Makam araçları alımı ve Başbakanın İstanbul seyahati ile ilgili toplumumuzun sergilediği duyarlılık, devletin gelir ve harcama politikalarına ilişkin sağlıklı bir yapılanma adına umut vericidir. Bunlara bir de bakanlıkların izaz-ikram harcamalarında son bir yılda gerçekleşen fahiş artışa ilişkin toplumumuzun duyarlılığı eklendiğinde, siyasi kamu görevlilerinden beklentilere dair önemli ipuçlarına ulaşıyoruz.
Devlet gelirlerine ilişkin vergide kayıt dışılığa dair uzun zamandır ortaya konan taleplere UBP-DP hükümeti döneminde bu iki sembole dönüşen konuya ve izaz-ikramlara ilişkin sergilenen kolektif tepkisellik de eklenince, gelir ve harcama politikalarımızı gerçekten düzenleme niyetinde olan siyasiler açısından sağlıklı bir tartışma zeminine sahip olduğumuzu görmekteyiz.
İzaz-ikramlara ilişkin örnek yaklaşımların tek başına siyasi başarı getirmeyeceğinin bilinciyle bu tartışma zeminini değerlendirebilmemiz büyük önem taşıyor.
Siyaset kurumu bu zemini fırsata çevirecekse, diğer toplum kesimlerinden bir adım önde olup fili farklı yerlerinden tarif etmektense devlet gelirlerini ve kamu harcamalarını düzene sokmak adına somut politika ve öneriler ortaya koymamız gerekiyor.
Burada siyasetin ve siyasetçilerin odaklanması gereken, halkımızın miktarından da bağımsız olarak fuzuli harcama diye nitelendirilebilecek harcamalara gösterdiği mevcut tepkiyi bütünlüklü bir gelir ve harcama politikasına desteğe dönüştürebilmektir.
Siyasi partiler bu ödevlerine yoğunlaşabildikleri oranda gündemdeki tepkilerden siyasi rant sağlamaya çalışan bir imajdan da uzaklaşabilecek ve siyasi rekabet ortamında birbirleri arasındaki farklılıklar da toplumumuz tarafından daha kolay değerlendirilebilecektir.
Ülkemizde kamunun büyüklüğü, milli gelirimizin yarısından fazladır.
10 milyar TL’ye yaklaşan GSYİH’ye karşılık 5 milyar TL’nin üzerinde bir kamu bütçesine, kamu bütçesinin neredeyse beşte ikisi oranında toplam bütçeye sahip kamu kurumlarına ve kamu bütçemizden fazla iç borç yüküne sahibiz.
Üstelik kamumuz bu büyüklüğüne rağmen sunduğu hizmetler bakımından da son derece yetersizdir.
Milli gelirimizin yarısından fazla kamu büyüklüğü ve buna rağmen oldukça yetersiz düzeydeki kamu hizmetleri, üretime odaklanmamızın ve ekonomimizi büyütmemizin önündeki en büyük engel olarak nitelendirilmelidir.
Bu koşullarda, üretimi artırmak ve bu yolla toplumsal varoluşu yeni bir dinamizm ve inançla tüm toplumun el ele vererek etrafında kenetleneceği temel vizyona dönüştürmek istiyorsak, siyasetin ve siyasi partilerin bu süreçteki en temel görevinin kamu harcamalarında etkinliğe ve verimliliğe dönük kararlı bir yaklaşım sergileyerek kamunun sunduğu hizmetleri geliştirmek ve bu yolla üreten kesimlerin çok daha sağlıklı koşullarda üretim yapmasını sağlamak olduğunu net olarak tespit etmemiz gerekiyor.
Hal bu iken siyasi partilerin kamu harcamalarına ilişkin muhalefet ederken dar alanda top çevirmekten imtina ederek meselenin sadece makam araçları ve Başbakan’ın seyahati ile sınırlandırılamayacağı gerçeğinden hareketle bir şeyler söyleme zorunluluğu ön plana çıkıyor.
Yerel gelirlerimizin yüzde 80’inin maaş ve maaş nitelikli harcamalar için kullanıldığı koşullarda ise ülke yönetimine talip partiler başta olmak üzere tüm siyasilerin bu temel meseleye yani yerel gelirlerimizin neredeyse tamamının personel harcamaları için kullanıldığı gerçeğine temas etmeksizin veyahut da bu konuda alınması gereken tedbirler hilafına birtakım popülist politikaların peşinden sürüklenirken, üretim odaklı temel vizyonumuza toplumumuzu yakınlaştırabileceğini düşünmemesi gerekecektir.
Devletin karşı karşıya olduğu birtakım zorlukları detaylarıyla herkes bilemeyebilir ancak siyasi kamu görevlilerinin bu zorlukları bilmemesi mümkün değildir. Dolayısı ile siyasetçiler açısından kamu harcamalarına ilişkin üretime dair de toplumsal varoluşa dair de samimiyet sınavı, kamunun maaş ve maaş nitelikli harcamalarına ilişkin ne söylediğinden ziyade ne yaptığı noktasıdır. Nitekim UBP-DP hükümetinin tam da bu konuda yaptığı vahim hatalar nedeniyle 2016 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin bütçe açığına destek için sunduğu 200 milyon TL’lik mali yardımın 80 milyon TL’lik kısmının mali disiplin bozulduğu gerekçesiyle hazinemize giremediği de bilinmektedir.
