Bugün dünyada bütün ülkeler dış finansman meselesini konuşuyor. Türkiye’de gündem bu. Örneğin Mehmet Şimşek’in geçtiğimiz günlerde bir açıklaması oldu. Dış kaynak bulma konusunda Türkiye sıkıntı yaşar mı yaşamaz mı, dış kaynakları nasıl çeşitlendirebileceklerini, Çin’e nasıl uzanabileceklerini, Türkiye’nin öngördüğü yatırımları 2018 yılında nasıl hayata geçireceklerini konuşuyor Türkiye’yi yönetenler de.
Bizde de haliyle 2018 ve aslında önümüzdeki 5 yıl için dış kaynak denildiği zaman Türkiye ile ilişkiler ön plana çıkıyor.
Geçmişte yaşadığımız tecrübeleri de fırsata dönüştürüp sıfır hatayla ülkeyi en iyi şekilde yönetebilmek adına hem yerel kaynakları hem de dış mali yardımları en doğru şekilde kullanabilecek bir yaklaşım içerisinde olacağımızı halkımıza anlatıyoruz.
Geçmişteki bazı olumsuz tecrübeler nedeniyle UBP ve DP Türkiye meselesini ön plana çıkarıyor.
“CTP Türkiye ile iyi geçinemez, biz geçiniriz, Türkiye’den biz kaynak alabiliriz” şeklinde bir propaganda… Elektrik ve su konularını ön plana çıkaran bir bel altı diye ifade edebileceğimiz bir propaganda yaklaşımı var.
Hâlbuki biz bütün bunlarla ilgili kendimizi çok net ifade etmekteyiz.
Kıbrıs Türk halkının çıkarları doğrultusunda yapılması gerekenleri ortaya koyuyoruz.
Su konusunda masaya oturup müzakere ettik. Türkiye, belediyelerin su dağıtımı ile ilgili yetkilerinin bir yasal düzenleme ile ellerinden alınmasını önermişti. Biz dedik ki “bu böyle olamaz, sağlıklı işlemez, yönetemeyiz süreci bu metotla”. UBP ise “Türkiye böyle demişse, bu doğrudur, bunu böyle yapalım, hemen imzalayalım” noktasında idi. Diğer taraftan UBP’li belediye başkanları da dahil olmak üzere ülkede belediyeler ayağa kalkmıştı, isyan noktasına gelmişti. Biz belediyelere kendi gönül rızalarıyla sisteme giriş için Türkiye ile de konuşarak bir formül ürettik, doğrusunu yaptık. Anlaşmanın çerçevesini biz belirledik, imzaladık. Başbakan Ömer Kalyoncu imzaladı. Suyun en etkin ve verimli şekilde kullanılabilmesi adına yereldeki düzenlemelere ilişkin katılımcı bir anlayışla nasıl bu süreç yönetilebilir diye bakıyorduk. UBP ise o gün “Türkiye nasıl diyorsa öyle hemen imzalayalım” diyordu. Sonra 20 aylık sürede o öneri çerçevesinde niye meclise bir yasal düzenleme getirip de belediyelerin elindeki dağıtım yetkisini almadılar? Niyetleri oysaydı, gerçekten ona inanıyorlarsaydı, bunu bu şekilde yapmak zorundaydılar tutarlı olmak adına. Ama ne yaptılar? Öngörülen 12 aylık bir geçiş dönemi idi imzalanan anlaşmadan sonra. 20 ayı geçti, geçiş dönemi tamamlanamadı. Şu anda DSİ suyu işletiyor, belediyeler de kayıp kaçaklarıyla ilgili altyapı yatırımlarına dönük herhangi bir destek bulamadıklarından ötürü ciddi mali zarar görüyorlar bu süreçten. Her geçen gün de Kıbrıslı Türklerin aleyhine işliyor çünkü çok yüksek su fiyatlarıyla bu suyu kullanıyoruz ve altyapı yatırımına da dönüşmüyor o ödediğimiz su faturaları.
Biz Türkiye ile oturur konuşuruz. Kıbrıslı Türklerin çıkarlarını masaya koyarız. Türkiye ile anlaşırız. Türkiye ile bizim bir husumetimiz, düşmanlığımız kesinlikle söz konusu değil.
Elektrikle ilgili de kabloyu, kablonun sistemimiz açısından önemini en çok topluma anlatanlardanız. Arz güvenliğini artırmak, maliyetleri düşürebilmek açısından, çevreye dönük katkıları bakımından kablo projesini biz sahiplenip yıllarca toplumumuza anlattık. Bunu yapmak da bize düşecek. Bu da bize nasip olacak.
Çok hızlı bir şekilde bütün bu projeleri Türkiye ile birlikte biz ilerleteceğiz. Bundan hiç kimsenin bir şüphesi olmasın lütfen.
