iddia etmek mümkündür.

Zira örneğin, “insanlarımız göç etmesin, gençler iş sahibi olabilsin” denilerek gündeme getirilen erken emekliliğin, o günlerde olumlu addedilebilecek sonuçları siyasetçiler açısından sevindirici olurken, bugün yani yaklaşık 25-30 yıl sonra bugünün siyasetçileri bunun ciddi olumsuz sonuçları ile yüzleşmek durumda kalmaktadır.

Benzer iyi niyetli veya kısa günün kârı mantığıyla uygulamaya sokulan tüm politikaların kamu maliyesi üzerinde yarattığı yük bizleri bugün için içinden çıkılamaz bir durumla karşı karşıya bırakmıştır.

Ülkemizin içinde bulunduğu siyasi kaosun, siyasi partilere güvenin düşmesinin ve uzunca bir süredir siyasi istikrar arayışımızın devam ediyor olmasının, karşı karşıya olduğumuz içinden çıkılamaz durumdan kaynaklandığını hep birlikte tespit etmemiz gerektiği kanaatindeyim.

1974’ten günümüze yüz binlerce insanımızın ülkeden göç etmiş olması bir yana, 1974 sonrasında kurulan düzende şu veya bu şekilde yaşamını bu topraklarda sürdürebilmiş olanların çocukları da şimdilerde siyasetten hesap sorar vaziyettedir.

Kamu üzerinden yürütülen istihdam politikaları, erken emeklilik, partizanlık, tutanın elinde kalır anlayışı ve bugün artık yanlışlığı tespit edilen benzeri yanlışlıklardan şu veya bu biçimde yararlanabilmiş olan nesil ekonomik ve sosyal yaşamı artık genç nesillerle paylaşmaktadır.

Başta gençler olmak üzere toplumun genel talebi, istihdam olanaklarının artırılmasıdır, doğru düzgün eğitim ve sağlık hizmetleridir.

Küçük yaştaki çocuklarımızın bu ülkede yaşamını sürdürebilmesi için “bir yerden başlamamız gerekmiyor mu?” diyen bir toplum yapısı şekillenmektedir.

Önceki nesillerin hatalarını tekrarlamak ve devraldığımız kötü mirası hiç düzeltemeden sonraki nesillere devretmek bugün aktif siyasete katkı yapanların büyük bir ayıbı olacaktır.

Kaldı ki önceki nesiller eldeki olanaklarla o gün için günü kurtarabiliyorken bizim değişen dünya ve Kıbrıs koşullarında aynı imkânlara sahip olmadığımız da görülmektedir.

Bugün hangi partiden olursa olsun aktif siyasetteki herkes çok iyi bilmektedir ki sistemi iyileştirmeye odaklanmaksızın partizanlık ve benzeri yöntemlerle bir başarıya ulaşmak mümkün olamayacaktır. Hatta tam aksine, bu gibi yöntemlerin devreye sokulduğu her durumda haksızlığa uğradığını düşünen çok daha geniş bir toplum kesiminin tepkisi nedeniyle bir sonraki seçimde hüsran yaşanacağı tecrübeyle sabittir.

Sayın Başkan Değerli Milletvekilleri,

Hal bu iken, yapabileceğimiz en büyük yanlış, maliyeyi teknik bir konuya indirgemektir.

Ülkenin geleceği uygulamakta olduğumuz maliye politikalarına bağlıdır.

Hizmet olgusunu geçmişte olduğu gibi finansal sürdürülebilirliği ikinci planda tutarak ele almaya devam ettiğimiz müddetçe gelecek nesillere bırakacağımız miras düzgün işleyen ve sürekli gelişen bir sistem değil tam bir enkaz olacaktır.

Varoluş, yani sistemin varlığını sürdürebilmesi, mali perspektifle sağlanabilecek bir olguya dönüşmüş durumdadır.

Bir başka deyişle, Kıbrıs’ta varoluş mücadelesi veren Kıbrıs Türk halkının bugün için odaklanması gereken en temel konulardan birisi maliyedir. 1974 sonrasında en temel mesele gibi ele alınan pek çok konunun maliye politikalarını dışlayarak uygulandığını ve bunun neticesinde siyasetteki tüm paradigmaların çöktüğü bir aşamaya geldiğimizi iddia etmek mümkündür.

Burada belirleyici olan kuşkusuz kendi tecrübelerimiz kadar hatta bundan daha fazla dünyada olup bitenlerdir.

Dünyadaki gelişmeleri yakından izleyenler görmektedir ki tüm ülkeler hummalı bir şekilde mali sürdürülebilirliği sağlamaya veya devam ettirmeye çalışmaktadır.

Dolayısı ile biz de dünyaya ayak uydurmak, değişimi sağlamak, mevcut paradigmalarımızı güne uyarlamak ve maliye politikalarını da içerecek bir anlayışla ülkemize hizmet etmek gibi bir zorunlulukla karşı karşıyayız.


Sayın Başkan Değerli Milletvekilleri,

Bu noktada Türkiye’nin 2002 sonrasında kamu maliyesini düze çıkaran politikaları ve Kıbrıs Rum Yönetimi’nin son 8 yılda yaşadığı tecrübeler bizler için de yol göstericidir.

Hatırlanacağı üzere 2008’e kadar Kıbrıs Rum Yönetimi faiz hariç bütçe fazlası veren bir yapıya sahipti.

2008’deki küresel finans krizi sonrasında işleri ters gitmeye başladı.

Dönemin iktidarı kamu harcamalarını şişiren hizmetleriyle övünedursun, gemi su almaya başlamış ve bizde kronikleşen sıkıntılar onlarda da gündeme gelmişti.

Bu süreçte gerek Avrupa Birliği gerekse bağımsız Kıbrıs Rum Merkez Bankası sürekli uyarılarda bulunmaktaydı.

Üstüne üstlük, 2011’de Mari’de patlama oldu.

Bu patlamanın Kıbrıs Rum ekonomisine maliyeti 2,4 milyar Euro idi.

Bu miktar Kıbrıslı Rumların milli gelirinin % 14’üne tekabül etmekteydi.

Kriz, Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı Türklerin 1974 sonrası koşullarını eşitlemiş oldu.

Her iki taraf da dış finansman ihtiyacını karşılayarak sistemlerini idame etme zorunluluğu ile karşı karşıyaydı.

Güney’de dönemin iktidarı tedbir alma konusunda hassas davranmak yerine borçlanmayı tercih etti, Kasım 2011’de Rusya’dan 2,5 milyar Euro borçlandı.

Halbuki kamu maliyesinin sözde halka hizmet götürme adı altına şişirildiği, mali tedbirlerin “neoliberal politikalardır” denilerek ötekileştirildiği, yapısal reformların ötelendiği koşullarda borçlanarak sorun çözmek akıl işi değildi.

Nitekim Rusya’dan alınan 2,5 milyar Euro’luk borç ile bozuk yapı daha da büyüyerek sorunlar derinleşti.

Son darbeyi Yunanistan’daki kriz ile yediler.

Rum bankalarının Yunan vatandaşlarına verdiği kredilerin geri ödenememesi ile bankların portföyünde önemli bir yer tutan Yunan devlet bonolarındaki erime gündeme geldi.

Dönemin iktidarı, 2013’te gerçekleştirilecek seçimler nedeniyle yine tedbir almaktan kaçındı ve tedbirleri ötelemeyi tercih etti.

Bu süreçte Troyka ile görüşmeler bir türlü neticelendirilemedi.

