Dünyada yaşanan değişimi kavrayıp içselleştirmeden “nasıl yenilikçi girişimciler yetiştirelim ki üreten bir topluma dönüşelim?” sorusunun havada kalacağı düşüncesiyle, öncelikle bu yazıda kısaca dünden bugüne değişimin dinamiklerini ele almak istiyorum. Nasıl bir dünyada yaşıyor olduğumuzu anlamak açısından farklı alanlarda 20. ve 21. yüzyıl değişim dinamiklerini irdelemekte fayda vardır…
Örneğin kültürel alanda, standart değerler üzerinden şekillenen bir yapı söz konusuydu geçtiğimiz yüzyılda. Sosyal adalet ve sınıfsal değerler öne çıkmaktaydı. Günümüzde farklı değerler öne çıkarken, gelişmiş ülkelerde eşitlik temel değere dönüşmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde bunun yansıması, karmaşıklık şeklindedir. Sosyal alanda ise ulusal bütünleşme yerini artık işbirliği olgusuna bırakmıştır. Ulusalcı vatandaşlık gelişmiş ülkelerde yerini dayanışmaya bırakırken, gelişmekte olan ülkelerde ise çatışmalar yaşanmaktadır.
Politik alanda parlamenter demokrasiden katılımcı demokrasiye geçişle birlikte bireysel özgürlüğü aşan katılımcı özgürlük devreye girmekte, gelişmekte olan ülkelerde ise güçlünün katılımı ve yabancılaşma söz konusu olmaktadır. Ekonomik alanda, rasyonellik yerine sürekli rekabet edebilirlik değişimin temel dinamiğine dönüşmüştür içinde bulunduğumuz bilgi çağında. Maddi refah artışından ziyade niteliksel refah artışına yönelim yaşanmış, gelişmekte olan ülkelere bunun yansıması göreli refah artışı olmuştur.
Teknolojik alanda mekanik yasalar değil kuantum ilkeleri geçerlidir artık. Verimlilik yerini yenilik yaratmaya bırakmakta, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde ise yenilik transfer etmenin ötesine geçilememektedir. Küresel alanda da değişimin dinamikleri farklılaşmıştır. Ulusal kurumlardan çok ulusötesi kurumlar ön plana çıkmış, ulusalcı ilişkileri aşan uluslararası pozitif ilişkiler geçerlilik kazanmıştır. Gelişmekte olan ülkeler ise bu bağlamda uluslararası negatif ilişkilerden muzdarip olmaktadır.
İnsan için günümüzde bireysel değil ortak başarılardır değişimin dinamiği. Servet birikiminden çok yetenek geliştirme geçerlilik kazanmaktadır. Gelişmekte olan ülkeler ise gelişen yetenekleri elde tutamamaktadır. Küresel ölçekteki sorunlarımız da değişmektedir. Soğuk savaş ve sanayileşme nedeniyle yaşanan sorunlar yerini gelecek şoklarına, teröre, bilişim teknolojileri üretememeye ve bireysel özgürlük ihlallerine bırakmıştır…
Görüldüğü üzere gelecekte etkin varlığımızı sürdürebilmek adına Kıbrıs Türk halkı olarak dünyadaki değişimden dolaylı biçimlerde olumsuz etkilenen bir “gelişmekte olan halk” konumundan çıkıp değişimi etkileyen bir “gelişmiş halk” konumuna erişmeyi hedeflememiz gerekir. Bana göre bu bir hayal değildir. Üniversitelerimizle, yurtdışında ve yurtiçinde iyi eğitim almış ve günümüz dünyasının dinamiklerini kavramış pek çok değerli insanımızla, öncü sektörlerimiz üzerinden Kıbrıs’ın lideri olmayı ve küresel bir değere dönüşmeyi öngörebiliriz. Bunun için öncelikle siyasal alanda vizyonumuzu ete kemiğe büründürüp doğru organizasyonlarla hedefe ulaşmak için çalışabiliriz…
Bu uzun girişten sonra “neden yaratıcı girişimcilik?” ve “nedir yaratıcı girişimcilik?” sorularına cevap vermeye çalışacağım.
***
1980’li yıllarda Kıbrıslı Türkler üretimden koparıldı. “Siz üretmeyin, gerek yok, siz Türkiye’deki bir semtte yaşayan insan sayısı kadarsınız, hepinizi memur yapar öderiz” deniliyordu. Ekmeğin küçüldüğü, herşeyin sürekli zamlandığı günlerdi o günler. Üreterek varolma bilinciyle “ekonomik yıkım paketine” şiddetle karşı çıkıyordu muhalif çevreler.
Bugün de varlığımızı sürdürebilmek için geçmişte ortaya koyduğumuz yaklaşımlarla tutarlı bir duruş sergilemeliyiz. Üreterek varolma bilinciyle doğal kaynaklarımızı, emeğimizi ve sermayemizi bir araya getirip planlamalı, bunun için gerekli donanıma sahip bireylerden oluşan bir topluma dönüşmeliyiz. Entelektüel sermayemizi ve eğitim sistemimizi üretim faaliyetlerini yürütebilecek bir nesil yetiştirmek adına yeniden dizayn ederek en önemli adımı atmış olacağız…
Nedir yapmamız gereken? Günümüzde üretimi artırmanın yenilikçilikle, buluşlarla, yeni işletmelerin doğması ve büyümesiyle, yeni iş alanlarının yaratılması ve yeni teknolojileri kullanabilen sektörlerde verimliliğin artırılmasıyla mümkün olabileceğini görmekteyiz. Bunun için toplumumuzu oluşturan her bir bireyin girişimci olmaya yönlendirilmesi, hedef ya da amaçlarının başarılı girişimlere dönüşebilmesi için uygun becerilerle donatılması büyük önem taşımaktadır. İş kurma girişimlerinden sağlıklı firmaların doğması için destekleyici koşulların oluşturulması ve hatta toplumun girişimcilerin başarısına değer verdiğini daha fazla hissettirecek yaklaşımlara yönelmesi gerekecektir.
