Bir süredir döviz kurlarının yükselişi nedeniyle popülizmden medet uman çevreler için çok müsait ve alabildiğine hassas bir ortam doğdu. Herkes diken üstünde! 3000 TL geliri olan bir yurttaş maaşının yarısını ev taksitini ödemek için kullanırken şimdi neredeyse tamamını ev taksitine yatırmak zorunda. Ne yiyecek, ne içecek? Çoluğunun, çocuğunun masraflarını nasıl karşılayacak? Elektrik, su faturalarını nasıl ödeyecek? Yurttaşlarımız çok haklı olarak adeta patlayacak bomba gibi bir psikolojiye hapsoldu. Nasıl çıkacağız bu cendereden?
Hükümetin dövize müdahale etme kapasitesi ve Başbakan Sayın Ömer Kalyoncu’nun bu konuda ortaya koyduğu görüşler üzerinden siyaset kurumunu önemsizleştiren argümanlar ön plana çıkarıldı. Ne oldu? Döviz düştü mü?
“Yapıcı eleştiri” mahiyetindeki görüşler ise birtakım öneriler içeriyordu.
Dikkat çekici husus şu:
Yapılan önerilerin neredeyse tamamına göre devletin kamu gelirlerinden feragat etmesi gerekiyor!
“TL’leştirme” şeklinde özetlenebilecek önerilerle kamu maliyesinin döviz bazlı gelirlerinin Türk Lirası cinsinden tahsil edilmesi gündemde.
Hizmet sektöründe de KKTC yurttaşlarından hizmet bedellerinin Türk Lirası olarak ve sabit bir fiyat üzerinden tahsil edilmesi için devletin ilgili taraflarla istişare etmesi öneriliyor.
TL’leştirme ağırlıklı öneri olarak genel kabul görürken stabil para birimine geçiş gibi nostaljik önerilere rastlamak da mümkün. Ne var ki bu gibi öneriler döviz kurlarının bu denli yükseldiği bir aşamada beklentilerin tam aksine pek çok yurttaşımızın alım gücünü daha da düşüreceğinden, ekonomiden az çok anlayan çevrelerce pek dikkate alınmıyor.
Stabil para birimine geçiş gibi büyük bir operasyonun uzun vadede değerlendirilmesi ve bugün itibarıyla büyük oranda Türk Lirası cinsinden olan hane halkı gelirlerinin yükselen döviz kurları ve enflasyon karşısında iyiden değersizleşmemesi adına kısa vadede yapılabileceklere odaklanılması daha akla yatkın bulunuyor.
Mevcut koşullarda gelirlerinin bir kısmı döviz cinsinden olan kamu maliyesini iki büyük tehlike bekliyor.
Birincisi, kriz algısının büyüklüğüne göre yükselen döviz kurları nedeniyle söz konusu gelirlerde ciddi bir durağanlık dönemine girilebilir ve beklenenin aksine kamu gelirlerinde artış değil düşüş yaşanabilir.
İkincisi, kamunun döviz cinsinden tahsil ettiği vergi ve harçların doğrudan fiyatlara yansıtılması halinde enflasyon oranında ciddi artışlar yaşanabilir ve bu da kamu giderlerinin önümüzdeki dönemde ciddi şekilde yükselmesine sebep olabilir.
Kamu giderlerinin çok büyük bir kısmının personel harcamaları ve benzer nitelikteki harcamalar olduğu ve eşel mobil uygulaması nedeniyle bu giderlerde enflasyon oranında her 6 ayda bir artış yaşandığı dikkate alındığında, kamu gelirleriyle ilgili TL’leştirmenin orta vadede kamu maliyesi açısından ekonomik akla uygun olabileceği değerlendirilebilir.
Kısacası, TL’leştirme üzerinde hassasiyetle durulması gereken akıllıca bir operasyon olabilir.
Hem kamu maliyesi bacağında hem de hizmet sektörü bacağında TL’leştirme için siyaset kurumuna düşen görevleri hükümetin yerine getireceği anlaşılıyor. Bu ise siyasete güvenin artmasına yol açacaktır.
Bu madalyonun bir yüzü…
Madalyonun diğer yüzünde ise “yapısal reformların önemi” var.
Kaba Türkçe ile ifade edecek olursak, “ne kadar ekmek o kadar köfte”…
Kibarca ifade edecek olursak da “devlet açısından ne kadar esnek bütçe o kadar döviz krizine müdahale imkânı var” diyebiliriz.
Malum, ülkemizdeki en büyük siyasi sınav, bütçemizin katı yapısını biraz olsun esnetebilecek yapısal reformlardır.
Ne acıdır ki 20 yılda sayısız musibet yaşadığımız halde bütçe dengemize ilişkin atılması gereken adımlar hiçbir biçimde ana gündem maddesine dönüşememiştir.
Hâlbuki birkaç yıl sürecek yapısal reform sürecine bağlı olarak KKTC bütçesindeki bütün kara delikler kapatılabilir ve böylesi kriz dönemlerinde devlet gelirlerinden feragat etmenin ötesinde giderler kalemindeki esnekliğe bağlı olarak zora giren sektörlere ve toplum kesimlerine dönük çeşitli programlarla can suyu sağlanabilecek pozisyona dahi erişilebilir.
2008 Küresel Finans Krizi dönemlerini hatırlayalım. O dönemde zora giren otomotiv sektöründeki firmaların hisselerini borsada satın alan Obama yönetimi, Cumhuriyetçiler tarafından ciddi şekilde eleştirilmişti. “Kamu kaynaklarını bu şekilde kullanamazsınız” deniliyordu. Ancak bu operasyonla ABD otomotiv sektöründe batma noktasına gelen firmaların yönetimini devraldı, firmaların krizden çıkışını sağladı ve krizin ardından bu şirketlerin borsada değeri artan hisselerini satarak gelir dahi elde etti. Bu süreçte “devlet baba” gücünü devreye sokarak hem kriz nedeniyle sektörün çökmesini engelledi hem de halkın ortak kasasını uzun vadede pozitif etkileyen bir operasyona imza atmış oldu.