Yunanistan, İrlanda ve Portekiz’de 50 günde tamamlanan Troyka ile görüşme ve anlaşma süreci, Kıbrıs Rum Yönetimi ile neredeyse bir yıl yani 271 gün sürdü.

Tedbirler gecikince Mart 2013’te bankalar 13 gün süreyle kapalı kaldı.

28 Mart’ta Kıbrıslı Rumlar Troyka ile anlaşmayı imzaladı.

Bu memorandum anlaşması gereği Troyka, Kıbrıslı Rumlara Mayıs 2013- Mart 2016 döneminde üçer aylık dilimler halinde 10 milyar Euro kredi sağladı.

Mekanizma çok basitti.

Her üç ayda bir Troyka heyeti Kıbrıs’ı ziyaret edecek, öngörülen tedbirlerin alınıp alınmadığı izlenecek ve eğer tedbirler alınmışsa 10 milyar Euro’luk kredinin ilgili dilimi Kıbrıslı Rumlara kullandırılacaktı.

2009 itibariyle Kıbrıslı Türklerle mali durumu eşitlenen yani dış finansmana bağımlı hale gelen Kıbrıslı Rumların Troyka ile kurduğu ilişki biçimi yani Troyka’nın uyguladığı metot bu şekildeydi.

Bizde ise 1974’ten beridir Türkiye’nin sağladığı mali yardımlar ağırlıklı olarak cari harcamalar için kullanılmakta ve yapısal düzenlemeler takip edilmemekteydi.

2002 sonrasında her ne kadar 3 yıllık programlara geçiş sağlanmış olsa da yine de hâlâ daha Türkiye’nin sağladığı hibe ve kredi olanaklarının şartsız olduğu bilinmektedir.

Neticede, Kıbrıslı Rumlar Mart 2013 itibariyle Troyka ile anlaşma gereği tedbir almaya başladı.

Tedbirler, yenilir yutulur cinsten değildi.

Ancak sistemi kurtarmanın başka da bir yolu yoktu.

100 bin Euro üzerindeki mevduatları %37,5 traşlayarak işe başladılar.

Memorandum anlaşmasının üç amacı vardı.

Finans sisteminin restore edilmesi, mali disiplinin sağlanması ve yapısal reformların gerçekleştirilmesi…

Yapısal reformlar kapsamında ekonominin rekabet edebilirliğini, sürdürülebilir ve dengeli büyümesini sağlayacak, özellikle ücret sistemini düzenleyen ve hizmet sektörünün önündeki engelleri kaldıran adımlar atacaklardı.

Süreci daha iyi anlayabilmek için ne gibi mali disiplin tedbirleri aldıklarına bir göz atmakta yarar vardır.

2012 Aralık ayından itibaren geçerli olan ve memorandum anlaşmasını imzalayabilmek için gerçekleştirilmesi şart olan tedbirler şöyle:

1. 1 Aralık 2012 -31 Aralık 2013 tarihleri arasında, kamu çalışanlarının ve emeklilerin maaşlarında aşamalı olarak %6,5’den %12,5’e kadar kesinti yapılması. (1000 Euro altında alanlarda kesinti yapılmadı)

2. Kamu çalışanlarına 2016 yılını ilk çeyreğine kadar eşel mobil sisteminin durdurulması, kamu ve özel sektörde çalışanların ücretlerinin 2016 yılsonuna kadar dondurulması.

3. 2016 yılsonuna kadar kamu çalışanlarının sayısının 4500 kişi azaltılması. Bu kapsamda; emekli olan her 4 kişiye karşılık bir yeni istihdam yapılması (sağlık ve güvenlik sektöründen her beş emekliye bir kişi), bakanlıklar arasında geçişin artırılması, en az 1880 kadronun iptal edilmesi

4. Sosyal transfer harcamalarının azaltılması.

5. 1 Ocak 2013’ten geçerli olmak üzere, genel KDV oranının %17’den %18’e çıkarılması.

6. Alkollü içecekler, sigara ve tütün ürünlerinden alınan ÖTV’nin 1 Ocak 2013’ten geçerli olmak üzere 7 cent artırılması.

7. Mevduattan alınan verginin %0,095’dan %0,11’e çıkarılması.
Mart 2013’te memorandum anlaşmasının imzalanmasının ardından alınan mali tedbirler ise şöyleydi:

1. Taşınmaz vergilerinden ilave 75 milyon Euro gelir elde edilmesi.

2. Kurumlar vergisinin %10’dan %12,5’e çıkarılması.

3. Kamu çalışanlarının ve emeklilerin maaşlarında %0,8 ile %2 arasında ilave kesinti yapılması. (Bu kesintilerle 2013 yılı maaşlarından yapılan toplam kesinti; 0-1000 Euro arası maaş alanlardan %0,8, 1001-1500 Euro arası maaş alanlardan %7,3, 1501-2000 Euro arası alanlardan %9,3, 2001-3000 Euro arası %10,5, 3001-4000 Euro arasında alanlar %13,0 ve 4001 Euro üzerinde maaş alanlardan %14,5 kesinti olmuştur)

4. Sosyal transfer harcamalarının 113 milyon Euro azaltılması.

5. Personel harcamalarının 29 milyon Euro azaltılması.

6. KİT ve iştiraklere yapılan katkının 25 milyon Euro azaltılması.

7. Harçların en az %17 oranında artırılması.

8. Sosyal güvenlik sistemi ve genel sağlık sigortasının giderlerini azaltacak ve gelirlerini artıracak önlemler alınması. (Emeklilik yaşının 2 yaş artırılması)

9. Şirketlere uygulanan 350 Euro tutarındaki muafiyetin kaldırılması.

10. Mevduattan alınan verginin %0,11’den %0,15’e çıkarılması.

11. Faiz gelirinden alınan verginin %30’a çıkarılması.

12. Şans oyunları ve motorlu taşıtlar vergisinde düzenlemeler yapılması.

13. Kamudaki öğretmenlerin sayısının azaltılması ve çalışma saatlerinin artırılması.

14. Tekel ürünlerinde alınan vergilerin artırılması.
2014’te ise faiz hariç bütçe açığını 678 milyon Euro’ya yani milli gelirin % 4,25’ine çekmek için ilave tedbirler gündeme getirildi. Şöyle:
1. Sosyal transfer harcamalarının en az 28,5 milyon Euro azaltılması.

2. Kamu çalışanlarının ve emeklilerin maaşlarında %3 kesinti yapılması.

3. Kamu çalışanlarının ve emeklilerin maaşları ile özel sektör çalışanlarından; 1500-2500 Euro arasından maaş alanlardan %2,5, 2501-3500 Euro arasından maaş alanlardan %3, 3501 Euro üzerinde maaş alanlardan %3,5 kesintinin 2016 yılsonuna kadar yapılması.

4. Standart KDV’nin %18’den %19’a çıkarılması.

5. Azaltılmış KDV’nin %8’den %9’a çıkarılması.

6. Akaryakıt ürünlerinden alınan verginin 5 Euro cent artırılması.

Sayın Başkan Değerli Milletvekilleri,

Neticede, 2015 yılında faiz hariç bütçe açığının 344 milyon Euro’ya yani milli gelirin % 2,1’ine düşürülmesi, 2016 yılında ise faiz hariç bütçe fazlası hedefiyle Kıbrıslı Rumlar tüm bu tedbirleri hayata geçirmiş oldu.