Şurası bir gerçek ki ekonominin durgun olduğu, reformlarla halkın alım gücünün artırılmadığı, yanlış maliye politikaları nedeniyle sürekli enflasyonun arttığı ve döviz krizinin de yaşandığı mevcut koşullarımızda maaşların azaltılmasını yani kemer sıkma politikalarının savunulmasını kimse siyasetçilerden beklememelidir. Ancak personel harcamalarının en azından “kontrol altına alınması” çok büyük bir gerekliliktir.
Bu koşullarda kamu harcamalarına ilişkin toplumsal hassasiyetin siyaset tarafından somut uygulamaya dönüştürülmesi gereken temel nokta, kamuya yapılacak yeni istihdamlardır. Harcamalar konusunda mevcut hükümet eleştirilirken kamu kurumlarına yapılan ihtiyaç fazlası istihdamlara özellikle vurgu yapılmalıdır. Kamuya yani bakanlıklara yapılacak istihdamlarda ise kamunun gerçek ihtiyaçları muhakkak göz önünde bulundurulmalı ve nitelikli istihdama ağırlık verilmelidir.
Bu durumda, örneğin Kooperatif Merkez Bankası ve iştiraklerine yapılan 100’ün üzerindeki ihtiyaç fazlası istihdamın toplumumuza verdiği zararın yanında makam araçları ve Başbakan’ın seyahat masrafları adeta devede kulak sayılmalıdır. Seçim sathı mailinde kamuya yapılacak her bir partizanca istihdamın içinde yaşatıldığımız felaketten kurtulma olasılığımızı ciddi şekilde daraltacağını iddia etmek mümkündür.
Bunların yanında, yine kamu harcamaları ile ilgili bazı kamu kurum ve kuruluşları arasındaki ihtiyat sandığı prim oranlarındaki eşitsizlik de ciddi bir sorun olarak değerlendirilmelidir çünkü uzun yıllar içerisinde kamuda ayrıcalıklı kesimler yaratılmış ve eşitsizlikleri ortadan kaldırma yaklaşımı da hep harcamaları daha da artıracak bir mantıkla ele alına gelmiştir. Hâlbuki ihtiyat sandığı prim oranlarındaki eşitsizliği ortadan kaldırırken ortalama bir oran dikkate alınarak tüm kamu kurum ve kuruluşlarındaki çalışanlar arasındaki ayrımcılığı bu konu özelinde ortadan kaldırmak mümkündür. Bunun yanı sıra bazı kamu kurum ve kuruluşlarındaki ek ödenek ve tahsisatların personel harcamalarının nerdeyse ikiye katlanmasına sebebiyet verdiği de bilinmektedir. Bu konuda da tüm kamu kurum ve kuruluşları arasında bir dengenin sağlanmasına ve kamu çalışanları arasında eşitlik olgusunun geliştirilmesine büyük ihtiyaç vardır.
Kamu harcamalarını çok ciddi şekilde artıran bu gibi temel meseleleri göz ardı ederek sadece makam aracı ve seyahat masrafları üzerinden kamu harcamalarında duyarlılık şovuna dönüşen siyasi yaklaşımlar sergilemenin kısa vadeli siyasi getirileri elbette olabilir ancak hükümetlerin bu gibi konularda halka net mesajlar vermeden görev üstlendiği koşullarda bir arpa boyu yol kat edemediğimiz de tecrübeyle sabittir. Ve haliyle şov niteliğindeki siyasi yaklaşımların üreteceği toplumsal fayda oldukça sınırlı düzeylerde kalacaktır.
Ek mesailer ve örneğin taşımacılıkla ilgili sürekli artan harcamalara ilişkin gerekli tedbirlerin alınmasının önemini vurgulaması gereken ve iktidar dönemlerinde gereğini yapması gereken de elbette ki ülke yönetimine talip olan siyasetçilerdir.
Kısacası, yurttaşlarımız makam araçlarına kızabilir, Başbakanın seyahat masraflarına sinirlenebilir ancak mevzu bahis kamu harcamaları ise siyasetçilerin sergilemesi beklenen duruş ve toplumu bilgilendirmesi gereken hususlar temelde personel harcamalarına ilişkin hususlardır ve kamu harcamalarına ilişkin duyarlılığın toplumsal yarara dönüştürülmesi adına atılması gereken adımları konuşması ve gereğini yerine getirmesi gereken kesim siyasi kamu görevlileri ile siyasi kamu görevliliğine talip olanlardır.
Gelir politikamızda ise kayıt dışılıkla mücadelenin devam ettirilmesi, e-maliyenin hızla hayata geçirilmesi ve en önemlisi de vergi yasalarımızdaki indirim, istisna ve muafiyetlerin yeniden düzenlenmesi çok büyük bir ihtiyaca dönüşmüştür. Vergide adaleti sağlamak, az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi toplayabilmenin zeminini oluşturmak adına vergi yasalarını gözden geçirmenin yanı sıra yeni bir yeknesak yatırım teşvik mevzuatına da ihtiyaç duymaktayız. Teşvik sistemimizin en önemli unsuru sayılan bilhassa tarımda sağlanan fiyat desteklerinde verimliliği artıracak politikaların uygulanması da kamu harcamalarını azaltmamakla birlikte kamu harcamalarının ekonomik büyümeye katkısının artırılmasına hizmet edecektir.
Tüm bu konularda elle tutulur somut politikalar geliştirebildiğimiz oranda makam araçları ve Başbakanın yurt dışı seyahatinin toplumda yarattığı haklı tepkiler bizi gerçek manada daha sağlıklı harcama ve gelir politikaları uygulamaya motive etmiş sayılacaktır.