Gelişmiş ülkelerde yaşam kalitesinin artmasına ve ülkenin sürdürülebilir kalkınmasına hizmet eden bilim ve teknoloji alanlarında öncü kurumlar olur. Bu kurumlar araştırma geliştirme çalışmalarını ve yenilikleri destekler. Bilim insanlarının akademik faaliyetlerini özendirerek ve üniversitelerin, kamu kurumlarının ve özel firmaların projelerini destekleyerek ülkenin rekabet gücünün artırılmasına katkı yapar.
Kuzey Kıbrıs’ta en büyük eksikliklerimizden bir tanesi böylesi bir kuruma sahip olmayışımızdır. Bahsi geçen konuların ne denli hayati konular olduğunun yeterince bilincinde iken ve üstelik yükseköğretim ekonomimizin lokomotiflerinden bir tanesi olarak ele alınmaktayken biz niye böylesi kurumlara sahip olamıyoruz?
Bu gibi kurumları finanse edecek kapasitemiz yoktur da ondan. Kamu maliyesinin durumu ortada. Giderlerle ilgili çok ciddi yapısal zorluklar söz konusu. Örneğin erken emeklilik diye tabir edilen olgunun yarattığı parasal yük nedeniyle finansman ihtiyacı doğmakta, bu gibi sorunlardan ötürü Kıbrıslı Türkler başını kaldırıp da dünyada neler olup bittiğini göremeyecek duruma düşmektedir.
Bu durumdan Kıbrıs Türk siyaseti de doğal olarak nasibini almaktadır. Bir tarafta kamu çalışanlarına ve emeklilere her ay müktesep hakları çerçevesinde belirli bir ödeme yapma zorunluluğu ve buna bağlı olarak Türkiye’nin artan belirleyiciliği, diğer tarafta ise vatandaşın siyasetten beklentileri vardır.
Şu veya bu şekilde kamu kaynaklarından faydalanabilenler bile ülkedeki ekonomik koşullardan yakınırken üreten kesimin yani esnafın, işverenlerin ve özel sektör çalışanlarının sabrının taşmak üzere olması doğal değil midir?
Bu bizi yok oluşa sürükleyen koşulları değiştirmek bizim elimizdedir.
Adil ve şeffaf bir yönetim, tüm kesimlerin üzerinde mutabakata varabileceği ilk adım olabilir. Bir adım sonrası ise mutlaka ama mutlaka kaynaklarımızın etkin ve verimli şekilde kullanılması olmalıdır.
Toplumsal dinamiklerin dışına çıkıp kuş bakışı vaziyet incelendiğinde, yeterince verim üretmeyen kamunun dönüştürülerek ülkenin geleceğinde bire bir etkili olabilecek çağdaş kurumların oluşturulmasına kaynak yaratılmasının hayati bir mesele olduğu anlaşılır.
Kıbrıslı Türk siyasetçilerin toplumsal dinamiklerin dışına çıkma gibi bir lüksü olamayacağına ve toplumsal dinamiklerimiz görmezden gelinerek “doğruların” bize artan düzeylerde dayatıldığı bir gerçek olduğuna göre burada yapılması gereken şey çok açıktır:
Siyasiler, dünyadaki gidişatı gözetecek ve aynı zamanda toplumumuzun da değişim şiarı doğrultusunda benimseyebileceği şekilde, müktesep hakları doğrudan hedef almayan ancak orta vadede kamunun verimliliğini ve etkinliğini gözetecek biçimde değişimi projelendirmekle mükelleftir.
Sadece ek mesai sorununu çözsek, AR-GE faaliyetlerini destekleyerek ülkenin rekabet gücünün artırılmasına müthiş katkılar yapabilecek bir kurumun oluşumuna imkân yaratabiliriz. Bütçemizde 40 trilyonu bulan özürlü yardımlarına ilişkin sil baştan bir uygulamaya gitsek ve buradaki olası yanlış uygulamaları çözümlesek, bir başka ek kaynağa kapı aralayabiliriz.
Kısacası, kamu düzeninde etkinliği ve verimliliği gözetecek ciddi bir reform paketi ile hem bilgi çağının gereklerine uygun bir yönetimi hem de toplumumuzdaki adalet duygusunu yeşertebiliriz.
Tüm bunların olabilmesi için siyaset kurumunun ortaya bir irade koyması gerekiyor. İşin püf noktası da burasıdır. Günü kurtarmak için değil refahı artırmak için gereğini yapmalıdır siyaset kurumumuz. Bu hem iktidar hem de muhalefet için geçerlidir. Yoksa çeşitli halkla ilişkiler çalışmalarıyla ekonomik zorluklarla boğuşan halkın desteğini almak kolaydır. Esas zor olan ise halkın göstereceği teveccühün günün sonunda ekonomik büyüme, istihdamın artırılması ve kamu dengelerinin iyileştirilmesi gibi ideallere ulaşmamızı kolaylaştıracak bir siyasi istikrar ortamına katkıya dönüştürülebilmesidir.
Ancak bu sayede Kıbrıs Türk Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu gibi yeni değerleri yaratmamız mümkün olabilecektir.
1 Ekim 2012, YeniDüzen