Tüm bu tedbirlerin sonucunda, 2008 yılında bütçe fazlası veren, 2009’da kriz nedeniyle bütçe açığı vermeye başlayan, 2009-2014 yıllarını hep bütçe açığı ile kapatan Kıbrıslı Rumlar, 2015 yılında yeniden bütçe fazlası vermeyi başardı.

2008’de 164 milyon Euro bütçe fazlası ve 656 milyon Euro faiz hariç bütçe fazlası veren Kıbrıs Rum Maliyesi’nin faiz hariç bütçe fazlasının milli gelirlerine oranı %3,9 idi ve 2009’da faiz hariç bütçe açığı % 2,4 olmuştu. 2013’te faiz hariç bütçe açığı %2,4 olarak hedeflenmiş, tedbirlerle bu oran %2,1’e düşmüştü. 2014’te bütçe açığı hedefi %4,25 olmasına rağmen Kooperatif Merkez Bankası’na 1,5 milyar Euro aktarıldığı için bütçe açığı %7 oldu.

2015’te ise alınan tedbirlerin etkisiyle faiz hariç bütçe fazlası verildi. Hedef faiz hariç bütçe açığının % 2,1 olması iken %2,1 bütçe fazlası ile yıl tamamlandı.

2009 itibariyle Kıbrıslı Türklerle durumu eşitlenen yani aynen bizim gibi mali yardıma bağımlı bir yapıda olan Kıbrıslı Rumlar, 6 yıllık sürede tekrardan bütçe fazlası veren bir yapıya kavuşmuş oldu.

Kuşkusuz mali tedbirlerin yanı sıra yapısal reformlar da Troyka ile imzalanan memorandum anlaşmasında önemli bir başlıktı.

Bu alanda sosyal güvenlik sisteminin ve sağlık sisteminin sürdürülebilir yapılara kavuşturulması öngörüldü ve tabi ki özelleştirmeler gündeme getirildi.

Sosyal güvenlik sisteminin aktüeryal dengesinin sağlanması amacıyla kamuda çalışanların emeklilik yaşının iki yaş artırılması ve her beş yılda bir emeklilik yaşının ortalama yaşam süresi dikkate alınarak güncellenmesi, yıllık emekli maaşlarının çalışırken alınan en yüksek yıllık maaşın yarısını geçmemesi gibi unsurlar içeren bir reform paketi üzerinde mutabakata varıldı.

Sağlık harcamaların azaltılması amacıyla kronik hastalıklar hariç ücretsiz sağlık harcamalarından faydalanılması kaldırıldı, kamu çalışanlarının ve emekliliklerinin brüt ücreti üzerinden %1,5 oranında sağlık harcamaları için kesinti yapılması ve sağlık hizmetleri ücretlerinin %30 artırılması gibi önlemler öngörüldü.

Özelleştirme kapsamında ise kamu tarafından sunulan hizmetlerde kamu özel işbirliği modellerinin geliştirilmesi ve Telekom, elektrik ve limanlar başta olmak üzere kamu şirketlerinin özelleştirilmesi ve bunlara ait taşınmazların elden çıkarılması taahhüt edilirken, program sonuna kadar 1 milyar Euro ve 2018 yılına kadar 400 milyon Euro olmak üzere toplam 1,4 milyar Euro özelleştirme geliri elde edilmesi hedeflendi.

Ayrıca, kamu yönetiminin ve vergi sistemin daha etkin ve verimli olarak işlemesi için kapsamlı reformların hayata geçirilmesine yönelik düzenlemelere gidileceği üzerinde mutabakata varıldı.

Sayın Başkan Değerli Milletvekilleri,

“Biz de aynılarını yapalım ve düze çıkalım” şeklinde bir düz mantıkla Kıbrıslı Rumların aldığı tedbirleri paylaştığım düşünülmemelidir.

KKTC’nin koşulları ile Kıbrıslı Rumların sahip olduğu koşullar elbette ki bire bir aynı değildir.

Ancak neredeyse hiçbir acı reçete içermeyen 2013-2015 Sürdürülebilir Ekonomiye Geçiş Programı’nı ve 2016-2018 Yapısal Dönüşüm Programı’nı biz neden bir türlü uygulayamadık ve uygulayamıyoruz diye aynaya bakmamız gerektiği de altı çizilmesi gereken çok önemli bir konudur.

Bizde 2013-2015 programının hedefi faiz hariç bütçe açığını 315 milyon TL’ye indirmekti.

2009-2012 döneminde alınan mali tedbirler ve 2013-2015 döneminde Sayın Özkan Yorgancıoğlu ve Sayın Zeren Mungan’ın mali disiplin konusundaki tavizsiz tavrı sayesinde bu hedefi tutturmayı başardık.

2013-2015 programı sonunda 315 milyon TL olarak hedeflenen faiz hariç bütçe açığı program sonunda 324 milyon TL olarak gerçekleşti ve konulan hedefe oldukça yaklaşılmış oldu.

2013-2015 döneminde kayıt dışılıkla mücadele kapsamında alınan tedbirler ve vergi uzlaşmasının olumlu etkisiyle hem dolaysız vergilerde hem de yerel bütçe gelirlerinde artış yaşandı.

Bu artış 2016 yılında da devam etti ve 2016 yılsonu itibariyle yerel gelirlerimizin savunma hariç cari harcamalarımızı karşılama oranı %93-95 seviyelerine çıktı.

Ancak Nisan 2016 itibariyle hükümetin değişmiş olması, mali disiplinin terk edilerek seçim ekonomisi uygulaması ile genişletici mali politikaların 6 yıl aradan sonra tabiri caizse hortlaması sayesinde Kıbrıs Türk halkı bırakınız yapısal dönüşümü, 2009 öncesi dönemi çağrıştıracak bir döneme maalesef girmiş oldu.

2016-2018 Mali ve İktisadi İşbirliği Protokolü’ne göre 2018 yılsonu itibariyle faiz hariç yerel bütçe açığımızın 100 milyon TL’ye düşmesi hedeflenmektedir. Bunun için mali disiplini devam ettirmenin yanı sıra kuşkusuz Yapısal Dönüşüm Programı’ndaki faaliyetleri de ciddiyetle hayata geçirmek gibi bir zorunlulukla karşı karşıyayız.

Şunu da gönül rahatlığıyla ifade edebilirim ki Yapısal Dönüşüm Programı hazırlanırken yaklaşık 6 ay süren Maliye Bakanlığı görevim boyunca siyasi konjonktür doğrudan siyasi sorumluluk üstlenmeme el vermemiş olsa da gözüm hep programın üzerinde oldu. Tartışmalı konularda inisiyatif üstlenip gerek Türkiye kanadında gerekse KKTC kanadında birtakım açılımlar yapılmasını sağlamaya dönük girişimci oldum. İnandığım tek bir şey vardı; 2016-2018 dönemi için bizim koşullarımızı dikkate alan gerçekten uygulanabilir bir içeriğe sahip bir program oluşmalıydı ve Kıbrıs Türk siyaseti bu programı uygulamaya odaklanarak siyasette kilitlenmeye yol açan yapısal sorunları seçimden önce aşmayı başarmalıydı.

Sayın Başkan Değerli Milletvekilleri,

Gelinen aşamada programı uygulamaktan sorumlu olan bir azınlık hükümeti ile karşı karşıyayız.

Üstelik, 2013-2015 Sürdürülebilir Ekonomiye Geçiş Programı’na ilişkin, CTP-DP hükümeti döneminde Başbakan Yardımcılığı görevini yürüten ve “bu programı okumadım çünkü uygulamayacağız” diyebilen kişi bugün Başbakan Yardımcısı ve Maliye Bakanı olarak görev yürütmektedir.

