Maliye Bakanı Ersin Tatar, her fırsatta Güney’deki krizden bahsederek bizim ne kadar şanslı ve iyi durumda olduğumuz üzerinde duruyor. Sayın Bakan’a göre bizim en büyük şansımız, güçlenen Türkiye ve bize verdiği değer…
Çok değil 10-12 yıl önce tamamen iflas etmiş bir ülke konumunda olan Türkiye’nin güçlendiği doğru. %100’e yakın enflasyon, %80’lerin üzerinde faiz oranları, yerlerde sürünen Türk Lirası ve tıkanan siyasetiyle istikrarsızlığa hapsolmuş, yolsuzluklarla anılan, toplumsal huzursuzlukların yaşandığı, esnafın kan ağladığı bir ülkeydi Türkiye. Bugün ise dünyanın 15. büyük ekonomisine sahip, toplumsal bütünleşme ve özgürlükleri geliştirme adına Anayasa değişikliği sürecini ilerletmekte olan, bölgede etkin bir ülkeye dönüşmüş durumda. “Güçlü Türkiye” vurgusu Kıbrıslılar açısından son derece önemli zira artık tribünlerden sahaya indiğini ilan eden Ankara,Kıbrıs’ın kuzeyinin Türkiye’nin bir tali otoritesi olarak anılmasından ve bunun uluslararası alanda yarattığı negatif etkilerden de hoşnut değil.
Bu ilerlemeye açık ortamda çözüme de hazırlanmak adına ekonomimizin Güney ile rekabet edebilmesi için BİZ ne yapmalıyız?
Yüksek faiz oranları, olumsuz ekonomik göstergeler ve küçülen ekonomi nedeniyle uluslararası piyasalardan borçlanamayan Kıbrıslı Rumlar, Rusya’dan bu yıl için 2.5 milyar Avro almıştı. Önümüzdeki yıl da Rusya ve Çin’den borçlanacaklar. Bu durumda Güney ekonomisi 2013 yılında devlet bütçesinin yarısından fazla dışarıdan katkı almış olacak ve bilhassa AB’den alacağı 10 milyar Avro ile bankacılıktaki sorunlarını aşmakla kalmayacak aynı zamanda ekonomisini güçlendirecek ve büyüme yönünde adımlar atacak. Biz ise çağdışı UBP iktidarında bütçemizin üçte biri kadar bir katkıyla, “ölümü gösterip sıtmaya razı etme” oyununa devam edecek, büyüme bacağı zayıf olan politikaların mağduru olmayı sürdüreceğiz…
Bu yıl Güney milyarlarla oynarken, biz, savunma ve altyapı yatırımlarının yanı sıra büyük oranda Türk sermayesinin faaliyetlerine dönük kullandırılan ve Türkiye Kalkınma Bankası üzerinden dağıtılan teşvik kredileri de dahil olmak üzere yaklaşık 300 milyon Avroluk bir katkı aldık Türkiye’den. Cari bütçemizi ve reformlarımızı destekleme ödeneği dahil kamu sektörümüze de yaklaşık 200 milyon Avro kredi imkânı sağlandı. Kısacası, Güney ile mukayese edildiğinde, dıştan ekonomimize sağlanan katkılar bakımından yerlerde sürünüyoruz. Bunu artırmanın yolu kamu üzerinden “spoon feeding” talep etmek midir yoksa Rumlar gibi ekonomiyi güçlendirme ve büyümeyi sağlama hedefiyle ihtiyaçlarımızı tespit edip muhatabımıza somut önerilerimizi sunmak mıdır?
Kamu için aldığımız kredi yükünü azaltsak, çözüm ve AB vizyonu doğrultusunda yaşanacak olası gelişmelerle birlikte altyapı yatırımlarında Türkiye ve AB fonlarının artmasını sağlayıp reel sektörümüzün rekabet gücünü de AB ve Türkiye’nin katkılarıyla geliştirsek, Güney ile mukayese için gerekli zemini oluşturabiliriz. Ancak bu bir mentalite meselesidir. Söylevsel popülizmin siyaset dünyasındaki hakimiyetini aşmaksızın halkın da desteğiyle böylesi bir süreci yaşama geçirmemiz zor görünmektedir. Başbakan kapalı kapılar ardında partisinin ilçe başkanlarına kamuda istihdam kontenjanları vaat ederken Maliye Bakanı Güney’deki ekonomik krizi ballandıra ballandıra anlatıyorsa, Sayın Bakan demagojiyle eski düzenin devamına hizmet etmektedir ısrarla.
Ekonomimizi büyütüp Güney ile rekabet edebilecek noktaya gelmek, bu adada gerçek bir “değer” olmak istiyorsak, öncelikle şu anki halimizle bölgede etkisiz eleman olduğumuzu tespit edelim ve daha fazlası için kendi istikrarımızı kendimiz sağlayalım, öncelikle siyaseten saygıyı hak eden bir “değer” olmaya bakalım. Toplumsal bütünleşme ve demokratik birliktelik sağlayıp güvenle önümüze bakalım. Yaptığı karşılaştırmalarla “keçi güldü koyuna” dedirtmeyecek, ne istediğini bilen çağdaş bir kadro gerçek şans olabilir toplumumuz için. Bunu gerçekten istiyor muyuz?
2 Temmuz 2012, Yenidüzen