Gelecek korkusu…

Siyasete güvenin dibe vurduğu günlerden geçmekteyiz. Sebep dış etkiye fazlasıyla açık olan sistemimizi yeniden düzenleyecek yapısal reformların gecikmesidir. Vizyonsuzluğun, teknik kapasitesizliğin ve organizasyonsuzluğun ne demek olduğunu halkımız artık anlamıştır. UBP, varoluşa dönük toplumsal bir seferberlik başlatamamış, bilgi toplumuna dönüşmemiz için gerekli siyasi iradeyi sergileyememiş, katılımcı demokrasiyi ete kemiğe büründürememiştir. Sivil toplumun etkinliği artırılamamış, değişim için politik istek oluşturulamamıştır…
Devletin birtakım fonksiyonlarını özel sektöre ve sivil topluma devrederek düzenleyici organ olabilmesinin birinci koşulu, iktidarların ülke için iyi olanla kötü olanı ayırt edebilen ve hem içeriden hem de dışarıdan sisteme gelecek etkileri yönetebilen bir kapasite ortaya koymasıdır. Gelinen aşamada sistemimizi kendi çıkarları doğrultusunda etkilemek isteyecek çeşitli çevrelerle mevcut iktidarın ilişkilerindeki çarpıklıklar yapısal reformlarımızın önündeki en büyük engeldir.
Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u kuşattığında Bizans’ta meleklerin erkek mi dişi mi olduğu tartışılıyormuş. Biz de toplumsal varlığımızın en kritik aşamasında, eski siyasetin duayenlerinin kim patron olacak kavgasıyla zaman öldürmekteyiz. Duayenler eski alışkanlıklarla biat kültürüne dayalı siyaseti finanse edebilecek çevrelerle ilişki kurma yarışındadır. Bu çarpık ilişkiler nedeniyle toplumumuzda oluşan haklı “gelecek korkusu” rasyonel düşüncenin de önüne geçmektedir.
Bugün artık özellikle Türkiye kaynaklı dış etkileri sağlıklı bir zemine oturtma mecburiyetimiz vardır. Bunu başaramayan mevcut iktidar toplumun korkularını daha da körüklerken, korku, değişime direnci artırmaktadır! Kaybetmekten korktukça dünya ile bağlantımız zayıflamakta, insanımızın düşünülmüş ve tasarlanmış hareketlerden uzaklaşmasını öngören çevreler zemin kazanmaktadır. Oluşan tepkiden değişim yanlıları da nasibini almakta, siyasetimiz alabildiğine tutuculaşmaktadır.
Bu kısır döngüyü kırmak adına demokratik işleyişi ve toplumsal duyarlılıkları hiçe sayan icraatlara bir son verilmelidir. Bunun için duayenler emekliye sevk edilmeli, toplumsal özgüvenimiz geliştikçe demokratikleşme ve ekonomik kalkınmayı paralel süreçler olarak ele alan, değişimi zorla değil iyilikle, zamana yayayarak gerçekleştirecek bir siyasi bilinç yaratılmalıdır.
Burada kastedilen, “dayatmayla yapılamayanları güzellikle yapmak” değildir.
Özellikle dini meselelerde yapılması gereken çok açıktır. Demokratik ve laik devlet ilkesi ışığında her insanın din kültürüne insanca saygı duyarak din eğitiminin isteğe göre düzenlenmesi için gerekli Anayasal ve yasal düzenlemelere gidilmeli, sivil toplumun bu alandaki faaliyetleri desteklenmelidir. Ancak geleceğe yol alırken halkımızın hangi temel felsefeyi şiar edindiği öncelikli olarak netleştirilmelidir.
Gerçekliğin temelde ruhsal / tinsel olduğunu mu kabul edeceğiz? Gerçeğin tek, bölünmez, öncesiz, sonrasız, değişmez, ölümsüz ve soyut olduğunu mu öngöreceğiz? Değerlerin mutlak olduğunu, zamanla değişmediğini, evrensel olduğunu ve insan zihninde doğuştan geldiğini mi öğreteceğiz çocuklarımıza? Eğitimimizin amacı öğrencilerimizi mutlak doğruları aramaya özendirmek mi olacak?
Yoksa dünyanın ve gerçeğin özünün sürekli değiştiğini mi öğreteceğiz yeni nesillere? Değerlerin, ahlâki ilkelerin göreceliliğini, bunların zaman, toplum ve kültürlere göre değişebileceğini mi öngöreceğiz? Bilim ve teknolojinin sürekli değişim içinde olduğundan hareketle öğrencilerimize değişmez bilgiler yerine değişime uyumu mu öğreteceğiz?
Bunlar önemli sorulardır ve 20. yüzyıl kalıntısı sağ ve sol anlayışların bu gibi sorulara sağlıklı yanıtlar üretmesi mümkün görünmemektedir…
Ülkemizdeki karışıklıklara rağmen geçtiğimiz yüzyılda aydınlanmayı yaşamış bir halkız biz. Bugün de varlığımızı sürdürebilmek için çağımızın gerektirdiği felsefi değerleri toplumumuza mal etmektir temel hedefimiz. Siyasete güvensizliği aşmak için öncelikle “gelecek korkusu” üreten eski siyasi anlayışlardan arınmamız gerekmektedir. Yeni siyasetin odağında toplumsal kimliğimizi ve kültürümüzü ortaçağ zihniyetine göre yeniden dizayn etmek değil, bilgi çağını yakalayıp demokratik özgürlükler çerçevesinde her bir bireyin insan haklarını duyumsayabileceği koşulları oluşturmak vardır…

13 Şubat 2012, Yenidüzen

Gelecek korkusu…” için bir yorum

  1. Iste bu yuzden CTP basarili olmaliydi ama olamadi. Ne yazik ki o donemde de politik ihtiras rasyonel dusuncenin onune gecti. Umarim yenilenmis bir CTP veya bu halkin varolusuna sahip cikabilecek baska bir sol parti yeniden umut olabilir. Yoksa Kibrisli Turklerin gunleri sayilidir.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s