ABD’de kuvvetler ayrılığına dayalı sistem işliyor. Bir tavuğu parçalarına ayırırken bıçağı hangi noktalara vurduğunuz önemlidir. Hiçbir birey ya da grup tek başına gücü elinde bulunduramıyor ABD’de. Federal sistem buna geçit vermiyor. Seçimler de bu sistemin en önemli araçlarından biri olarak görülüyor.
Bizde siyaset devletin elinde bulundurduğu yönetme gücünü devralma yarışı olduğundan ABD’deki sistemi bizim kavramamız gerçekten çok zor. ABD’de güç tamamen halkın yani bireylerin elinde ve halk federal hükümetin yaşamlarına karışması taraftarı değil. Biz, “ABD’deki seçimde oy kullanmalıyız çünkü bizi ABD yönetiyor” şeklinde espriler yapaduralım, siyasetle ilgilenen ABD seçmeni aslında dört yıllığına oradaki toplum sözleşmesinin gereğini yapacak temsilcisini seçtiğine yürekten inanıyor. Hatta o kadar inanıyor ki kendi tercih ettiği adayın seçilebilmesi için her türlü özveride de bulunuyor. 2 milyar doları aşan bağışlarla oluşan kampanya bütçelerinin bir sebebi de bu olsa gerek.
Yarın gerçekleşecek seçimin kampanya sürecinde dış politikadan çok iç konular ön plana çıktı. 2000 ve 2004’te Bush sert dış politika söylemleriyle John Kerry ve Al Gore karşısında avantaj elde etmişti. Bugünkü konjenktürde ise tam aksine bilhassa sorunlu bölgelerde ABD dış politikası sadece iktidarlarla değil muhalefetle hatta sivil toplum örgütleriyle de iyi ilişkiler geliştirmek üzerine kuruldu. ABD, “Kendi ülkenizi en iyi siz bilirsiniz, değişimi siz sağlayabilirsiniz” yaklaşımı çerçevesinde demokratikleşme, bireysel haklar ve daha iyi bir ekonomi için halkların inisiyatif geliştirmeleri üzerinde duruyor. Bu politikanın değiştirileceği ve daha kabadayı bir dış politika yürütüleceği vurgusu yapılmadı seçim süresince.
Vatandaş federal hükümete “hayatıma karışamazsın” diyor demesine ancak vatandaşın ödediği vergilerin nasıl harcanacağı da önemli bir tartışma konusu. Açık sözlü bir Cumhuriyetçi her vatandaşın kendi sağlık harcamalarını kendisinin karşılaması gerektiğini tartışabiliyor, eyaletinde yeni devlet okullarının inşa edilmesine karşı çıkabiliyor. Devleti daha da küçültme iddiaları bu seçime de damgasını vuruyor. Romney devlet televizyonunu kapatmaktan söz edince Obama taraftarları, devlet televizyonunun bir prodüksiyonu olan Susam Sokağı’ndaki kuşa Romney zarar vermesin, devlet televizyonunu kapatmasına izin vermeyelim diye karşılık veriyor. Belki devlet televizyonu diğer kanallarla rekabette zorlanıyor ancak Obama’nın duruşu da arpalığa dönüştürülmüş herhangi bir kuruma dokunulmaması gerektiği şeklinde algılanmıyor. Tam aksine ilericilik adına faydalı yayınların artırılması için devlet televizyonunun kapatılmamasını savunuyor.
Bu seçimde istihdam, alım gücü, orta sınıfın ödediği vergiler ve sağlık sistemi en çok konuşulan konular oldu. Obama tüm bu tartışmalarda 4 yıllık çabalarının devamı için halktan yetki istiyor ancak seçim başa baş gidiyor. Federal yapıda küçük eyaletlerin yok farz edilmemesi için geliştirilen yöntem nedeniyle her bir eyaletten çıkacak sonuç önem taşıyor. Birkaç kritik eyaletten çıkacak sonuca bağlı olacak seçimin kaderi. Bu sistem bir adayın ABD genelinde popüler oyların çoğunu alsa dahi seçimi kaybedebileceği bir sistem.
Bir başka önemli konu ise adayların karakteri idi. Romney’in seçmenlerin gözüne girmek için aşırı muhafazakâr bir yapıdan kısa sürede çok daha farklı bir noktaya gelmesi, tüm bunlara mukabil Obama’nın insanlara güven veren çizgisi, seçmenlerin dikkatini çekti. Romney’in gözünü kırpmadan yalan söyleyebilecek biri olduğuna inanan, yanlış bilgiler içeren televizyon reklamlarından rahatsızlık duyan kesimler, siyasetle yakından ilgilenmeyen, duyduklarını sınamadan doğru kabul edebilecek insanların sayısının yüksek olabileceğinden endişe ediyor. Çarşamba sabahı bu endişelerin haklı olup olmadığını görecek miyiz yoksa at başı giden yarış 2000’deki gibi uzun süren tartışmalara mı gebedir?
5 Kasım 2012, Yenidüzen