Bizde kamunun buna benzer operasyonları yürütecek gücü maalesef yoktur.
Dolayısı ile bu gibi krizler karşısında devletin ülkedeki ekonomik yaşamı güvenli kılacak enstrümanlara sahip olabilmesi için tam da bu kriz ortamında orta ve uzun vadede bütçe dengemizi güçlendirmek için nelerin yapılması gerektiği de şeffaf bir biçimde kamuoyunda ele alınmalıdır.
Ekonomik örgütlerin bu kriz döneminde yapısal reformlara ilişkin hiçbir öneride bulunmaması tek bir şekilde açıklanabilir:
Günübirlik yaşıyoruz ve günübirlik düşünüyoruz…
Son 20 yılda buna benzer sayısız kriz yaşadığımız halde bu kriz döneminde de “bir musibet bin nasihatten evladır” deyimini hatırlayamıyoruz.
Siyasi çevreler de aynı şekilde “bu krizde ancak da TL’leştirmeye ilişkin bazı adımları atabileceğiz ancak ileride benzer durumlarla karşılaştığımızda daha etkili müdahalelerde bulunabilmemiz için yapısal reformları artık hayata geçirmeliyiz” demiyor, diyemiyor. Yaşanan süreci, en büyük sınav olan yapısal dönüşüme dair bir fırsata dönüştürmeyi akıl edemiyor(uz).
Hâlbuki, kriz algısının yükseldiği ve rasyonel adımların büyük destek göreceği bu ortamda, düşen petrol fiyatları nedeniyle frenlenen enflasyonu fırsat bilerek enflasyonu daha da düşürecek yapısal reform hamlelerinin ana gündem maddesi olacağı bir konjonktür yaratılabilse, önümüzdeki dönem ekonomimizde ciddi iyileşmelere tanıklık edebiliriz.
Ancak biz düşen petrol fiyatları karşısında “Oh be! Elektriğe zam yapmaktan kurtulduk” diyoruz. Bu psikolojiyle de elektrikteki yapısal dönüşümü başka bahara erteliyoruz. Dedik ya, “günübirlik yaşıyoruz”…
Kısa sürede elektrik ve su ile ilgili yeniden yapılanma sürecini başlatabilsek, kamu görevlileri yasasındaki değişiklikleri Meclis açılır açılmaz yasalaştırsak, mesai saatlerini hızla düzenlesek ve ek mesailere ilişkin yeni bir düzene geçişi yıl tamamlanmadan sağlasak, yapısal reformlara ilişkin büyük sınavın neredeyse yarısını başarıyla tamamlamış olacağız.
Bu sayede sadece ileriye dönük daha etkin ve verimli bir kamuya sahip olup döviz krizi ve benzeri krizlere müdahale imkânlarımızı artırmış olmayacağız aynı zamanda bugün için de ciddi bir gelir sağlayarak kamu maliyesini rahatlatabileceğiz. Nasıl mı?
2014 Bütçesi’nde Türkiye’nin kamumuzun cari harcamalarına katkısı 286 milyon TL idi. 2014’te hiçbir sorun yaşamaksızın 13. maaşlar dâhil kamu maliyesi tüm mükellefiyetlerini zamanında yerine getirebildi.
2015 Bütçesi’nde ise Türkiye’nin kamumuzun cari harcamalarına katkısı 70 milyon TL düşürülerek 216 milyon TL oldu. Buna mukabil Türkiye katkılarının “reform kalemi” artırıldı ve Kıbrıslı Türklere, “reformlarınızı yapın, kaynağı alın” denildi.
Şimdilerde Türkiye kendi derdine düşmüş durumda. Bizi de sessizce izlemekte yetiniyor. 216 milyon TL’lik kaynak muhtemelen yıl tamamlanmadan tükenmiş olacak. Dolayısı ile kamu çalışanlarının maaşlarını dahi ödeyebilmek için (hele de mevcut kriz ortamında döviz cinsinden olan kamu gelirlerini TL’leştirme operasyonu ile birlikte düşünüldüğünde), reform kalemindeki kaynağı temin etmemiz çok daha büyük bir öneme haiz olacak.
Bu noktadan hareketle şu tespiti de yapmak mümkündür:
Kısa dönemde devletin döviz krizine müdahale olanakları dahi büyük oranda yapısal reformlara ilişkin kararlılık ve atılacak somut adımlarla ilişkili olacak.
Dolayısı ile kişisel görüşüm odur ki çeşitli toplum kesimlerinin yaptığı değerli önerilerin yanı sıra “yapısal reformların önemi ve zamanlaması” bakımından da kamuoyunda elle tutulur birtakım alternatifleri değerlendirmenin tam zamanı şimdidir!
Not: Türkiye ile ilişkilerimizin önemi malum. Türkiye hapşırsa biz nezle oluyoruz. Peki, Türkiye ekonomisinde durum ne? Son 5 yıldır beklenenin altında olan ekonomik büyüme ve buna bağlı işsizlik oranları nereye varacak? Türkiye’deki siyasi konjonktür nasıl şekillenmeli? Türkiye hangi alanlarda yapısal reformlara imza atmalı? Türkiye ekonomisinin önünü açacak yapısal reformlar nelerdir? Bir sonraki yazımda bu konuyu değerlendireceğim.