Bu durum, ülkemizde değişim karşıtı vasatlar koalisyonunun gücünün resmidir.

2013 erken genel seçimlerinde değişim iradesini net bir biçimde sandığa yansıtan, Meclis’i %50’ye yakın düzeyde değiştiren Kıbrıs Türk halkı, ne üzücüdür ki seçim sonrası süreçte birkaç yıl içerisinde vasatlar koalisyonu tarafından yönetildiği bir yapı ile karşı karşıya kalmıştır.

Bugün karşı karşıya olduğumuz bu durum 2013’ten çok daha vahim bir durumdur çünkü vasatlar koalisyonu ne yapmış etmiş ve zaten yapısal reformlara ilişkin ilerleme kaydetmekte zorlandığımız koşullarda üstüne tuz biber ekercesine mali disiplini de berhava edecek bir hükümet modelini topluma dayatmıştır.

UBP-DP azınlık hükümetinin ilk icraatı, Sayıştay Başkanı ve üyelerinin maaşlarını artıracak bir yasal düzenlemeye gitmek olmuştur. “Dakika bir gol bir” dercesine mali disiplinden vazgeçildiğini ilan eden bu icraat sonrasında öğretmen hazırlık ödeneğini harcamalarını 2016 yılında 3 milyon TL ek mükellefiyet yaratacak şekilde artırmıştır. Ülke borç batağında iken 18 adet lüks marka makam aracı alınacağını açıklayarak mali disiplinle yakından uzaktan hiçbir alakası olmadığını adeta tescillemiştir.

Bu hükümet, ülkedeki ekonomik krize rağmen 2017 bütçesini şişirmiş, örneğin mal ve hizmet alımlarını enflasyonun çok üzerinde, %43,82 artırarak kamu maliyesini daha da içinden çıkılamaz bir duruma sokacağı mesajını vermiştir. Savunma harcamaları kapsamındaki mal ve hizmet alımlarını çıkararak yapılan hesaplamada da artışın %32,96 olduğunun altını çizmek isterim.

Bizde lüks makam aracı alımları gündemi belirlerken ve 2017 bütçesinde mal ve hizmet alımları şişirilirken Türkiye’de Başbakan Binali Yıldırım 2017 yılında kamu harcamalarının neredeyse dondurulacağını, bütçede tasarrufa gidileceğini, mali disiplinden taviz verilmeyeceğini açıklıyor. Güneyde olup bitenleri sizlere zaten uzun uzun anlatmıştım.

Dolayısı ile mali disiplini berhava eden bu hükümetin ömrünün uzun olmayacağını iddia edebileceğimiz bir zemin oluşmuştur ve bunun hesabı sorulacaktır.

Sessiz çoğunluk şimdi yenildiği bu maçın rövanşını beklemektedir.

Değişim kaçınılmazdır ve gerçekleşecektir.

Sayın Başkan Değerli Milletvekilleri,

2013-2015 programı arzu edilen şekilde uygulanmamasına rağmen mali disipline uyulmuş, personel sayılarında belirlenen sayıya riayet edilmiş, bazı fonlar kapatılarak maliyeye devredilmiş, vergi düzenlemeleri sayesinde yerel gelirlerde ciddi artış sağlanmıştır.

Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Yasası büyük oranda tamamlanmıştır.

Belediyelerin çalışanlarının sigorta ve ihtiyat sandığı yatırımlarını yapacağı, paye ödemelerini gerçekleştireceği düzene geçiş sağlanmıştır.

Kayıt dışı ekonomi ile mücadelede ilerleme sağlanmıştır.

Kamu İhale Yasası çıkarılmıştır.

Kamu Görevlileri Yasası üzerinde yoğun çalışmalar gerçekleştirilmiş ve son aşamaya getirilmiştir.

Tüm bunların yanında 2013-2015 programında olup da gerek “bu programı okumadım çünkü uygulamayacağız” diyen Serdar Denktaş başkanlığındaki DP ile koalisyon dönemimizde gerekse kurultay hesaplarıyla bizimle koalisyon kurduğu anlaşılan ve gerek bizimle koalisyon ortağı iken gerekse sonradan kurduğu azınlık hükümeti döneminde yapısal dönüşüm üzerine hiç kafa yormadığı ve reform niyeti taşımadığı tescillenen UBP ile koalisyon dönemimizde, pek çok yapısal düzenlemeyi hayata geçiremediğimiz bir gerçektir.

2013-2015 programında yer alıp da uygulanmayan tüm faaliyetler 2016-2018 programında yer almıştır.

Bilindiği üzere bu hükümet “protokolü biz imzalarız” diyerek gelmişti.

Kamuoyunda sanki de CTP’nin protokole karşı olduğu şeklinde de bir algı yaratılmıştı.

Protokolün imzalanmasının önemini gerek iktidarda gerekse muhalefet dönemimizde her fırsatta dile getiren bir bakan ve bir milletvekili olarak elbette yaşanan gecikmeden ben de rahatsızdım.

Ancak programın içeriğinin sahiplenilmesi ve üç yıllık dönemin heba edilmemesi açısından protokolün imzalanma sürecinin sabırla ve ülkede siyasi istikrarı gözeterek yürütülmesi çok büyük önem taşımaktaydı.

Bu hassasiyet göz ardı edilerek siyasi konjonktür değiştirildi ve bu vahim hatanın sonucunda 2016-2018 Yapısal Dönüşüm Programı’nın uygulanamayacağı, bunun da ötesinde, 2009’dan beridir devam ettirilen mali disiplinin de berhava olacağı bir yeni konjonktüre girildi.

Netice itibariyle “protokolü biz imzalarız” diyerek göreve gelen azınlık hükümeti, değişen konjonktürü fırsata çevirerek Merkez Bankası aracılığıyla üç kez borçlanma yoluna gitti.

Mali disiplin dönemi, sürekli borçlanıp borç faizi de ödeyerek günü kurtarmayı tercih eden genişletici mali politikalar dönemine terk edildi.

Son borçlanma, dün gerçekleştirildi.

Sanki siyasi yaşamı boyunca verdiği her sözü tutmuş gibi Sayın Serdar Denktaş gerekli hesaplamaları henüz tamamlanmadan bütçe görüşmelerinin başında, “bütçe tamamlanmadan 13. maaşlar ödenecek” dedi ve rezil olmamak için yine Merkez Bankası aracılığı ile 80 milyon TL borçlanma yolunu seçti.

Maliye Bakanı’nın gururu, Kıbrıs Türk halkına 1 milyon TL ilave faiz ödemesine mal olacak.

Hâlbuki ülkedeki en büyük sorunlardan bir tanesi kamu borçları iken ve zaten Aralık sonu itibariyle kamu çalışanları maaşlarını alacakken sırf şov yapmak için borçlanmak yerine bir hafta sonra 13. maaşlar ödense ne olurdu?

Cevizcinin çuvalından oynayarak siyaset yapmak kolaydır.

Sırf şov maksadıyla borçlanmaya gitmek ise maliye açısından çok acı verici bir hadisedir.

Ülkede bütçe açığı döneminin henüz kapanmadığı, iç borç stokunun her yıl 500 milyon TL faiz yükü nedeniyle arttığı koşullarda halkın sizin müsrifliğinize tahammülü kalmamıştır.