Bu noktada eğitim sistemimizin “kendi becerilerinden ve deneyimlerinden emin” bireyler yetiştirebilmesi, onları işletme kurmak için gerekli olan şevk, yaratıcılık ve sebat özellikleri ile donatması, işletmelerini geliştirebilmeleri için de etkinlik, yeterlilik ve güvenilirlik yönünden gelişmelerini sağlaması önemlidir. Üniversitelerimizde yöneticilik kapasitesinin oluşturulması, girişimcilik eğitiminin sadece idari bilimler öğrencilerine değil diğer bölümlerdeki öğrencilere de verilmesi gerekir. Örneğin eğitim fakültelerimizden mezun olacak öğrencilerimizin alan bilgisi ve meslek bilgisinin yanı sıra girişimcilik potansiyellerinin geliştirilmesi toplumsal açıdan önemli kazanımlar doğurabilir.
Ayrıca, eğitim sistemimizin yeni nesillerin bilgiye ulaşma ve uluslararası fırsatlardan yararlanabilme yönünden gerekli donanıma sahip olmalarını, girişimciliğe karşı olumlu tutum oluşturmalarını, girişimciliğin risklerinin yanı sıra ödüllerinin de olduğunu içselleştirmelerini, özgüven sağlamalarını ve araştırma-geliştirme becerilerini artırılmalarını sağlaması gerekir.
Eğitim sistemimiz bu öngörülerle yeniden yapılandırılmadığı müddetçe, girişimcilik, geçmişte algılandığı şekliyle “ticarete atılma” veya “yatırım yapma” şeklinde değerlendirilecek ve yeni nesiller bu olguyu doğrudan “sermaye kapasitesi” ile bağlantılandıracağından, toplumumuz “üretimden” kopuk kalmaya devam edecektir. Hâlbuki, gerekli eğitim, deneyim, bilgi işlem ve iletişim becerilerine sahip her bir birey günümüz dünyasında “bilişimci girişimci” sıfatına haizdir. Bu kombinasyona bir de değişim ve uyumu kattığımızda, “yenilikçi girişimci” olgusunu ete kemiğe büründürmüş oluruz…
Yaratıcı zekaya sahip bireyler yetiştirebilmemiz için Eğitim Bakanlığımız öncelikle sistemdeki nitelik ve nicelik sorunlarının çözümüne odaklanmalıdır. Çünkü bu sorunlar yaratıcı ve yenilikçi olma potansiyelini kullanamayan, uzun vadeli ve stratejik düşünemeyen bireylerin yetişmesine yol açmaktadır. Bu ise bizim uzun vadede üreten toplum olmamızı engellemekte, hedeflediğimiz toplumsal ve ekonomik düzeye kendi beyin gücümüzle ulaşmamızı zorlaştırmaktadır. Bu nedenle eğitim ve insan kaynakları stratejimizi oluşturmak ve uygulamaya sokmak adına toplumsal farkındalığın yanı sıra siyasal sahiplenme de şarttır.
Mevcut UBP iktidarının bu konudaki “başarısını” okuyucunun takdirine bırakmak en doğrusu olacaktır…
***
Görüldüğü üzere, ideolojilerden, siyasi tercihlerden ve tüm diğer tercihlerimizden bağımsız olarak toplumsal düzeyde “üretimin” ve “üretimi artırarak varolmanın” arkaplanında DEĞİŞİM olgusu yatarken, çağı yakalamak için önümüzde duran çok somut engelleri aşmamıza yardımcı olacak bir ortak toplumsal vizyonla yola devam etme mecburiyetimiz esastır…
Kültürel alandaki karmaşıklığı aşacak, sosyal alandaki çatışmaları ortadan kaldıracak, politik alanda güçlünün katılımı ve yabancılaşmanın yerini katılımcı özgürlüğe bırakmasını sağlayacak, ekonomik alanda göreli refah artışı yerine niteliksel refah artışını öngörecek, uluslararası pozitif ilişkiler kurma kapasitesine sahip, yeniden başlayan beyin göçünü durdurup toplumumuzu oluşturan her bir bireyin yeteneklerini geliştirmesine yardımcı olabilecek, bilişim teknolojileri üreten bir yapıyı öngören ve bu yolla küresel sistem içinde varoluş sorunumuzu ortadan kaldıracak bir SİYASAL BİLİNÇ oluşturmamız gerekmektedir. Tüm bunlarla birlikte ele aldığımız zaman eğitim sistemimizin yaratıcı girişimciler yetiştirebilmesinden söz edebileceğiz. Toplumumuzda bunu başarabilecek birikim mevcuttur. Soğuk savaş döneminde toplumsal varlığımız için gerekeni korkusuzca yapabilen ender liderler bugün eksiklikleri ve yanlışlarıyla da anılıyorlar. Bu doğaldır. Ne var ki, varoluşumuz için bugünün gereklerini okuyamayanlar ve siyasal alanda gereğini yapacak cesarete sahip olmayanlar eksiklikleriyle ve yanlışlarıyla dahi olsa yarın anılamayacaklardır gelecek kuşaklar tarafından. Çünkü odağında DEĞİŞİMİN yer aldığı bir SİYASAL BİLİNÇ oluşturulmadığı takdirde onları anacak bir toplumun yarın mevcut olmayabileceği gerçeği kendini hergün biraz daha fazla hissetirmeye başlamıştır…
1 Mart 2012, Ekonominin Sesi