Ülkemizde siyaset tıkanmış durumda. Kamusal hizmetlerin kalitesini artırmak ve hem yurttaşlarımızın alım gücünü yükseltmek hem de ekonomide girdi maliyetlerini düşürmek için çareler üretmek zorunda olan devlet bir türlü bu konuda ihtiyaç duyulan kamusal kapasiteyi oluşturamıyor.
Hal bu olunca da ya kamu menfaati gözetilmeksizin yani el yordamıyla ve alelacele özelleştirmeler gündeme getiriliyor veyahut da iktidarlar ülkenin önünü açacak bu gibi adımları atmaktan imtina eder pozisyona hapsoluyor. Bu kısır döngüyü kırmak zorundayız. Aksi takdirde demokrasimiz işlevini yitirecek ve orta vadede çok ciddi siyasi ve ekonomik krizler gelip kapımızı çalacak.
Bugüne kadar devletin özel ve tüzel kişilerle yürüttüğü tüm işbirlikleri maalesef kamu menfaati açısından tartışmalıdır. Yatırım maksatlı arazi tahsislerinde objektif ihale süreçleri yürütülmemiştir, sözleşmeler ise uzman bir birim tarafından hazırlanmamıştır. Kamusal kapasite noksanlığı dediğimiz hadise tam da budur. Ercan özelleştirmesi bir başka örnektir. İhalenin ardından işletmeciyle bir sözleşme imzalanmış, akabinde bir ek sözleşmeye daha imza atılmış ancak gün gelip çattığı halde gelir paylaşımına ilişkin yöntem hâlâ muğlak. Burada kamu menfaatinin tam manasıyla gözetildiğini iddia etmek mümkün değildir. Dolayısı ile ilk aşamada yapılması gereken kamu yönetimini bu açından güçlendirmek adına bir Sözleşme Yönetimi Birimi kurulmasıdır. Bu birim devletin özel ve tüzel kişilerle imzalayacağı her sözleşmeyi tasarlayacak, riskleri belirleyecek ve yönetecek bir kapasitenin oluşmasını sağlamalıdır. Devletin, özel sektör ile yapılacak sözleşmelerde kamu çıkarının korunması, devletin zarara uğratılmaması, kamusal faydanın sağlanması, risklerin tespit edilmesi ve sözleşmelerin yönetilmesi için yatırım planlaması ve ticaret hukuku konusunda teknik kapasiteye sahip olması olmazsa olmaz bir önceliktir.
Bu birim oluşturulduktan sonra hızlı bir şekilde halka seçim süreçlerinde sunulan vaatlerin hayata geçirilebilmesi adına her sektör için ciddi çalışmalar yürütülmelidir.
Örneğin su dağıtımı, kanalizasyon, arıtma, yağmur drenaj sistemleri için ihtiyaç duyulan yatırımlar son yıllarda çok tartışıldı. Türkiye ile imzalanan anlaşmaya göre kamu-özel işbirliği modeli ile altyapı yatırımları gerçekleştirilecek. UBP-DP hükümeti Sözleşme Yönetimi Birimi’ni dahi henüz kurmuş değil. Altyapı ihtiyacı hızlıca tespit edilmeli. Öngörülen hizmetleri kendi kaynaklarıyla yürütebilecek belediyeler varsa bunlar tespit edilmeli. Buna göre ihale şartnamesi hazırlanmalı. İhalenin ardından sözleşmeye son şekli verilmeli. Bu süreç eksiksiz ve hatasız yürütülebilirse halkımız sağlıklı, çeşmeden içilebilir suyu kullanabilecek, su verimli kullanılabilecek, altyapı yatırımları hızla tamamlanabilecek. Bugünkü verimsiz yapıda gündeme gelen pahalılık sorunu aşılabilecek. Ekonomiye 5 yıl içinde 1 milyar TL’ye yakın para girişi olacak. Bu konuda hükümet sınıfta kaldı. Denizi geçip çayda boğulduk. Maalesef su bugün denize akıyor.
İşletme devri ile hizmet kalitesinin artırılması, altyapı ihtiyacının karşılanması ve maliyetlerin düşürülmesi öngörülen her alan için benzer süreçlerin hayata geçirilmesi gerekiyor. Kamunun yönetme kapasitesini artırmaksızın bu işler el yordamıyla yapılırsa devlet özel şirketlerin maskarası durumuna düşer. Buna asla müsaade etmemek gerekir. Üç limanda işletme devri öngörülüyorsa önce liman otoritesi oluşturulmalı. Telekomünikasyon altyapısı ve hizmetlerinde işletme hakkı özele devredilecekse de kamunun düzenleyiciliği ve denetleyiciliği muhakkak sağlanmalı.
Turizm amaçlı arazi tahsisleri de kamu-özel işbirliğidir. Kasım 2016 itibariyle tahsislerin ihale yolu ile gerçekleştirilebileceği yeni bir hukuki zemin oluşturulması gerekiyordu. UBP-DP bu hukuki zemini oluşturmadığı gibi ihalesiz arazi tahsislerine de devam etmekte. Burada iyi yönetimden ve kamu menfaatinden söz etmek mümkün değil.
Maalesef UBP-DP hükümetinin kurulmasıyla birlikte tüm bu konular gündemden düşmüş durumda. Kamuoyunda hiç tartışılmıyor, hiçbir adım atılmıyor. Ülke ciddi zaman kaybı yaşadığı gibi halkımız da mağdur ediliyor.
Toplumumuzda bu konuya ideolojik olarak cepheden karşı çıkanlar elbette vardır ve olmalıdır da. Bu konudaki eleştiriler siyasi partileri statükonun dar kalıplarına hapsolmaksızın halka hizmet adına kamu menfaatini ön planda tutarak çalışmaya motive etmeli. Halkın genelini temsil etmeyen dar çevreler mevcudun devamından yana olabilir ve bu görüşlerini demokratik zeminde paylaşmalarının hiçbir mahsuru yoktur. Münferit bireyler siyasi kariyer hesaplarıyla bu dar çevrelere yaranmak adına ucuz siyasetten medet umabilir ki bu da herkesin demokratik hakkıdır. Seçim sürecinde kamu-özel işbirliği karşıtlığı üzerinden propaganda yürütecek partilere ise halkın desteğinin çok düşük düzeylerde kalacağını öngörmek zor değildir. Siyasi partiler artık zaten tükenmeye yüz tutan kamu kaynaklarını partisel ve kişisel çıkarlar için üleştiren değil yeni kaynakların üretilmesine öncülük eden bir niteliğe sahip olmalı. Aksi takdirde siyasi partilerin de bizatihi seçim mevhumunun kendisinin de toplum gözünde daha da değersizleştiğine tanıklık edeceğiz. Bu da demokrasimizin işlevsizleşmesi sonucunu doğuracak ve en başta söylediğim gibi Kıbrıs Türk halkı çok ciddi siyasi ve ekonomik krizlerle karşı karşıya kalacaktır. Önümüzdeki seçim sürecinin ülkemizde yaşanmakta olan siyasi tıkanıklığı aşmamıza hizmet etmesini dilerim.