Bu konudaki propagandadan ben şahsen rahatsızım çünkü şu oluyor:
Biz bir şeye karşı çıkıyoruz. Nedir o? Biat kültürü…
Türkiye’den buraya bakınca çok güzel öneriler de yapılabilir ama bazen burayı tam bilemedikleri için zaman zaman tam net de göremeyebiliyorlar.
O yüzden önemli olan burada yürütülecek politikaların, reformların, toplum tarafından da sahiplenilmesini sağlayabilmek bakımından yerelden katılımcı bir anlayışla bu değişim politikalarını üretebilmektir. Ve bunları Türkiye’nin de desteğiyle uygulayabilmektir…
Biat kültürü bu anlamda ters tepiyor.
Değişimin önünde bir engele dönüşüyor Türkiye’den bakıldığında ortaya konan görüşleri burada “hemen uygulayalım, hiç fikir dahi üretmeyelim, politika üretmeyelim, Türkiye’den gelen her şeyi olduğu gibi kabul edelim, işler yolunda gidecek” mantığı.
Bu mantık, Türkiye’ye de zarar veriyor Türkiye ile Kıbrıslı Türklerin ilişkilerine de zarar veriyor.
Bize de bu mantık çok büyük zarar veriyor çünkü bizim varoluş mücadelemiz mutlaka entelektüel bir birikim üzerine inşa edilmelidir. Altı boş bir kalkınma, altı boş bir gelişme bize hiçbir fayda sağlamaz.
Bu işlerin toplumsal boyutunu asla göz ardı etmememiz gerekiyor.
İşte UBP ve DP’nin yürüttüğü propaganda, biat kültürünün, biat politikasının propagandasına da dönüşüyor. Buna bizim iznimiz yoktur…
“Geçmişte birtakım sıkıntılar yaşandı, protokol geç imzalanabildi o yüzden biat iyidir, doğru politika budur” diye bir propagandanın yapılmasına benim gönlüm razı değildir.
Biz gerekli dersleri çıkardık.
Birtakım konularda zamanında konuları Türkiye ile konuşma sözü veriyoruz halkımıza.
Yerelden üretilen düşüncelerin, politikaların, masada olması vaadinde bulunuyoruz Türkiye ile bütün görüşmelerimizde.
Aynı zamanda, dış kaynak temini ile ilgili hiçbir biçimde sıkıntı yaşanmayacağını, protokollerin asla gecikmeyeceğini söylüyoruz.
Türkiye ile son dönemde değişen ilişki biçimimiz var.
Artık Türkiye, Kıbrıslı Türklere, “alın bu kaynakları istediğiniz gibi dağıtın” demiyor. Ne diyor?
“Koşullu destek sunuyorum size, sisteminizi düzeltmek için atmanız gereken adımları attığınız oranda yani reformları yaptığınız, altyapı yatırımlarını hayata geçirdiğiniz oranda ben size bu katkıları sunuyorum” diyor.
2017 yılında reform destek ödeneğinde540 milyon TL vardı, sıfır TL kullanabildik çünkü bu hükümette reform yaklaşımı yok. Seçim ekonomisi uygulama yaklaşımı ön plana çıkmış…
Biz topluma diyoruz ki, “Biz bir Ekonomik ve Sosyal Kalkınma Programı hazırladık”…
Bunun sosyal yanı çok güçlü. Toplumsal cinsiyet eşitliği, engelliler, gençler, nasıl üretim süreçlerine bütün toplum kesimleri dahil olabilecek, bunlarla ilgili projelerle dolu bu program. Biz bunun finansmanını, reform yaptıkça Türkiye’den elde edilecek kaynaklarla karşılayacağız.
Kendi programımızın finansman boyutunu da yine Türkiye ile ilişkiler bacağı ile ilişkilendirdik.
Dolayısı ile o ilişkilerin sürdürülebilmesi olmazsa olmazdır bizim için.
Bu bakımdan, bu bütünselliği iyi okumak gerekiyor.
Biz ayakları yere basmayan birtakım politikalar öneren, finansman boyutunu göz ardı eden lalettayin bir parti değiliz.
Biz iktidar tecrübesi yaşamış, ülkenin içinde bulunduğu gerçekleri de görebilen bir partiyiz.
20 aylık dönemde bu hükümetin sisteme verdiği zararların bir çetelesini çıkardık. Bütün bunları da göz önünde bulundurarak içinde bulunduğumuz 2018 yılını ve önümüzdeki 5 yıllık dönemi nasıl yöneteceğiz de hem sistemi düzeltelim hem de aynı zamanda ekonomi büyürken gelirleri tabana yayalım ve Kıbrıs Türkü burada kendini güçlü hissetsin, mutlu hissetsin, üreten bir yapıya kavuşalım.
Bu çerçevede kendimizi mümkün olduğunca anlatmaya çalışıyoruz. Kuru propagandaya imkân tanımamaya özen gösteriyoruz bu seçim sürecinde…