Maliye yönetimini küçük bir partinin algı yönetimi yaklaşımına indirgeyen bu anlayış maalesef halkımıza çok pahalıya mal olmaktadır.

Sayın Başkan Değerli Milletvekilleri,

Maliye algı oyunları ile yönetilemez.

Matematik yalan söylemez.

Sayılar sizi peşinizden takip eder ve rezil olursunuz.

Nasıl ki “varoluşun da bir matematiği vardır, faiz hariç bütçe fazlası veren bir sisteme kadar mali kriz devam eder ve tüm politikalar da buna göre şekillenir” diyoruz, algı oyunlarıyla yani 13. maaşı 3 gün önce ya da 3 gün sonra ödemiş olmakla övünerek de arka planda olup biten fiyaskonun örtülemeyeceğini söylemekteyiz.

Bu algı oyunlarına bir başka örnek iç borçla ilgili Sayın Denktaş’ın tuhaf söylemleridir.

Sayın Denktaş 24 Temmuz 2016 tarihli bir röportajında, 5 milyar TL’yi aşan iç borcun döndürülmesi ile ilgili dikkat çekici açıklamalarda bulunmuştu.

Demişti ki, “5 milyar TL’nin içinde faiz de dahildir. Bunun faiz pazarlığı, ödeme planıyla ilgili çalışmalar yapılmıştır. Belli bir yöntem geliştirdik. Ben iki yılda bu borcun kapanacağını düşünüyorum”.

Gazeteci soruyor; “bu konuda somut adımlara ne zaman başlayacaksınız?”.

Serdar bey yanıt veriyor; “yakın bir zamanda başlayacağız”. Tarih 24 Temmuz 2016.

Sayın Bakan geliştirdikleri yöntemi açıklarsa çok memnun kalacağız.

Sayın Bakan nedir yönteminiz? İki yılda 5 milyar TL’lik iç borcu kapatmanın formülünü bulduysanız madalya almak için bütçeye koyduğunuz 10 milyon TL’lik kaynaktan yararlanarak size de bir madalya vermeli bu devlet.

Ancak biliyoruz ki böyle bir yöntem geliştirilmemiştir. Üstelik 2016 Mali Yılı Bütçesi’nde yer aldığı halde bu yıl itibariyle 200 milyon TL’lik faiz ödemesi de gerçekleştirilmemiştir.

Denilebilir ki bizim dönemimizde de ödenmemişti.

Lakin Zeren Bey’in borç faizi ödeyebilmek için canını dişine taktığını bilen bilir.

Bu hedefe ulaşabilmek için benim Maliye Bakanı olarak aldığım siyasi riskleri ve ortaya koyduğum çabayı değerlendirmeyi de kamuoyunun takdirine bırakıyorum.

Dolayısı ile “siz de ödememiştiniz” diyerek siyasi nitelik açısından iki dönemi benzeştirmeyi çalışmak en kibar tabirle haksızlık olacaktır.

Bu arada, bu konuya girmişken, Kooperatif Merkez Bankası’nı da yakından izlediğimizi ve bu bankaya olan ciddi miktardaki borcun en azından faiz ödemesi ile rahatlatılması gerektiğini de hatırlatmak istiyorum.

Konunun hassasiyeti nedeniyle detaylara girmemekle birlikte kamuoyunun bilgisine getirmek isterim ki bu hükümet döneminde Kooperatif’te iyi şeyler olmamaktadır.

Buradan Merkez Bankası’na çağrıda bulunmak istiyorum. Kooperatif’i lütfen mercek altına alın, denetleyin ve siyasi mülahazalarla orada birtakım işler yapılmasına müsaade etmeyin.

En basitinden bankada ihtiyaç fazlası istihdamların yapıldığını biliyoruz. Diğer yandan dün kamuoyuna da yansıyan bir habere göre çalışanlarla toplu iş sözleşmesi imzalanmış ve çalışanların maaşlarına, soysal hak ve menfaatlerine yüzde 10 oranında artış getirilirken, maaş barem tablosu da yeniden güncellenmiş.

Bu koşullarda Türkiye Cumhuriyeti’nin faiz ödemesi için ayırdığı kaynağı kullanma niyetinizin olmadığı, bu kaynağı kullanmayacağınız, kullanamayacağınız ayan beyan ortadadır.

Hal bu iken 2 yılda iç borcu kapatmanın formülünü de insan ister istemez daha çok merak ediyor doğrusu.

Sayın Başkan Değerli Milletvekilleri,

Gelinen aşamada, Kıbrıs Türk halkının varoluş mücadelesini başarıyla sürdürebilmesi için en öncelikli konunun mali sürdürülebilirliği sağlamak olduğunun altını yeniden çizmek istiyorum.

Kısa ve orta vadede bu alanda başarı için faiz hariç bütçe açığını 2018 yılsonu itibariyle 100 milyon TL’ye düşürmemiz gerektiğini de yeniden hatırlatmak istiyorum.

Bu hedefe doğru yol alırken Kıbrıslı Rumlardan ve Troyka ile memorandum anlaşması imzalayan diğer Avrupa ülkelerinden farklı olarak önümüzdeki iki yıllık süreçte kemer sıkma, acı reçete uygulama ve benzeri politikalarla mali tedbirlere yönelme gibi bir zorunluluğumuz olmaması toplumumuz açısından büyük bir avantajdır.

Diğer ülkelerle kıyaslandığında bu avantajlı konumumuzu Türkiye Cumhuriyeti’ne borçlu olduğumuzu da vurgulamamız gerekir.

Bu koşullarda Türkiye Cumhuriyeti ile imzalanan protokolü veya bu protokolün izleme raporlarını “teslimiyet belgesi” şeklinde değerlendirmek Kıbrıs Türk halkına yapılabilecek en büyük yanlışlardan bir tanesidir.

Basın ve yayın organlarımızı bu konuda hassas davranmaya davet ediyorum.

Kıbrıs Türk halkının siyasi iradesine, kimliğine ve kültürüne sahip çıkma konusundaki duyarlılığın ve duyarlılığın gereklerinin böylesi bir bakış açısıyla ileriye taşınamayacağı hem etik yönden hem de teknik yönden mümkün olamayacağı bilinmelidir.

Türkiye ile ilişkiler iç siyasetin malzemesine asla dönüştürülmemelidir.

Hangi parti iktidarda olursa olsun Kıbrıs Türk halkının mali yardım bağımlılığı devam ettiği müddetçe Türkiye Cumhuriyeti’nin bize sağladığı hibe ve krediler hayati önem taşımaya devam edecektir.

Ancak mevcut ilişki biçiminin sağlıklı sonuçlar üretemediğini de iki ülkenin birlikte değerlendirmesi gerektiği de bir gerçektir.

Bilhassa yerel gelirlerde sağlanan artış sonrasında genişletici mali politikalar uygulamaya müsait, mali disiplini terk edebilecek ve seçim ekonomisi uygulayacak bir hükümet döneminde mali yapının ciddi şekilde tahrip edilebileceğini de yaşayarak görmekteyiz.

Burada esas etkenin Troyka’nın değişik ülkelerle imzaladığı memorandum anlaşmalarından farklı olarak Türkiye Cumhuriyeti hibe ve kredilerinin bize çok büyük oranda şartsız sunulması olduğunu da hep birlikte tespit etmemiz gerekmektedir.

Bu durum Türkiye Cumhuriyeti yetkililerinde “iyi niyetlerinin suiistimal edildiği” şeklinde bir algı oluştururken Kıbrıslı Türklerin ise faiz hariç bütçe fazlası vereceğimiz döneme bizi yakınlaştıracak olan yapısal dönüşümü önemsizleştirdiği, reformları ötelediği ve bu nedenle halkımızın kaliteli ve daha yaygın hizmetlerden yararlanabileceği koşulların da oluşturulamadığı görülmektedir.

Bu koşullarda Türkiye Cumhuriyeti yılda 1 milyar TL’nin üzerinde bir kaynak harcarken bu kaynağın etkin ve verimli değerlendirilemediğini gözlemleyerek Kıbrıslı Türklere güvenini yitirmekte, bizde ise oluşan çarpık siyasi ortamda Türkiye karşıtlığı ile prim elde ederek siyaset üzerinde etkin olmaya çalışan kahramanlar türemektedir.

Bir sonraki program döneminde Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıslı Türklere sunduğu kredilerin tamamının 3 aylık dönemlerle kullandırılması yerinde olacaktır kanısındayım.

Modaliteyi değiştirmek, sorumluluğu tamamen Kıbrıslı Türklere bırakmak ve iki eşit devlet arasındaki borç ilişkisi neyi gerektiriyorsa onu yapmak ülkemizde reform süreçlerini hızlandıracağı gibi Türkiye ile ilişkilerimizin de rayına oturmasına imkân yaratacaktır.

Kıbrıslı Türklerin artık Türkiye tarafından korunan bir yavru olmaktan çıkıp kendi sorunlarını çözmeye muktedir güçlü bir halka dönüşmesinin zamanı gelmiştir.

Eğer bu politika değişikliği sağlanamazsa önümüzdeki siyaseten değişim olgusunun güçlenerek varlığını sürdürmesi ve varoluş mücadelesinin geleceğe taşınması mümkün olamayacaktır.

Sayın Başkan Değerli Milletvekilleri,

Her ne kadar bu hükümet döneminde Yapısal Dönüşüm Programı’nın uygulanabileceğine dair ümitler artık tükenmişse de programda yer aldığı halde hayata geçirilmeyen faaliyetleri konuşmamız ve gerekli uyarıları yapmamız önemlidir.

Özellikle maliyeyi de doğrudan ilgilendiren ama maliye bakanının etkisizliği nedeniyle hayata geçirilemeyen faaliyetler şöyleydi:

Haziran 2016 itibariyle Muhasebe Denetim Meslek Yasası’nın çıkarılması gerekiyordu. Bu yasanın çıkarılması, kayıt dışı ekonomi ile mücadelede ciddi kazanımlar elde etmemize hizmet edecekti. Bu sayede yerel gelirlerimiz artacak ve böylelikle belki de yılsonu itibariyle yerel gelirlerimizin faiz hariç yerel bütçe giderlerimizi %100 karşılayacağı bir durum gelişebilecekti.

Haziran 2016’da hayata geçirilmesi gereken bir başka faaliyet ise burs harcamalarını azaltacak şekilde burs kriterlerinin değiştirilmesiydi.

2015’te 24,300,000 TL olan Eğitim Bakanlığı bütçesi altındaki “Burslar ve Harçlıklar” kalemi, 2016 yılında, nominal % 42 yani 10,110,000 TL ve reelde %31 artışla 34,410,000 TL’ye çıkarılmıştı. 2016 yılındaki bu yüksek artışla 2015 yılında bütçe kalemini aşan ve yıl sonunda burs ödemelerinin gerçekleştirilememesi sonucunu doğuran harcamaların 2016’da karşılanması ve 2016 yılında 2015 yılında yaşanan sıkışıklığın yaşanmaması hedeflenmişti. 2017 yılında söz konusu kalem bütçede %13,5 düşüşle 29,765,000 TL şeklinde yer aldı. Bu düşüşe rağmen 2015 değeri ile kıyaslandığında 2017’deki kaynağın nominal %23 ve reelde %5,2 arttığı görülüyor. Burslara ilişkin 2015, 2016 ve 2017 bütçe verilerinden de anlaşılacağı üzere kontrolsüz bir şekilde artan burs harcamaları, sahip olduğumuz mali imkânları zorlayan ve uygulama bacağının yeniden düzenlenmesi gereken bir harcama kalemidir.

Ancak böylesi bir ihtiyaç karşılanırken yani Yapısal Dönüşüm Programı’ndaki söz konusu faaliyet hayata geçirilirken konunun sosyal yönlerini de göz önünde bulundurarak hükümetin dikkat etmesi gereken birtakım unsurlar vardır. Örneğin başarı bursunun devam ettirilmesi gerekir. Destek bursuna ilişkin ise hibrit bir model öngörülebilir. Belli kriterler dikkate alınarak gerçekten ihtiyaçlı olan öğrencilerin destek bursunun devamı sağlanabilir; kriter dışı öğrencilere ise kredi şeklinde burs imkanı sağlanabilir. Böylelikle hem dar gelirli ailelerin çocuklarına burs desteği devam eder hem de öngörülen bütçeler aşılmamış olur.

Hükümet bu konuda hiçbir çalışma yürütmediğinden, 2017 bütçesinde 2015’e kıyasla reelde %5,2’lik bir artış söz konusu olmuştur. Bütçemizin cari transferler kaleminde son 6 yılda yaşanan %50’nin üzerindeki artış da dikkate alındığında, bu alanda tedbir almamızın önemi daha kolay anlaşılabilecektir.

İstihdam Stratejisi ve Eylem Planı’nın uygulamaya konulacağına dair faaliyet de Haziran 2016’da hayata geçirilmeliydi ancak bu konuda da hükümet kamuoyuna mal olmuş ve somut neticeleri ölçülebilecek bir icraatta bulunmadı. Aynı şekilde Mesleki Yeterlilik Yasası da Haziran itibariyle geçirilmiş olmalıydı ancak geçirilmedi. Hâlbuki bu faaliyetler sayesinde işsizlikle mücadelede yeni bir safhaya geçilmiş olacaktı. Eğitim ile işgücü piyasası arasındaki işbirliği güçlendirilecekti. Meslek standartları belirlenecek ve meslek sahiplerinin yeterliklerinin tespiti sağlanacaktı. Mevcut insan kaynağımıza yönelik ve işletmelerin ihtiyaç duyduğu yeni beceriler kazandırma ve kısa süreli meslek edindirme programları hazırlanacaktı. Tüm bu çalışmalar sayesinde bugüne kadar 6 aylık süre zarfında istihdam imkânlarını artırmaya dönük somut adımlar atılmış olacaktı. Bu da kuşkusuz hem kamuya istihdam baskısını azaltması yönüyle hem de kamu maliyesinin gelirlerine katkısı yönüyle maliyeye katkı sağlayabilecek önemli sonuçlar doğuracaktı.

Ağustos 2016 itibariyle eğitimimizdeki nitelik sorununu aşmamıza katkı sağlayacak Eğitim Eylem Planı yürürlüğe konmadığı gibi norm kadroya da geçilmedi, 2017-2018 öğretim yılına başlanırken öğretmenler bu yeni düzenlemeye göre görevlendirilemedi. Haliyle bu durum öğrenci sayısında artış yaşanmadığı halde 70’in üzerinde yeni öğretmen istihdamı ihtiyacına sebebiyet verdi ve maliyenin imkânları hükümetin yetersizliği nedeniyle zorlanmış oldu.

Eylül 2016 itibariyle çıkarılması gereken KKTC Faktoring, Finans Kiralama ve Finansman Şirketleri Yasası da maalesef çıkarılmadı. İşletmelere alternatif finansman kaynaklarının sağlanması bakımından önemli olan bu yasa sayesinde söz konusu şirketlerin faaliyetleri uluslararası standartlara uygun olarak düzenlenmiş olacaktı. Alternatif güvenilir finansman kaynaklarına erişim sayesinde işletmelerin elde edeceği ilave kazançlar da haliyle kamu gelirlerine pozitif yönde yansıyacaktı.

Yeni Kamu Görevlileri Yasası’nın Ekim 2016 itibariyle çıkarılması gerekiyordu. Çalışma saatlerinin düzenlenmesine ilişkin de aynı tarihte bakanlar kurulunun bir karar üretmesi gerekiyordu. Ekim ayında bu düzenlemeler hayata geçirilmiş olsaydı bu konuda son zamanlarda yaşanan tartışmaların seyri de bambaşka olacaktı.

Ne yazık ki hükümet;

1. Kamu personel sistemini ehliyeti, liyakati, verimliliği ve performansı artırmayı esas alan bir anlayışla yeniden yapılandırmadı.

2. Personel açığı olan alanlar ile personel fazlası olan alanlar arasında nakil yapabilmeyi sağlayacak esnek bir nakil sistemi oluşturmadı.

3. Performans değerlendirme sisteminde ödül ve ceza ilişkisini etkinleştirmedi.

4. Memurların izin haklarını rasyonel bir şekilde yeniden düzenlemedi.

5. Hizmet içi eğitim sistemini etkileştirmedi, memurların bilgi birikimini artırmak için gerekli çalışmaları hayata geçirmedi.

6. Çalışma saatlerini özel sektördeki çalışma saatleri ile öğle tatilini de dikkate alarak yeninden belirlemedi.

7. Çalışma saatlerini öğle tatili hariç haftada 40 saat olacak şekilde düzenlemedi, yaz mesaisini 3 ayı geçmeyecek şekilde belirlemedi.

Tam aksine hükümet memurların haftalık çalışma saatlerini 16 Şubat’a kadar 36,5 saate düşürdü.

Sorsak herhalde hiç kızarmadan “16 Şubat’tan sonra programın gereklerini yerine getireceğiz” diyeceksiniz.

Bu hükümet göreve devam ederse 17 Şubat’ta memurların giriş saati 9.00, çıkış saati de 15.00 olur diye bir iddiada bulunsam herhalde hükümetin traji-komikliğini anlatmış olurum.

Bu konuda Maliye Eski Bakanı Sayın Tatar’ın tepkisi de dikkatlerden kaçmadı.

Sayın Tatar, 2 ayda kamunun 20 milyon TL zarara uğrayacağını iddia ediyor.

Sanırım hükümetinizi destekleyen bir milletvekilinin yaptığı bu tespit hükümetin gidişatı bakımından da önemli bir gösterge sayılmalıdır.

Benzer şekilde KTTO da kamudaki çalışma saatlerinin verimlilik konusunda hiçbir önlem alınmadan kısaltılmasının, özel sektörün çalışmalarını biraz daha zorlaştıracağını ve etkinliğini azaltacağını vurgulayan bir açıklama yaptı.

Yaşanan bu tecrübeler göstermektedir ki bu hükümet ülke gerçeklerinden kopuk, kamunun etkinliğini ve verimliliğini artıran değil azaltan, kamu yönetimini yeniden yapılandırma becerisinden yoksun, kamu personel sistemini düzenleme kapasitesine ve vizyonuna sahip olmayan bir hükümettir.

Sayın Başkan Değerli Milletvekilleri,

Kasım 2016 itibariyle turizm amaçlı rezerv araziler belirlenerek, hazırlanacak mevzuat doğrultusunda rekabeti sağlayacak objektif bir ihale yöntemi ile ulusal ve uluslararası yatırımcılara duyurulması sağlanacaktı. Bu sayede kıt kaynak olan arazilerin daha fazla gelir getirecek ve daha nitelikli yatırımların önünü açacak şekilde değerlendirilmesi mümkün olacaktı. Bundan kuşkusuz maliye de önemli gelirler sağlayacaktı. Bu konuda hiçbir adım atmayan hükümet her ne hikmetse daha geçtiğimiz birkaç hafta içerisinde Kumyalı’da çok değerli bir araziyi tahsis etti. Eğer bu konudaki faaliyet dikkate alınsa ve zamanında tamamlanmış olsaydı, ihalesiz bir şekilde arazi tahsisinin gündeme gelmemesi gerekecekti. Bu da hükümetin protokolü hiç ama hiç önemsemediğinin, bu gibi konularda yapısal dönüşümle elde edilecek kamusal yararı kavrayamadığını ve eski yöntemlerle iş yapmaya çalıştığını ispat eden çok önemli bir örnektir.

Ağustos 2016 itibariyle tamamlanması gereken Tarım Master Planı henüz tamamlanmadığı için Türkiye’den borularla ülkemize taşınan suyun tarım alanında etkin ve verimli kullanımına yönelik çalışmalar durmuş vaziyettedir. Bu durum tarımsal üretimin artmasını ve dolayısı ile kamu maliyesine sağlanacak katkıları da engeller vaziyettedir. Kaldı ki Tarım alanında yapısal düzenlemelerin gecikmesi sebebiyle de maliye üzerindeki baskı devam etmekte ve hayvancı ile çiftçi maliyenin kapısında eylemler gerçekleştirmektedir. Bu gibi konularda Maliye Bakanlığı’nın değişimi zorlayıcı bir yaklaşımla reformların takipçisi olması büyük önem taşımaktadır.

Sayın Başkan Değerli Milletvekilleri,

Aralık 2016 itibariyle sadece birkaçına değindiğim bu faaliyetlere benzer maliyeyi de yakından ilgilendiren toplam 33 faaliyetten hiçbirisi hükümet tarafından gerektiği şekilde ele alınmadan yılı tamamlamış oluyoruz.

Bu 33 faaliyete program dönemi boyunca gereğinin yapılması gereken 16 faaliyet de eklendiğinde hükümetin toplam 49 faaliyete ilişkin çok düşük seviyede bir performans sergilediği ortaya çıkıyor.

Bu duruma elbette ülke adına sevinmiyoruz.

Ancak sanırım protokole ilişkin bu hükümetin tutumunu değerlendirmeye yetecek kadar da veriye sahibiz. Bu da bize bir siyasi değerlendirme yapma imkânı yaratıyor.

UBP-DP azınlık hükümeti, onay yasası ile meclisten de geçirilen bu protokolü aslında önemsemiyor. Protokol imzalandı, Türkiye yetkililerinin iyi niyeti sayesinde mali kaynağa ulaşıldı ve protokolün işlevi hükümet açısından yerine getirilmiş oldu.

Ancak durumun hiç de böyle olmadığı, olamayacağı en iyi Maliye Bakanları tarafından bilinir.

Bu nedenle Sayın Serdar Denktaş’a çok büyük bir görev düşmektedir.

Sadece Maliye Bakanlığı’nın sorumlu tutulduğu faaliyetlere ilişkin değil tüm faaliyetlere ilişkin gerekli çalışmaların zamanında yürütülmesi halinde 200 milyon TL tutarındaki Reform Destek Ödeneği’nden yararlanılabileceğini göz ardı edemezsiniz.

Reformların gerçekleşmediği koşullarda ilişkilerin farklı bir zemine kaydığını ve en iyi niyetli Türkiye yetkililerinin dahi “bu kadarı da olmaz” diyerek Kıbrıslı Türklerle farklı gözle bakmaya başladığını bilerek protokolü değerlendirmek sizlerin en başta Kıbrıs Türk halkına karşı bir sorumluluğunuzdur.

Sayın Başkan Değerli Milletvekilleri,

Kıbrıs sorununa ilişkin müzakerelerde gelinen kritik aşamayı da dikkate alarak toplam kamu borç stokumuza ilişkin de bir değerlendirmek yapmak istiyorum.

Bilindiği üzere 2015 yılsonu itibariyle toplam 16 milyar 45 milyon TL olan kamu borç stokunun 10 milyar 899 milyon TL’si dış borç, 5 milyar 146 milyon TL’si ise iç borçtur. Bu borcun 2015 yılsonu itibariyle milli gelirimize oranı ise % 167 olarak hesaplanmıştır. Gerçekte dış borcumuzun dolar kuru üzerinden olduğunu, miktarının ise yaklaşık 4 milyar USD olduğunu hesaba katarsak aslında toplam borcumuz bugün itibariyle 20 milyar TL’ye yaklaştığını söyleyebiliriz.

İç borç yükünün azaltılmasına ilişkin bir borç ödeme planının oluşturulmamış olması bir yana, bütçemizin neredeyse 3 katı büyüklüğündeki dış borcun da makroekonomik göstergelerimizi altüst ettiğinin bilincinde olmalıyız.

Türkiye Cumhuriyeti’nin bugüne kadar bu borcun geri dönüşüne ilişkin herhangi bir talepte bulunmamış olması göstergeler açısından bir anlam ifade etmemektedir. Söz konusu borç orada durduğu müddetçe bizim faiz hariç bütçe fazlası vermeye başlamamız dahi mali sürdürülebilirliği sağlayabildiğimiz anlamına gelemeyecektir.

Kıbrıs sorununun çözüme kavuşması halinde Türkiye’nin bu borcu silip silmeyeceği bugün için tam bir muammadır.

Dolayısı ile kamu maliyesi açısından teknik anlamda ülkedeki iktidarların odaklanması gereken konular Kıbrıs sorunundan bağımsız bir şekilde ele alınmalıdır.

Bir başka deyişle, örneğin Kıbrıs sorununun çözüme kavuşturulamadığı koşullarda sistemimizin geleceğe taşınabilmesi yani sürdürülebilir bir yapıya kavuşturulması açısından mali disiplin ve yapısal reformlar daha az önemli değildir. Ya da tam tersi bir bakış açısıyla, Kıbrıs sorununun çözüme kavuşması durumunda örneğin Türkiye borcumuzu silerse ve biz mali disiplin ve yapısal reformlara gerektiğince eğilemezsek bir süre sonra yine borcumuz boyumuzu aşabilecektir.

Çözüm halinde altyapı yatırımlarına ilişkin ilk 13 yıl boyunca veya iki tarafın kişi başına düşen milli gelirlerinin yakınlaşmasına kadar federal gelirlerden yıllık yaklaşık 1 milyar TL’ye yakın bir fonu kullanma imkânımız olacaktır. Ancak 2016 itibariyle bunun yarısından az olan 433 milyon TL’lik Türkiye hibelerinin sadece dörtte birini kullanabiliyor oluşumuz çok önemli bir göstergedir. Benzer şekilde AB fonlarına da erişim imkânlarımız ciddi şekilde artacaktır. Ancak yapısal reformları önemsemez ve ulaşabildiğimiz bu kaynakları etkin, verimli ve kurallı bir şekilde yatırıma dönüştürmeyi başaramazsak çözüm sonrasındaki durumumuz bugünkünden farklı olmayacaktır.

Çözümsüzlük halinde ise belki Türkiye’ye olan borcumuzu ödememiz neredeyse imkânsız gibi görünse de teknik olarak mali disiplinden taviz vermez ve yapısal reformlarımızı zamanında tamamlarsak çok uzun vadede dahi olsa borcumuzun milli gelirimize oranını aşağılara çekme imkânımız elbette ki olacaktır.

Bu değerlendirme ışığında bugün KKTC’nin 2017 Mali Yılı Bütçe Yasa Tasarısı’nı görüşürken ortaya koyduğumuz görüşlerin önümüzdeki günlerde Cenevre’de gerçekleştirilecek Kıbrıs Konferansı’nı önemsemediğimiz, oradan olumlu bir sonuç çıkacağına inanmadığımız ve bu duygu ve düşüncelerle KKTC’nin mali açıdan iyileştirilmesine odaklandığımız şekilde bir yorumlanmamasını hassaten rica ederim.

Ortaya koyduğumuz yaklaşımın yani mali disiplin ve yapısal reformların önemine yaptığımız vurgunun bilakis çözüm sonrası koşullara ilişkin halkımızı bilgilendirmek maksadını taşıdığını da ifade etmek isterim.


Sayın Başkan Değerli Milletvekilleri,

2016 Mali Yılı Bütçesi ile karşılaştırıldığında yaklaşık %10 artışla 5 milyar 700 bin TL olarak öngörülen 2017 Mali Yılı Bütçesi, şişirilmiş bir bütçedir.

Bir yandan gelirleri artırmak için FİF gelirlerinde enflasyon oranın çok üzerinde, %23’lük bir artış öngörülürken diğer yandan mal ve hizmet alımı harcamalarında %44’lük bir artış yapılmıştır.

Buna göre hükümet döviz ve akaryakıt fiyatlarındaki artışı fırsata çevirerek, diğer yandan ithal ürünlere zamlar yapmak suretiyle dolaylı vergi gelirlerini artırmayı, bir başka deyişle, halkın cebine elini atmayı hesaplamaktadır.

Kriz ortamında hükümetin tam tersine vatandaşın alım gücünü koruyabilmek için döviz cinsinden tahsil edilen gümrük vergilerini ve FİF oranlarını yeniden düzenlemesi gerekmektedir.

Hükümet bunu yapmadığı gibi durumdan vazife çıkararak artacak vergi gelirlerini daha fazla kamu harcaması yapacak şekilde değerlendireceğini bu bütçeyle beyan etmektedir.

Hükümetin bu yaklaşımı ülkede yaşayan herkesin alım gücünü düşüreceği gibi kamu maliyesinin performansını da olumsuz yönde etkileyecektir.

Bu tablo karşısında temennimiz biran evvel mali disiplin anlayışına dönebileceğimiz ve yapısal düzenlemeleri geciktirmeden hayata geçirebileceğimiz yeni bir siyasi ortamın şekillenmesidir.

Bu duygu ve düşüncelerle 2017 Mali Yılı Bütçe Yasası’na ret oyu vereceğimizi ifade etmek isterim.

Gerek komite aşamasında gerekse genel kurul aşamasında bütçe görüşmelerine katkıda bulunan milletvekillerine, neredeyse iki ay boyunca görüşmelerin en iyi şekilde gerçekleşmesi için canla başla çalışan tüm Meclis çalışanlarına ve bu bütçenin ete kemiğe bürünmesi için neredeyse 6 aydır gecesini gündüzüne katarak çalışan başta müsteşar Ahmet Havutçu ve Bütçe Dairesi Müdürü Cengiz Çoli olmak üzere tüm Maliye Bakanlığı personeline de özverili çalışmalarından ötürü teşekkürü bir borç bilirim.

Beni dinlediğiniz için teşekkür eder, saygılar sunarım.

Maliye Bakanlığı bütçesinde yaptığım konuşma” için bir yorum

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s